RSS

1 Mart 2011 Salı

VINCENT Van GOGH, Theo'ya Mektuplar

Tarihsiz



Sevgili Theo,

Dün akşam Goncourt'nun kitabını aldım ve hemen okumaya koyuldum, bir daha rahat okumam gerekiyorsa da, bu sabah genel bir fikir edinmiştim bile. Bu kitabı elde etmeye ne kadar istekli olduğumu anlarsın artık.

Boucher'yi fazla övdüğünü bulmadım.

Boucher'nin birbirinden ayrı şu üç özelliğinden, zengin mavisi (gök), bronzu (erkek figürü) ve sedef beyazı (kadın figürü), ve buna eklenen Orleans düşesi fıkrasından başka bir şey bilmesem de, yine de resim dünyasında bir kişiliği olduğunu söylerdim. Goncourt onu fazla övmüyor, çünkü aynı zamanda «rezil» de diyor ona, ve bunu namuslu burjuvaları gücendirmeden söylüyor, nasıl ki Bouguerau, Perrault vesairenin resimlerine rezil denebilirse.

Üstelik de Goncourt'un Boucher'yi fazla övdüğü de yok bence, eminim ki örneğin Rubens'in üstünlüğünü yadsımayı bir an olsun aklından geçirmemiştir. Öyle ya Rubens Boucher'den de daha verimliydi ve onun kadar, giderek ondan daha çok çıplak kadın ressamıydı.

Rubens'te sık sık görülen şeyler onun dokunaklı ve içli olmasını önlemez, asıl kadın portrelerinde Rubens hem kendini verebilmiş hem de kendini aşmıştır.

Ama Chardin!

Onun nasıl bir adam olduğunu bilmek isteğini sık sık duymuştum. (Watteau tam tasarladığım gibi bir insanmış)

Burjuvanın biri, Corot gibi iyi yürekli, ama ondan daha çok acı çekmiş, hayatta birçok talihsizliklere uğramış.

Harika bir kitap bu! Latour, Voltaire'ci ve esprili.

Pastel, öğrenmeyi çok istediğim bir usuldür, bir gün denerim herhalde; insan bir başın resmini çizebilirse, birkaç saatte öğrenebilmelidir pasteli.

Chardin'in tekniği üstüne söylediklerini çok beğendim. Resmi tamamlamak diye bir deyim vardır ya, esere öyle bir kesinlik vermek ki burnunu üstüne dayayıp bakabilesin anlamına gelir, işte bu kesinliği gerçek ressamların eserlerine hiçbir zaman vermediklerini kanısına varıyorum gün geçtikçe.

En güzel ve asıl teknik bakımından en başarılı resimler var ya, onlara yakından bir bak, yan yana dizilmiş renkler görürsün sadece, bütününün tadına varmak için belli bir uzaklıktan bakmalısın.

Rembrandt bu gerçeği ileri sürmekte direndi, bu yüzden uğradığı bir sürü yergiye karşın. (Zamanının burjuvaları van der Helst'i, resimleri yakından da görülebiliyor diye, ondan üstün tutarlardı.)

Chardin bu bakımdan Rembrandt kadar büyük. Israels'in de buna benzer bir yanı var; bana sorarsan, ben Israels'e her zaman hayranım, özellikle tekniği yüzünden. Herkes bunu bilse ve böyle düşünse çok güzel olurdu, ama olmaz işte, diyebilir Bonnemort.

Böyle çalışabilmek için bir az da büyücü olmak gerek, bunu öğrenmekse pahalıya oturur insana...

Michelangelo şöyle demiş: «Benim tarzım büyük budalalar yetiştirmeye yarar»; bu alaylı ve hazin sözü; rengi cüretle kullananlar için de söyleyebilirsin, çünkü renkte de korkak ve kişilikten yoksun ressamlar taklit yoluna sapamazlar.

Çalışmam ilerliyor sanıyorum.

Dün akşam başıma bir şey geldi, onu sana olduğu gibi anlatmaya çalışacağım. Evin arkasındaki bahçede bulunan üç meşe ağacını bilirsin! Dördüncü kezdir onları çizmeye çalışıyorum. Sana gönderdiğim kulübe ve mezarlık resimlerinin boyunda bir tuvalin önünde oturup üç gün çalıştım durdum.

O açık kahverengi salkım salkım yaprakları çizmek, biçimlendirmek ve tam tonunu bulup renklendirmek gerekiyordu. Akşam tabloyu alıp Eindhoven'de epey lüks bir salonu olan (gri duvar kaplamaları, yaldızlı siyah möbleler) arkadaşımın evine gittim, ve resmi duvara astık.

İşte o an, iyi şeyler yapmayı, renklerimi istediğim etkiyi elde etmek üzere değerlendirmeyi başaracağıma kanı getirdim ve bugüne kadar duymadığım sarsılmaz bir güven duydum. Tabloda açık kahverengi de vardı, taze yeşil ve (gri) beyaz da, tüpten çıktığı gibi saf beyaz bile vardı. (Görüyorsun ya, ben koyuya düşkün olduğum halde, karşıtına, giderek en uçtaki karşıtına karşı önyargı beslemiyorum).

Bu adamın parası var ve resmi satın almaya da can atıyordu, ama resmin yerini bulduğunu ve olduğu gibi renklerin birleşmesinden doğan tatlı ve hüzünlü havasıyla huzur verdiğini görünce, onu satmayı göze alamadım.

Çok hoşuna gittiği için de resmi ona verdim, o da tam benim istediğim gibi, nazlanmadan, büyük lâf etmeden aldı ve yalnız: «Bu nesne müthiş güzel!» dedi.


Ben resmin o kadar güzel olduğundan emin değilim daha. Önce birkaç Chardin daha görmeli, Rembrandt'ları, eski Hollandalı ve Fransız ustalarını incelemeli ve biraz da düşünmeliyim. Bu resimde kullandığımdan daha az boya kullanarak çok daha ileriye götürebilmeliyim işi.

Goncourt'ların gravürler ve desenler yaptıklarını biliyor muydun?

Sanma ki pratik görüşten yoksunum da ondan senin desen ve resim yapman için bu kadar direniyorum.

Pekâlâ, başarırsın, istersen iyi sonuç da alabilirsin. Ama asıl kendi mesleğinde gerçekten bir sanat bilirkişisi olmanı sağlar bu ve öbür bilirkişiler arasında yabana atılmayacak bir üstünlük verir sana.

İlerde ne olacağımı bilmiyorum. Ama bugün La Tour denilen o şeytan gibi adam üstüne bir şeyler okudukça, ne doğru, adamın (korkunç pintiliği bir yana) hayata karşı da resme karşı da ne kadar iyi bir davranışı var, diyorum kendi kendime.

Frans Hals'ın birçok resimlerini gördüm son zamanlarda: ona olan coşkunluğumu bilirsin, konuyu ilk ağızda ortaya. koymak sorunu üstüne hemen yazmıştım sana uzun uzun. La Tour ile Frans Hals'ın niyetleri arasında ne çok benzerlik var: ikisi de hayatı, üstüne silinebilecek kadar ince bir pastelle canlandırırlar. İlerde ne yapacağımı, geleceğimin ne olacağını bilmiyorum ama son zamanları böyle gelişi güzel aldığım dersleri unutmayacağımı umarım. Konuyu kesinlikle ortaya koymak ilk ağızda ama bütün aklını ve bütün dikkatini kapsayan tüm bir çabayla.

Şimdilik en çok fırça ile çalışmaktan hoşlanıyorum - desende bile - taslağı füzenle değil de fırça ile yapıyorum.

Eski Hollandalıların tablolarına nasıl başladıklarını araştırdığım zaman, desen denebilecek pek az şey görüyorum. Oysa desen yapmasını şaşılacak kadar iyi biliyorlardı. Gene de sanırım ki çoğu hallerde fırça ile başlayıp, fırça ile çalıştılar ve bitirdiler.

Doldurmaca yok onlarda. Örneğin bir van Goyen. Onun Dupper koleksiyonundaki bir resmini yeni gördüm: bir kumulun üstünde, fırtınalı havada bir meşe ağacı; bir de Cuyp'ten bir Dort manzarasını.

Şaşılacak bir teknik: hiçbir çareye başvurmayan, içinden doğmuş gibi, rengi de hesaba katmayan, görünüşte basitin basiti bir teknik.

Ama figür olsun, peyzaj olsun, öteden beri ressamlarda resmin doğanın aynada görünen resmi gibi bir tasviri, bir taklidi olmayıp, onun yeniden yaratılması olduğunu açığa vurmaya bir eğilim görülür.

Seninle daha birçok konulan incelemek isterdim: özellikle Chardin'in renk üstüne bana düşündürdüklerini ve «couleur locale» den sakınmak zorunluluğunu. Bak bu sözü ne güzel: «Nasıl şaşırtmalı, nasıl anlatmalı dişleri dökülmüş, yine de sonsuz zarafeti olan bu ağızın neyle meydana geldiğini? Yalnız birkaç sarı serpintisi ve birkaç mavi kırıntısıyla elde edilmiştir bu.»


Bunu okuduğum zaman Delft'li Vermeer'i düşündüm, onun La Haye peyzajını; ona yakından baktın mı, gözlerine inanamazsın, bir az uzaktan baktığın zaman gördüğün renklerden bambaşka renklerle yapılmış olduğunu görürsün.

Hoşça kal! Goncourt'un kitabını ne kadar beğendiğimi sana anlatmadan yapamadım.

Candan selâmlarımla.

VİNCENT

Hiç yorum yok: