RSS

8 Nisan 2017 Cumartesi

JOHN STEINBECK VE SARDALYE SOKAĞI



JOHN STEINBECK VE SARDALYE SOKAĞI


Bu yazıyı okuduğumda o kadar ilgimi çekti ki; yıllar öncesinden rafa kaldırdığım Sardalye Sokağı’nı indirip yeniden okudum…

Elimdeki yazıda krokiler, Sardalye Sokağı’nın eski ve yeni fotoğrafları… Dora’nın, Doc’un… Steinbeck’in doğduğu evin fotoğrafları da vardı…

Sanki bir kitap / ve de eski bir öykü yeniden ete kemiğe bürünerek; anılarıyla, çağrışımlarıyla karşıma dikilmişti…

En azından yazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istedim…

Umarım keyifle okursunuz…






JOHN STEINBECK

ve SARDALYE SOKAĞI




Cumhuriyet Dergi / 19 Ekim 1995
Sayı:296 - Özgen Acar


JOHN STEİNBECK (1902-1968 )

John Steinbeck toplumda dışlanmış insanların dünyasına sevecen yaklaşan bir yazardı. Özellikle 1930 ekonomik bunalımının, California yöresindeki tarım işçilerine etkilerini, bireysel yaşamlarını, doğal ortamında toplumsal bir yaklaşımla anlatmıştır.

Steinbeck 27 şubat 1902'de Salinas’ta doğdu. Babası yerel bir politikacı, annesi öğretmen, Alman – İrlanda kırması, Big-Sur’a yerleşmiş göçmen bir aileden geliyordu.

Steinbeck’in romanlarında sıkça duyulan tarım kokusu, çocukluğunun da böyle bir ortamda geçmiş olmasından kaynaklanır.

Stanford Üniversitesi’nden (1920-26) mezun olmadı. Bir ara Panama’ya gitti. Oradan New York’a geçti. Hedefi iyi bir gazeteci olmaktı. Beceremeyince, New York’ta girip çıkmadığı iş kalmadı. Californiya’ya dönmek zorunda kaldı.

Evlendikten sonra, doğum yeri olan Salinas yakınındaki Monterey’e yerleşti. İlk iki romanını kimse basmadı. Umutsuzluktan üçüncü romanıyla birlikte bunları yaktı.

Yoğun duygusallık içeren basılmış ilk romanı Altın Kupa’yı (1929) karlı bir göl kıyısında, bir kulübede bekçilik yaparken yazdı. Lisedeyken kaleme aldığı, “A Lady In Infrared – Kızılötesinde Bir Bayan” adlı öyküsünü genişleterek oluşturdu.

“The Pastures of Heaven – Cennetin Çayırları” (1923) ve yazım tekniğini geliştirdiği, “To A God Unknown – Bilinmeyen Bir Tanrıya” (1933) kitapları izlediyse de bunlar pek yankı bulmadı.

1935 Steinbeck’in yazarlık yaşamının dönüm noktasıdır. Meksika’dan göç eden İspanyol-Kızılderili kırması, evsiz barksız Paisona’ların dünyaya boş vermişliğini tatlı buruk bir dille anlattığı, “Tortilla Flat – Yukarı Mahalle” adlı roman, düşsel bir gerçekçilik içerir. Bu kitabıyla çıraklığı noktalanır. Bu kitap filme çekilir… 










Steinbeck yazarlık hevesinden dolayı sürekli geçim sıkıntısı çekiyordu. Birinci eşi Carol çeşitli işlerde çalışıyor, kendisi ise içki yasağı yıllarında evsiz barksız sokak serserileri, balıkçılar ve işçilerle kaçak şarap içiyor, onların yaşamlarını paylaşıyordu.

“In Dubıons Battle – Bitmeyen Kavga” (1939); bir zamanlar kendisinin de aralarında yaşadığı meyve toplayıcılarının sendikal uğraşlarını konu alan bu roman, çok ilgi uyandırmadı. Kendisine Amerika’da komünist anlamına gelen “kızıl” damgasının vurulmasına neden oldu.

Oysa bu roman günümüz Amerikan yazın dünyasında “İngiliz dilinin en çarpıcı kitaplarından biri” olma beğenisini sürdürüyor.

Kısa roman türünün en güzel örneklerinden biri olan ve iki göçerin dramını anlatan “Of Mice and Men- Fareler ve İnsanlar” daha sonra tiyatroya uyarlandığında, dünyanın pek çok ülkesinde sahnelendi, filme çekildi ve TV filmi yapıldı. Psikolojik ağırlıklı oyun, Amerika Drama Eleştirmenleri Ödülü’nü kazandı.

Steinbeck yazarlığının doruğuna “The Grapes of Wrath – Gazap Üzümleri” adlı romanıyla çıktı. Bu roman kendisine Pulitzer Ödülü’nü de kazandırdı. Oklahama’daki evlerinden büyük sanayici ve bankacıların zoruyla koparılmış küçük bir ailenin, Californiya’ya göç öyküsünün anlatıldığı roman yüzü aşkın dile çevrildi, filmi ve tiyatrosu yapıldı. Bu yapıt Steinbeck’in tartışmasız en iyi kitabı olarak kabul edilir.Yayımlandığı an 1 milyonluk satışı ile rekorlar kırmış, öykünün geçtiği “66.” cadde yüzbinlerce turist çekmiştir.


2. Dünya Savaşı’nda bazı propaganda kitapları da yazdı. İkisi de 1942’de yayınlanan “The Moon Is Down – Ay Battı” ve “Bombs Away – Bombalar Öte” kitapları bunların arasındadır.New York Herald Tribune gazetesi adına Avrupa’da savaş muhabirliği yaptı.

Röportajlarını “Francisco News – Bir Savaş Vardı” adlı kitapta topladı.

Savaş sonrasının ilk romanı “Cannery Row – Sardalye Sokağı” (1945) ise yazarın en önemli üç kitabından biri oldu.. Filme çekildi.

Bunu “Pearl – İnci” (1945) ve savaşın neden olduğu toplumdaki açgözlülüğün acı bir dille anlatıldığı “The Wayward Bus – Aşk Otobüsü” (1947) izledi.

Burning Brigt – Alev” ( 1950) ve East of Eden – Cennetin Doğusu” (1952) adlı romanları ile Steinbeck, o güne değin alışılmış konuların dışına çıktı.

“Yukarı Mahalle” ve “Sardalye Sokağı”nı tamamlayan Monterey dizisinin üçüncü kitabı “Sweet Thursday – Tatlı Perşembe” yi (1954) yayımladı.

“The Short Reign of Pipin IV – Dördüncü Pippin’in Kısa Saltanatı” (1957) “The Winter of Our Discontent – Mutsuzluğumuzun Kışı” “Travels With Charley – Charley ile Seyahat” (1962) ise daha hafif olup gazetecilik gözlemlerini aktarır.

Uzun öykü kitapları arasında ise “Saint Katy, The Virgin – Bakire Aziz Katy” (1936) ; “The Red Pony – Al Midilli” (1937) “ The Long Valley – Uzun Vadi” (1938) Sovyetler Birliği’ndeki günlerini anlatan “Russian Journey – Rusya Yolculuğu” (1948) yer alır.

Steinbeck başlangıçtaki ününü, bireylerin evliyalık ve günahkârlık arasında değişen zengin karakter yelpazesini, toplumsal çerçeveye oturttuğu, proleter çizgi ve doğasal anlatıma borçludur. Steinbeck’in zengin simgeselliğini, şiirsel ve masalsı anlatımını inceleyen pek çok inceleme kitabı yayınlandı. Doktora tezleri yazıldı. Yaşamının son yıllarında proleter çizgiden uzaklaşınca, edebiyat dünyasında değişik tepki ve eleştiriler aldı; “döneklikle" suçlandı.

Türkçeye en çok çevrilen Amerikan yazarıdır.

1962’de Nobel Ödülünü kazandı. ABD Başkanı Lyndon Johnson “Özgürlük Madalyası” verdi.

Steinbeck böylece hem Pulitzer hem de Nobel kazanan tek Amerikalı yazar oldu…

20 Aralık 1968’de öldü…



JOHN STEİNBECK VE SARDALYE SOKAĞI


John Steinbeck romanın giriş bölümünde Sardalye Sokağı’nı okurlarına şöyle tanıtır.

“California’da Monterrey’in Sardalye Sokağı bir şiir bir koku, gıcırtılı bir ses, bir ışık demeti bir alışkanlık, bir özlem, bir rüyadır. Sardalye Sokağı bir toplanış bir darmadağın oluş eylemidir. Teneke, demir, kıymık, pas, kıymıklı tahta parçası, delik deşik kaldırım, ot bürümüş arsa, hurda yığını, oluklu saçtan yapılmış, sardalye kutuları, korna sesleri, aşçı dükkanları, laboratuarlar ve serseri yataklarıyla doludur. Burada oturanlar vaktiyle biririnin dediği gibi, “o....lar, p.....ler, kumarbazlar ve eşşoğlueşşekler”den oluşur ki bununla tüm mahalle halkı anlatılmış olur.. fakat bunu söyleyen adam bir başka delikten bakmış olsaydı; mahallede onlar için “evliyalar, melekler, mazlumlar ve mübarek insanlar diyebilirdi. O zaman da yine herkesi tanımlamış olacaktı.


Sabahları sardalye avından dönen kafileler, düdüklerini çalaçala, salına salına koya gelirler… Batasıya yüklü gemiler, konserve yapımevlerinin kuyruklarını denize saldığı yerde kıyıya çekilirler… Bu benzetiş özellikle yapılmıştır, çünkü bu işyerleri körfeze ağızlarını verecek olsalardı, kutulanmış sardalyelerin öteki ucundan çıkışı mecâzen bile olsa, pek korku verici bir şey olurdu. Ondan sonra fabrikaların düdükleri feryada başlayınca, bütün mahalle birden ayaklanır; kadın erkek herkes çarçabuk sırtlarına bir şey geçirerek yallah sokağa fırlarlar.


Daha sonra gıcır gıcır arabalar, yukarı sınıfları aşağı taşımaya başlar… Muhasebeciler, müdürler patronlar yazıhanelerine girip gözden kaybolurlar. Derken İtalyanlar, Çinliler, Polaklar pantolon ve lastik çizme giyinmiş muşamba önlüklerine bürünmüş kadınlı erkekli bir sürü insan sökün eder. Yakalanan balıkları temizleyip pişirip kutulara yerleştirmek için koşarak gelirler, gümüşî balık nehirleri, gemilerden fabrikaya aktığı sürece ve tekneler suyun üstünde biraz daha yükselerek bomboş kalıncaya dek, bütün sokak bir bağırtı bir çağırtı, çatırtı ve bir feryat figân içinde çalkalanır durur… En son balık da temizlenip pişirilerek kutulanıncaya dek yapımevleri gürültü-patırtı bağrış ve çağrışla inler…


Sonra düdüklerin sesi tekrar duyulur. Üstünden sular sızan kadınlar, balık kokan yorgun İtalyanlar, Çinliler, Polaklar, kadınlı erkekli sokağa dökülür, evlerine doğru yavaş yavaş tepeyi tırmanmaya başlayınca, Sardalye Sokağı yeniden kendini bulur, sessiz ve sihirli haline yeniden bürünür. Olağan hayat geri dönmüştür. Can sıkıntısıyla selvi ağaçlarının gölgesine sığınmış serseriler ortaya çıkar, boş arsalara bırakılmış paslı borular üzerinde toplanırlar. Dora’nın evindeki kızlar eğer güneş varsa, sırtlarını ısıtmak için dışarı fırlarlar. Doktor (herkes onu sadece Doc diye bilir) Batı Biyoloji Laboratuvarı’ndan karşı tarafa geçerek Lee Chong’un dükkânından yarım galon bira almaya gider. Ressam Henri burnunu cins bir airdale gibi, bir arsaya yığılmış hurda yığınına daldırarak yapmakta olduğu kayık için işe yarar bir demir ya da tahta parçası arar… Derken akşam karanlığıdır çöker mahalleye . Doc’u görmeye gelen dostları Batı Biyoloji Laboratuvarı’nın kapısını çalarlar, o da bira almak için yeniden sokağı geçip Lee Chong’un dükkânını boylar…


Bu şiir bu koku, gıcırtılı ses, ışık demeti, renk, alışkanlık, bu rüya bir arada nasıl canlı tutulabilir. Deniz hayvanları topladığınız zaman bilirsiniz; bir takım nazik sülükler vardır ki; bir türlü tutamazsınız... Elinizi değdirdiğiniz zaman parçalanır, darmadağın olur. Bunları kendi haline bırakmak gerekir. Kendi kendilerine bir bıçağın kenarına yapışmalarını beklemelisiniz, o zaman bir bıçakla birlikte alıp deniz suyu dolu bir şişeye boşaltırsınız.

İşte o kitabı yazmak da onun gibi bir şey olacak, sayfayı açalım, ol hikâyet kendiliğinden gelip doldursun…”


DOC: EDWARD FLANTERS RICKETTS

Sardalye Sokağı’nın baş kahramanı Doc’tur. Üniversite mezunu olmayan diplomasız deniz biyoloğu Doc, Şikago göçmenidir. İstese de istemese de denizde yaşayan hayvanları topladığı, kesip biçtiği için herkes O’nu gerçek doktor olarak kabul etmiştir. Doc sadece Sardalye Sokağı’nın değil, aynı zamanda 1930’larda Monterey Kentinin hekimi, filozofu, ve simgesi oluştur. “Doc” gerçekte yaşamış bir kişidir. Adı da Edward Flanters Ricketts’dır…

Steinbeck’in de 20 yıl dostu olan, kısaca Ed Ricketts, yazarın Sardalye Sokağı’ndan başka beş romanına da değişik adlarla girmiştir..

Günümüzde bilim adamlarını kaynak kitap olarak kullandıkları “Pasifiğin Gelgitleri Arasında” adlı kitabın da yazarıdır. Steinbeck, Ricketts ile Carmel’de ilk kez karşılaştığında “Doc" kendisini Deniz Biyolojisine adamış bir öğrenciydi.

Dostluklarını daha sonra kaçak içki, ucuz şarap ve felsefe pekiştirecekti… Steinbeck’in deniz ve deniz hayvanlarına ilişkin gözlemlerinin ardındaki kişi, bohemsel yaşamın göbeğindeki kişi “Doc” tur… birinci eşi Carol, Steinbeck’in yazarlık tutkusunu sürdürebilmesi için Ed’in yanında sekreterlik bile yapmıştı..

Ed Ricketts 1948’de hemzeminden geçerken arabasının demiryoluna takılı kalması sonunda, Sardalye Sokağı’ndaki bir kavşakta yaşamını yitirdi. Ed, Steinbeck’in romanını basılmadan okuyan tek kişidir.

Ed, oğluna yazdığı mektupta bu olayı şöyle anlatıyordu. “tuhaf… çok tuhaf… bir bakıma Yukarı Mahalle’msi… fakat üzüntü ve yalnızlığın anlatım ve yapısallığı çok daha iyi… Genelde beni anlatıyor… John "OK" lememi istiyor. Orada ben romantik bir kişi olarak görünüyorum. Kitap yayınlanmadan önce ve her şey yatışıncaya dek, kentten sessizce ayrılmam gerekiyor. Gerçekten çok güzel bir çalışma ve tümüyle onaylıyorum."

Monterey’in ünlü Bilim Kuruluşu “Aquarium” da “Ed-Doc” a ayrılmış özel bir bölüm bulunuyor. (*)

Şimdi gelin Steinbeck’in Sardalye Sokağı kitabına “Ed-Doc” un çalıştığı ve kentin dününe damgasını basan ve bugününe yol açan “Batı Biyoloji Laboratuvarı” na göz atalım:

“Batı Biyoloji Laboratuvarı”

"Batı Biyoloji Laboratuvarı” sokağın öte yakasındaki boş arsanın tam karşısına düşerdi. Lee Chong’un bakkal dükkanı, laboratuvarın çaprazlama sağında, Dora’nın Bear Flag Lokantası da solundaydı. Batı Biyoloji, birtakım garip ve özel şeylerle uğraşırdı. Çok hoş deniz hayvanları, sünger, deniz yıldızı, deniz lâlesi, çift kapaklılar, galsamalılar, tektibranslar, dikenli, topuzlu, iğneli deniz kestaneleri, boy boy yengeçler, gölgesi bile olmayacak kadar saydam; hayal misali karidesler, kısaca akla gelen bin türlü karides hayvanları satardı.

Laboravuvar böcekler, akrepler, kertenkelelerle tıklım tıklım doluydu. Bunların hepsi satılıktı… Ayrıca kimi tam, kimi ince dilimlenip camların arasına konulan ceninler vardı. Okullar için damarlarındaki kanı akıtıp, yerine dolaşımı daha kolay izlemeyi mümkün kılacak şekilde sarı ve mavi renkli sular şırınga edilmiş köpekbalıkları da bulunurdu. Aynı şekilde hazırlanmış fareler ve kaplumbağalar da vardı. Sözün kısası Batı Laboratuvarına bir şey ısmarlayacak olsanız eninde sonunda size teslim ederlerdi.” (S:26)

Yazıhanenin sol yanı kütüphaneye açılırdı. Duvarlar tavana kadar kitaplarla kaplıydı. (…) Duvarlarda, kitap raflarında göz düzeyinde, isterseniz başınızı kaldırmadan seyredebileceğiniz bir yerde; Daumiers, Graham, Titian, Leorno, Picasso, Dali ve George Grosz’dan yapılma röprodüksiyonlar asılmıştı.” (Sh. 28)


DOC

Sardalye Sokağı’nın temel kahramanı ve öteki kitapların vazgeçilmez karakteri Doc’u yazarın paragrafları ile tanıyalım:

“Doc Batı Biyoloji Laboratuarı’nın sahibi ve yöneticisiydi. Ufak tefek görünür, ama aslında öfkesi kalkınca; pek sert hareket edebilen kasları demir gibi, güçlü kuvvetli bir adamdı. Sakalını da uzatmıştı; bu haliyle yarı İsa, yarı satır yüzlü, elinden yüzünden nur akan bir görünümü vardı.. Başı dertteki kızlara yardım edip, onları yeni dertlere soktuğu söylenirdi. Doc’un bir beyin cerrahı gibi becerikli elleri, gayet soğukkanlı olabilen bir kafası vardır.

Doc, sokakta giderken bir köpek görecek olsa şapkasını çıkarıp selam verir, köpek de başını kaldırıp gülümserdi. Gerektiği zaman her şeyi kılını kıpırdamadan öldürebilir, ama zevk için kimsenin kılına bile dokunamazdı…

Yalnız bir korkusu vardı; başını ıslatmaktan müthiş ürker, bu yüzden kış-yaz başından yağmur şapkası hiç eksik olmazdı. Göğsüne kadar göle girerken hiç tınmazdı da, başına bir damla yağmur düşse deli olurdu.” (S:29)

Kendisini tanıyan herkes şu ya bu şekilde O’na borçluydu. O’nu hatırlayan herkes, hemen ardından “Ben de şu Doc için bir şeyler yapmalıyım”ı yapıştırırdı.(S:30)

Steinbeck romanın öteki kahramanlarına Doc’u şöyle anlattırır:

Mac: “Şu Doc bulunmaz adamdır be… Ne zaman borç istesen adamı boş çevirmez…birkaç çeyreklik sıkıştırıverir eline.. sapına kadar erkek… bulunmaz adamdır.”

Huggie: “Karı kızı pek sever.”

Jones: “Zaten üç dört tane var elinde… Perdeleri çekip, gramofona o kilise havasını andırır şeyleri koyunca, onlardan birini düşündüğü hemen belli olur.” (S:43-44)

Steinbeck arkadaşının diplomasızlığını, 95. sayfada “Batı Biyoloji Laboratuarı’nın sahibi Doc’un hekimlik izin belgesi yoktu. Sokakta gördüğü herkes, akıl danışmak için ona geliyorsa bunda onun ne suçu var diye savunur. Doc’un denize bakan Batı Biyoloji Laboratuarı’nın kapı numarası 800’dü. Bugün bu yerde, 1957’den beri sadece erkeklerin üye olduğu “Şehir Kulübü” bulunuyor.

Hiç yorum yok: