RSS

28 Şubat 2011 Pazartesi

VINCENT Van GOGH, Theo'ya Mektuplar

Tarihsiz


Buğday tarlalı bir peyzaja çalışıyorum; benim beyaz meyve bahçesinden aşağı kalmaz sanırım bu resim.

Bağımsızlar sergisinde görülen Montmartre tepesi peyzajlarımı andırıyor, ama sanırım ki o iki resimden daha sağlam ve üslûbu da biraz daha kuvvetli.

Bir başka motifim daha var: bir çiftlikte değirmen taşları. Öbürüne karşılık olur. Gauguin'in ne yapacağını merak ediyorum, umarım ki gelebilecek. Geleceği düşünmek bir işe yaramaz diyeceksin, ama resim çok yavaş ilerliyor, onun için iyicene hesaplamak gerek önceden.

Gauguin de benim gibi birkaç tuval satmakla kurtulmuş olmaz. Çalışabilmek için elden geldiği kadar hayatını düzene koymalı insan ve geçiminin sağlandığına güvenebilmeli.

O ile ben burada uzun zaman kalırsak, gitgide daha kendimize özgü tablolar yapacağız, çünkü buraları daha derinden incelemiş olacağız.

Güneyle başladıktan sonra yön değiştireceğimi pek sanmam; güç olur, kıpırdamamak - yani burda kalıp gitgide içeriye dalmak- en iyisidir.

Kendimi tutup ufak şeylere çalışmaktansa, her şeyi giderek işleri bile daha geniş tutarsam başarı şansım artar sanırım. Bunun için tuvallerin boyunu artıracağım ve cesaretle 30 karelik tuvallere girişeceğim sanıyorum; bu tuvaller burada 4 franka alınıyor, bu da pahalı değil, nakliyesi göz önünde tutulursa.

Son tablom ötekilerin hepsini öldürüyor, yalnız kahve ibrikleri, fincanlar ve mavi sarı tabaklarla olan bir natürmort tutunabiliyor onun yanında.

Belki desenindendir bu.


İstemeyerek Cézanne'dan gördüklerim aklıma geliyor, çünkü o - Portier'de gördüğümüz Hasat tablosu gibi, Provence'ın sert yanını öylesine belirtmiştir.

Bahara kıyasla her şey bambaşka oldu, ama şimdiden yanık renkler takınan tabiatı böyle de çok seviyorum. Her yerde koyu altın, bronz ve bakır varmış gibi geliyor şimdi ve bu güneşten ısınmış göğün yeşilimsi mavisiyle karışınca, Delacroix'nın kırık tonlarını andıran son derece ahenkli nefis bir renk meydana getiriyor.

Gauguin bize katılmaya razı olursa, bir adım ileriye gitmiş oluruz sanıyorum. Böylece Güneyi değerlendirmiş ressamlar olarak çıkarız ortaya, kimse de bunu kınayamaz. Öbürlerini öldüren tuvalde elde ettiğim renk sağlamlığına varmalıyım.

Vaktiyle Portier'nin anlattığını düşünüyorum: hani ondaki Cézanne'lar yalnız görüldü mü, bir şeye benzemezmiş de, başka tuvallerin yanına kondu mu, yok edermiş onların renklerini.

Bir de Cézanne'lar altın çerçeve içinde iyi dururmuş, diyordu, bu da demek ki çok yüksek perdeden renkleri vardı.

Yani belki, belki de doğru yoldayım ve gözüm buranın renklerini yakalar oldu. Emin olmak için bekleyelim daha.

Bu son tablom atölyenin kırmızı tuğla döşemesine pekâlâ dayanıyor, yani onu yere koyduğum zaman tablonun rengi çok kırmızı olan bu tuğla kırmızısı fon üstünde solmuyor, sönmüyor.

Cézanne'nın Aix çevresinde çalıştığı yerin tabiatı tıpkı buranın tabiatıdır, yani Crau bölgesidir o da.

Tuvalimle eve döndüğüm zaman: «Bak, tam Cézanne babanın tonlarına varmışım ben de!» dersem, şunu demek istiyorum ki, Zola gibi Cézanne da tam bu bölgenin adamı olduğuna göre, buraları için için tanıdığına göre, aynı tonlara varmamız için aynı hesapları yapmış olmamız gerekir. Hoş, yan yana bakılırsa birbirini tutar, ama gene de benzemez.

Hiç yorum yok: