AYN RAND KÜLTÜ
Bank Kapital, Aralık 1999
Schrödinger'in Kedisi isimli fütüristik romanın 1. cildinde, 2020'li yıllarda yaygınlaşacak olan bir akımdan bahsediyorsunuz: "Radikal Kapitalizm". Kendilerine "Ayn Rand Kültü" diyen bu militanların neyin peşinde olduklarını açar mısınız?
Ayn Rand malum, hayatını kapitalizmin ilkelerini, doğasını, tarihini; hepsinden öte, ahlaki anlamını açıklamaya adamış bir filozoftu. Romandaki "radikal kapitalistler" de onun izinde giden ve laissez-faire kapitalizmin "akılcı bir varlığın hayatına en uygun ekonomik sistem olduğunu" kanıtlamaya adamış militanlar. Radikal kapitalistler, dünya tarihinde hiç bir ekonomi-politik sistemin değerini, kapitalizm gibi apaçık ortaya koymamış, hiç bir ekonomi-politik sistemin insanoğluna kapitalizm kadar yarar sağlamamış olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre, dünyada hiç bir sisteme, kapitalizme olduğu kadar vahşice, haince, cahilce saldırılmamıştır. Kapitalizme ilişkin dezenformasyon, çarpıtma, yanlış takdim ve yalan öylesine yaygındır ki, 2000'li yılların gençliği bile kapitalizmin gerçek doğası hakkında yeterince bilgi sahibi olamayacaktır. Bu durumun baş sorumluları da "kapitalizmin deformasyona uğramasına seyirci kalan" sözde kapitalistlerdir, günümüz kapitalistleri yani.
Kapitalizm nasıl bir deformasyona uğramıştır?
Radikal kapitalistlere göre kapitalizm öncelikle "ahlaki" deformasyona uğramıştır.
20.yüzyıl kapitalistleri, "insan"ı üretim araçlarından "biri"ne indirgemek suretiyle insanlığa en büyük kötülüğü yapmışlardır. İnsanın üretim sürecindeki rolüne ve niteliğine önem vermemişler; insanı toprak, orman, yeraltı servetleri gibi üretim araçlarından biri olarak ve 'toplum' denilen şeye hizmet veren unsurlardan biri olarak görmüşler, insan hizmetlerini 'toplum' denilen soyutlamaya en yararlı olacak biçimde örgütlemeye çalışmışlardır.
"Toplum" diye bir şey yok, öyle mi?
"Toplum", gerçekliğe uymayan bir soyutlama. Çünkü 'insanlık' bir varlık, bir organizma; bir mercan kayası değildir. Üretimin ve ticaretin tek bir unsuru vardır; insanın kendisi. Bu bağlamda ekonomi, politika, felsefe, psikoloji, edebiyat gibi insan bilimlerinin tümü, işe insanı araştırarak başlamalıdırlar; toplum denilen muğlak bütünü değil. Aynı şekilde, artı-değer diye bir şey yoktur. Tüm servet, birisi tarafından üretilir ve o birisine aittir. Kapitalizmi tüm diğer sistemlerden üstün kılan, bireyin üretim özgürlüğüdür. Üretim özgürlüğü sömürüye değil, servetin yaratılmasına yol açmıştır. Ne var ki Avrupalı düşünürler, 'İnsanın Hakları' şeklinde kelimelendirilen Amerikan felsefesini hiç bir zaman tümüyle kavrayamamışlardır. Kapitalizmin özünü teşkil eden bireysel özgürlüğü, insanın kralların hakim olduğu bir devletin köleliğinden kurtulup 'millet'in hakim olduğu bir devletin kölesi olması şeklinde algılamışlar; üretim özgürlüğüne geçit vermemişlerdir. "Kaynakların topluma ait olduğu ve toplumun ortak çıkarları doğrultusunda kullanılmaları gereği" düşüncesi, objektif bir veriymiş gibi kabul görmüştür. Oysa 'ortak çıkar' diye bir şey yoktur. 'Çıkar' elle tutulur bir fayda olarak bireye dönük bir kavramdır. Sözde kapitalizm, bireyin kendisini toplum için feda etmesini öngören diğergâmlık ahlâkı, “morality of altruism” üzerine kurulmuştur. Diğergâmlık ahlâkının bir diğer sonucu ise "devletçilik faciasıdır."
Radikal kapitalistlerin devletçiliği ahlâksızlık olarak gördüklerini mi söylüyorsunuz?
Evet çünkü devletçilik bireyin üretim özgürlüğünü engeller. Kaldı ki insan üretim araçlarından birisine indirgeyen görüş, kapitalizmin değil, feodalizmin insan görüşüdür. Schrödinger'in Kedisi 'nde radikal kapitalistler 20. yüzyılın Avrupa kültürünün; esasen bir aşiret kültürü olduğuna işaret ederler. "Avrupa düşüncesinde the Varlılz aşirettir; toplumdur" derler. "İnsan, bu Varlık’ın her an ikame edilebilir hücrelerinden birisi olarak görülür. Varlık'a hizmet askerlik, öğretmenlik, hakimlik gibi saygın bir uğraş olarak algılanır. Egemen smıfların bu tür uğraşlarından doğan ayrıcalıklarım Varlık'a hizmet edebildikleri sürece kullanabildiklerine inanılır." Bu bağlamda 20. yüzyıl kapitalizmi, özünde feodaldir. "Sözde" kapitalizmdir. 20. yüzyılda-bedensel kölelik yoktur ama zihinsel kölelik devam etmiştir. İnsanın özgür ve bağımsız bir birey olduğu düşüncesi, Avrupa kültürüne bütünüyle yabancıdır.
Ayn Rand Kültü, akademi çevrelerini de suçluyor.
Doğru. Kitapta şöyle bir bölüm var mesela: “20. yüzyıl düşüncesini oluşturan en etkin yayınlarından birisi olan Encyclopedia Britannica'ya bakalım: Britannica, 1964 baskısında, kapitalizmi “feodalizmin yıkılmasından sonra Batı Dünyasına hakim olan ekonomik sistem” olarak takdim ettikten sonra “Kapitalist olarak adlandırılan bir sistemin temelini toprak, maden, fabrika gibi sermaye olarak bilinen ve kişisel olmayan üretim araçlarının sahipleri ile, emeklerini bunlara satan; özgür fakat sermayesiz işçilerin arasındaki ilişkiler teşkil eder. Bu ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkan toplu sözleşme pazarlıklarında, toplumsal ürünün işçi sınıfı ile kapitalist girişimciler arasında hangi oranlarda paylaşılacağına karar verilir” diyebilmiştir! Ansiklopediye göre kapitalizmin başarısı, böylece ortaya çıkan “artı değer”i piramitler, katedraller gibi ölü yatırımlara değil; gemiler, antrepolar, ham maddeler, yan mamüller ve mamuller gibi maddesel servet biçimlerine yatırmış olmasıdır! Artı değer, böylece genişletilmiş, üretken kapasiteye dönüştürülmüştür!”
Dostlarım, bu tam bir iki yüzlülüktür! 1964 yılı gibi yakın bir tarihten bahsediyoruz! Okuduklarımın üzerinden bir yüzyıl dahi geçmiş değildir! 20. Yüzyıl insanının beynini formatlayan Britannnica'nın iki yüzlülüğü, kapitalizm yolundaki güçlüklerimizin boyutlarını gözler önüne sermektedir! Nedir artı değer? Ansiklopedi, bunun cevabını vermemektedir, veremez! Çünkü artı-değer diye bir şey yoktur. Servet, birey tarafından yaratılır. Tanımlama, isimlendirme ve bütünleştirmeden oluşan karmaşık bir süreç olan düşünceyi sadece bireysel beyinlerimiz becerebilir. “Kollektif beyin”, “toplumsal bellek” diye bir şey yoktur. İnsanlar birbirlerinden öğrenebilirler. .. Ancak öğrenme bireyin kendisine ait bir süreçtir. Bireyler öğrenme sürecinde işbirliği yapabilirler. Bildiklerini birbirlerine ya da gelecek kuşaklara aktarabilirler. Ancak nakil, bireyin söyleneni alması halinde mümkündür. Pek çok medeniyet, bireyler kendilerine nakledilenleri alamadıkları, almak istemedikleri ya da düşünmeleri yasaklandığı için kaybolmuştur.
Radikal kapitalistlerin ekonomi bilimine getirdikleri eleştiriler de var.
Toplum incelemelerine karşı çıkıyorlar. “Bireyi inceleyerek toplum hakkında bir şeyler öğrenmek mümkündür, ancak tersini yapamazsınız” düşüncesindeler. “Toplumu oluşturan varlıkların, kendilerini incelemeden ilişkilerini incelemek, bize bir şey kazandırmayacaktır. Böyle bir durum, gökyüzünü araştırırken gezegenleri, uyduları ya da yıldızları incelemeyi reddeden astronomun haline benzer! Ya da tıpta, sağlıklı olmanın kıstaslarını tanımlamadan, hastalığı çözmeye çalışan hekimin haline! Hastaları bırakıp hasta ilişkileriyle uğraşan bir başhekim düşünebiliyor musunuz?! Modernist ekonomi-politikçiler asırlarca bunu yaptılar! Kullandıkları yöntem, “İnsan ekonomik denkleme uyduğu kadarıyla insandır” yöntemiydi. Böylesi soyutlamalar, gerçeği yansıtmadıkları gibi garip bir çifte standart da oluşturdu. Örneğin, bir ayakkabı tamircisine rastladıklarında adamın hayatını kazanmak için ayakkabı tamir ettiği sonucuna varmakla beraber, ekonomi- politik gözlüklerini taktıklarında adamın amacının, hatta görevinin topluma ayakkabı sağlamak olduğuna karar verdiler! Bir yandan, üretim araçlarının devletin kontrolünde olması gerektiğini söyleyen komünizme var güçleriyle karşı çıkarken, diğer yandan gelir dağılımını iyileştirme amacıyla işadamlarını 'vergi sağılacak inek' yerine koymaktan çekinmediler!"
Son vergilerden sonra bu saptamayla hemfikir olacak pek çok "işadamı" çıkacaktır!
Bence de öyle!
Son bir soru: Kapitalist ahlâk nedir?
Bu sorunun cevabı, insanı tanımlamaktan geçer. Radikal kapitalistlere göre insanın tanımlayıcı özelliği, akılcılığıdır. Akıl, insanın yaşayakalmasının ve öğrenmesinin başlıca aracıdır. İnsan, en basit ihtiyaçlarını bile düşünerek giderir. Yiyecek yetiştirmeyi, avlanmak için silah geliştirmeyi, düşünerek bulur. Hayvanlar gibi sadece içgüdüsüyle yaşayakalamaz. İçgüdülerimiz bizi, yağmur yağarken bir mağaraya saklanmaya yönlendirebilirler ama en basit bir barınak yapmak için düşünmek zorundayız. İçgüdü bize ateş yakmayı, yün eğirmeyi, tekerlek yontmayı, apandisit ameliyatı yapmayı, keman çalmayı öğretmez. Aklını kullanmak veya kullanmamak kişiye kalmıştır. Düşünmeyi reddeden bireyler ya eski Türkiyeli MAĞDURLAR gibi başka bireylerin keşfettikleri çalışma rutinini taklid ve tekrar ederek, ya da SÖMÜRÜLMEZLER gibi başka bireylerin ürettiklerini talan ederek yaşayakalırlar. Tercihleri hangi yönde belirirse belirsin, insanın yegane yaşayakalma aracı, akıldır ve aklını kullanmayanın aklını kullanana müdahalesi kabul edilemez. İnsan aklının temel gereksinimi, özgürlüktür. Üretim, insan aklının yaşayakalmak sorunsalına uygulanmasıdır. İnsan, akılcılığı ölçüsünde kazanır veya kaybeder. Yaşayakalır veya yeryüzünden silinir.
6 Şubat 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder