PAUL ELUARD
YAŞAMI
VE
ŞİİRLERİ
Haz: Abdullah Ergüven / “özel yayın” / Şubat 1980
Öz adı Eugéne Grindel olan Paul Eluard, 14 Aralık 1895'de Saint-Denis'de doğdu. Babası büro memuru, annesi Jeanne - Marie Cousin de dikişçiydi.
Ozan, Eluard adını anneannesinden alır. Babası, annesini üç çocuğuyla birlikte yapa¬yalnız bırakınca, küçük Paul'ün annesi de annesinin evine sığınır. Ozan, körpe çocukluk yıllarında acıklı, yaşam öyküleri dinler annesinden. Bu durum, ozana etki etmiş olmalı ki, bir gün sarışın Cecil'ine şunları yazar:
«Acıları, yaşamı öğrenmemeni, onlara kapalı kalmanı isterim. Kişiler, olaylar üstüne görgülenmek bir yük. Sen kendine özgü ışığında yürü.. »
Babası Clement Grindel Norman köylülerinden olup, Norman niteliğini üzerinde toplamış; mavi gözleri, sarı saçlarıyla Viking'leri andırıyordu. Yapmacık duygularla bağlıydı karısına, çocuklarına. Gün oluyor, yakınlarından bile kuşkulanıyordu.
Eugene, Saint-Denis bucak okuluna yazılır. Sonra ailesiyle birlikte Aulnay-sous-Bois'ya yerleşir. Burada sürdürür öğrenimini. Paris' e geldiklerinde küçük Eugene, Clignantcort Sokağı yakınındaki okula girer. Hastalanır. Yorucu ders yılından sonra, 1912 Temmuz sonunda annesiyle Montreux yakınındaki Glion (İsviçre)'a yerleşir.
İsviçre dağlarında, bu dinlenmenin tadını çıkardığı sıralarda vereme yakalanır.
1914 Şubatına değin dinlenir. Altı hafta sonra Paris'te oturan babasına - kitap göndermesi için mektup yazar. Ciltciye, ciltlenmek üzere bırakılan kitaplardan kuşkulanarak, «aman kitaplarıma bir şey olmasın» diye, duramaz bir mektup daha döşenir. Ismarladığı yapıtlardan başka, durmadan Rimbaud ile Lautreamont’u okumaktadır.
1914 Kasımı, henüz 19 yaşında, askeri göreve alınır. Ama 1915 Martında bronşite yakalanarak hastahaneye gönderilir. Savaşa çağrılır yeniden. Mektup dağıtıcısı, telefoncu, askeri hasta bakıcısı, yazışmacı gibi çeşitli görevlerde bulunur. Gözleriyle tanık olur can sıkıntılarına, üzüntülere, mutsuzluklara.
Bu arada, çeşitli hastalıklar yakasını bırakmaz. 1915 Eylül’ünde dört saatlik izinsiz ayrılışı yüzünden, sekiz gün tutuklu kalır. 1916 Temmuzunda yazmanlık görevini yüklenince: «Biraz önce ilginç bir göreve atadılar beni. Etape bölgesine ya da daha içerilere taşıdığımız yaralıların mektuplarını yazmak, aileleriyle bağlantı kurmak. Bu görevi öbürlerine yeğ tutuyorum, Yararlı bir iş.» demekten kendini alamaz.
Artık la Nouvelle Revue Française'le le Mercure de France'ı okumakta ve annesinden kitaplar istemektedir. Satın alınmasını istediği yapıtlar arasında Claudel'in Les Trois Poémes De Guerre'iyle Henri Bataille’in La Divine Trajedie'si de bulunmaktadır.
1912 yılı sonunda «yaşamının güneşi» olan Gala'ya tutulur. «Onu çok seviyorum. Beğenilerimiz birbirinin tıpkısı. Evimiz aydınlık, güler yüzlü, konuksever olacak; babama, anneme, dostlarıma, sizinkilere.» 11 Kasım 1918
Bırakışını ise bir çocuk sevinciyle karşılar. Önce ciltcisi, sonra dostu olan Gonon'a seslenir: «Bitti, bitti... İşte bitti yaşlı Gonon'um, renk değiştirdi gök. Kuşkusuz daha anlayışlı daha güçlü olacağız. Ohh .. Gonon! Ben artık sizinim.»
13 Kasım 1918'de Gonon'a şöyle sızlanır: «Gerçekten altüst oldum Apollinaire'in ölümüyle. Genç bir yetenek aramızdan ayrılan. Onun verdiği umutları bize hiç kimse veremiyecek!»
Apollinaire'e ağlıyordu: «Ulu bir yapının» temellerini atan. Daha sonra kendisi gibi savaştan yeni çıkmış gençlerle karşılaşır: Louis Aragon, Andre Breton, Philippe Soupault, Robert Desnos, Hans Arp, Max Ernst vb ...
Böylelikle Dada'cılar ve Gerçeküstücülerle bağlar kurar.
Babasına şöyle yazar bir gün: «Paris'e gelirken kanama geçirdim. Sağlık yurdundayım. İsviçre sanatoryumunda olduğumu söyleyiver».
Yanına 17.000 frank alarak sonradan «aptalca bir yolculuk» diye nitelendireceği amaçsız bir yolculuğa, dünya yolculuğuna çıkar (1924).
Her şeyini; karısını, kızını bile arkada bırakır. Bu kaçışta babasının sıkıyönetimine boyun eğmeyen sert bir ırkın izleri var. Hindiçini'ye değin uzanır: Tahiti, Cook Adaları, Yeni Zelanda, Cava, Sumatra, Seylan, Hindistan, Hindiçini.
Charles Baudelaire’'in yolculuğu durgun, düzenli bir yaşayışa kavuşmak amacıyla adalara, yeni çevrelere açılıştı. Ama Eluard'ın yolculuğu üstüne yer adlarından başka bir şey bilinmiyor. Birkaç ay sonra Gala, Saygon'da yardımına yetişir. Altı aylık bir ayrılıştan sonra birlikte Marsilya'ya gelirler.
Gerçeküstücü topluluğunda ve Franco'ya karşıdır. Prene'lerin ardında İspanya'nın acısını çeker. Ardından İkinci Büyük Savaş (1939-45).
1942 mütarekesinden sonra işgal gücüne karşıdır.
Liberte (Özgürlük), bir Marseillese gibi kulaklarda yankılanır. Ulusal Yazarlar Kurulu'nun çağrısı üzerine Eluard da öbür ozanların yanında yer alır.
1930'da Gala'dan ayrılır. «bütün varlığını dolduran» Nusch'la evlenir.
(1946). Eluard-Nusch evliliğinin tanıklığını yapmış olanlar arasında Picasso da vardır.
1952 yazı. Dinlenmek için Perigord' da küçük bir ev kiralar. Henüz 57 yaşında. Omuzları çökmüştür. Önsezilerinin etkisiyle olacak, Perigord'un güzel görünümlerini bir yana iterek Paris' e gelir.
18 Kasım sabahı göğüs anjini yakasını bırakmaz, olduğu yere yıkılır (1952).
Eluard yaşadığı yerlerin, görünümlerinin iç kapanıklığını unutmadı hiçbir zaman. Bir yandan rahatsızlığı, öbür yandan öğrenimini yanda bırakma korkusu. Bütün bunlar o zamanın mutlulukla mutsuzluk arasında bölünmüş duygululuğunu etkiliyordu. Yirmisinde bir “anlatım aracı” ardındaydı.
Gerçeküstücülük yeni sözcükler yaratma sanatını kazandırdı.
Coşkunluğu, sözcük bilimine başvuruyordu aralıksız. Bilinmeyen zenginlikler elde edeceği Fransız şiir geleneğinin kalıtıcısı olmak ister. Yalın sözcüklerle dilini yaratır. Kısa tümcelerle şiirlerinin derinliğinden fışkıran çarpıcı dizelerle gerçekleri yinelemekten hoşlanır.
Robert Poulet, Eluard'ın en iyi yapıtı olarak Mourir de Ne pas Mourir (Ölmemek için Ölmek)'i gösterir.
Şiir yaşamın içindedir, şiir gerçeği amaç edinir. Şiir kişiler, onların koşulları için; koşullar çekici olduğu zaman Eluard' da biçim yok. İzlenimcilerin desenleri gibi sanatının çevre çizgisi her zaman sislere gömülür.
Les Yeux Fertiles (Verimli Gözler, 1936)'le yeni bir dönem başlar. Eluard kuşkusuz, kendi topluluğunun en gerçekçi ozanı. Her zaman ulu bir sesi düşler doğal olarak. Şiir yoluyla doğrudan doğruya insana uzanan bağlar kurar. Özgürlüğünü ortaya koyar bu yapıtla.
İspanya İçsavaşı (1936) sıralarında yaklaşık olarak şöyle der:
«Bütün ozanların, insanların yaşamıyla yakından ilgilenerek onları desteklemek görevinin zamanı gelmiştir.»
Liberte, İkinci Büyük Savaş yıllarında Fransız şiirini ardında sürükleyen büyük harekete katılır.
Sur mes cahier d'écolier
Sur mon pupitre et les arbres
Sur le sable sur la neige
J'écris ton nom
Sm toutes les pages lues
Sur toutes les pages blanches
Pierre sans papier ou cendre
J'écris ton nom
Roland Purnal'e göre Eluard'ın yalnızlığında bir «kaynaşma gereksinmesi» saklıdır.
İlk yapıtlarının birinde «toprağa bağlı bir bakış»ı, insanla Evrenin dengesini belirtir. Koşulların baskısıyla her şeyi kişinin durumu karşısında başkaldırmaya bağlar. Simgeleri eşsiz bir ustalıkla kullanır. Coşkunluğu bir denge tansığıdır. Sevi, umutsuzluğa karşı durur. Eluard'ın sözcüğü, zaman kavramını siler, yerçekimi yasalarına karşı direnir. Nesneleri tozlaştırır: Bütün bir boşluğu aydınlatmak için ayakta kalan yalnız kişilerdir. Bütün çağlar boyunca Fransız içli ozanlarının başlıcalarından biri.
Marcenak, özellikle onun gerçekçiliği üzerinde durur: «Neyle gizlemeli toprağın tuzlu tadını? 1917'den 1952'ye değin her gün biraz daha bilinçli. Ozan sesini yükseltmişse, gizemli bir kaynaktan çıkmıyordu. Ortak yankısıydı bu ses insanların, tarihin. Kişi, savaş için yaratılmadı; karısı, çocuklarıyla mutlu olmak için» diyordu.
Gerçek, büyük ozan kendi alınyazısında, alınyazımızın imgesini görebilen, gördüğünü yansıtabilen ozandır:
De l'horizan d'un homme a l'horizon de tous
“Kişinin çevreninden tümümüzün çevrenine”
Lautreamont soruyordu ozanlara: «Sizi öbürlerinden ayırmaya yeter bir neden mi dizelerle yazmanız?»
Eluard'ın da yapıtlarıyla ortaya koyduğu gerçekler bundan başka değil. Ozan, yalnızlık krallığının saçma başbuğu değildir. Işık tümümüz için. Ozanın bir Evreni var, tarih onu herkesle paylaşır. İşte ozanın varlıklar zincirindeki yeri ve görevi:
Je suis crée, je crée, c'est le seul équilibre
C'est la seule justice
Yaratılmışım, yaratırım, tek denge bu,
Tek eşitlik.
Hier il ya trés longtemps
Je suis né sans sortir des chaines
Je suis né comme une defaite
Hier il ya trés longtemps
Je suis né dans les bras tremblants
D'une famille pauvre et tendre
Dün, uzun yıllar önce
Doğdum zincirimi koparmadan
Bir bozgun gibi doğdum
Daha dün
Doğdum titrek kollarında
Yoksul, sevecen bir ailenin
Eluard yığınların duygusunu paylaşır, halkın içinde yaşar. Toplum her şey onun için. Yaşadığı ortamın ozanı olduğu kadar, gelecek kuşakların da ozanı. Çevresindeki gerçeklere bağlı. Görmemezlikten gelmez onları. Uydurma türküler de söylemez! Ozanın işi değil yalancılık. O, ne de bir kentsoylu aldırmazlığına kaptırır kendini:
Voici ma table et mon papier, Le pars d'ici
Et je suis d'un seul bond dans la foul des hommes.
Çekip gidiyorum, işte masam, kâğıtlarım
Bir atılışta ortasındayım yığınların.
* **
İls vous ont fa it payer le pain
Le ciel la terre l'eau le sommeil
Et la misére
De votre vie
Haram ettiler bir dilim ekmeği size
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın
Şiiri yaratan duygularının gücüdür. Ülkücülüğü, kişinin evrenselliğine inanan bir ülkücülük. Yüreği ve ruhu bireyci değil. Ozan, onların açılmasını, sunulmasını ister. Sevenle sevilen arasında bir karşıtlık aramayın. İkilik de bir. Mutluluğun bireşimi. Çünkü o, eş tenden, eş yürekten çıkıyor. Eluard taşa, suya, ateşe nasıl inanıyorsa, görünen evrende olduğu gibi, sözcüğe de inanıyordu:
La terre est bleu comme une orange
Jamais une erreur les mots ne mentes pas
Bir portakal gibi mavi yeryüzü
Yanlışı yok sözcükler yalan söylemez
“Hiçbir zaman yitirmedi inancını; bir eylem, bir sorun adamı olarak. Kısacası,” der Louis Perche, çağımız şiirinin Platon'u; iyiliği, dostluğu, kardeşliği dile getiren ozanı Eluard."
Son sözü ozanın kendisine bırakalım:
«- Goethe'nin dediği gibi -her şiir bir koşuldur. Şuna inanmalıyız ki bir durum-koşul şiiri; özelden genele değişime uğrar ve bir değer anlamı, bir süreklilik ve sonsuzluk anlamı kazanır. Koşullar; ozanın en yalın istekleri, yüreği,ruhu ve usuyla uzlaşmalı. Dış koşullarla iç koşulların eş anda rastlaşması gerek. O zaman seviçli bir coşkudan, bahar çiçeklerinden, ölmemek için bir şey yapma sevincinden daha gerçek olur. Ozan her zaman, kendi düşüncesinin izinden gider. Ama bu düşünce onu, insanlığın ilerlemesi çizgisine götürür.»
Stokholm, Ocak 1980
Abdullah Rıza Ergüven
Not: Abdullah Rıza Ergüven'in bu kitabı daha sonra 1993'te Berfin Yayınevi tarafından basılmıştır.