RSS

8 Nisan 2017 Cumartesi

JOHN STEINBECK VE SARDALYE SOKAĞI





Cumhuriyet Dergi / 19 Ekim 1995
Sayı:296 - Özgen Acar




İzmir’de Atatürk Lisesi’nde öğrenciyken, okul dışı zamanımın çoğunu “Birinci Kordon”daki “Amerikan Kütüphanesi”nde geçirirdim. Amaç, İngilizcemi geliştirmekti. Uyguladığım yöntem, Türkçeye çevrilmiş Amerikan roman ya da öykü kitabın İngilizcesi ile birlikte aynı anda okumaktı. İngilizcesinden okuduğum paragrafı, sonra kafamda Türkçeye çevirmeye çalışırdım. Çeviririnin denetimi, kitabın Türkçesinden gelirdi. John Steinbeck, Jack London, William Faulkner, Ernest Hemingway, Erskine Caldwell, Truman Capotte’u böyle okudum. Bu yöntemin ilk romanı, ilk gözağrım her nedense Steinbeck’in “Sardalyc Sokağı” olmuştu.

Kitap “Türkçeye “Sardalye Sokağı” diye çevrilmişti. İngilizce adı “Cannery Row”, gerçekte “Konserve Fabrikası Yolu” anlamına geliyordu. Yazar, “Sardalye Sokağı”nın İngilizce tam karşılığı olan “The Street of Sardines” dememişti. Romanı bitirdiğimde çevirmenin “Sardalye Şokağı”nın seçmesinin nedenini anlayacaktım. İngilizcesine “Cannery Row”, Türkçesine de “Sardalye Sokağı” çok iyi yakışmıştı.

1970’de California’ya gittiğimde roman yayımlanalı tam çeyrek yüzyıl olmuştu. İlk gözağrımı görmek amacıyla Monterey’e ve gerçek adı “Old Ocean View Avenue-Eski Okyanus Manzara Bulvarı” olan “Cannery Row Sardalye Sokağı” na koştum.

İlginç bir rastlantı... Bundan birkaç hafta önce, kitabın yayımlanışının 50. yılında yine aynı sokakta idim. Bu kez beni bazı ilginç sürprizlerin beklediğinden habersizdim. “Sardalye Sokağı” nın kahramanlarının gerçek olduğunu öğrenecek ve bazılarının fotoğraflarını bulacaktım. Romanda adı geçen yerlerin haritasını günümüze uyarlayıp 1945’te yayımlanışının 25. ve 50. yılındaki durumlarını kıyaslama olanağını elde edebilecektim.

Bilgi ve fotoğrafların pek çoğu Türkiye’de ilk kez yayımlanıyor. Bana yardımcı olan Amerikalı araştırıcı ve yazar Michael Kenneth Hemp’e şükranlarımı sunarım.

İşte! Geçmişinden günümüze John Steinbeck’in “Sardalye Sokağı”nın 50. yılı...






MONTEREY- Yaşamının önemli bir bölümünü geçirdiği “Monterey” kenti, John Steinbeck’in üç romanındaki doğal ve toplumsal ortamı oluşturur.

Bunlar 1935’te “Tortilla Flat-Yukarı Mahalle”, 1945’te “Cannery Row - Sardalye Sokağı” ve bunun bir uzantısı olarak 1954 ‘te “Monterey Üçlüsü'” nün sonuncu kitabı olarak yayınlanan “Sweet Thursday- Tatlı Perşembe" dir.

Yazar, yaklaşık onar yıl aralarla yazdığı bu “üçlü”de, 1930 ekonomik bunalımından, 2. Dünya Savaşı”na uzanan dönemin toplumsal fırtınasını bireylerde tanık olduğu çeşitli olaylarla anlatır.

Monterey Polis Müdürlüğü’nün günlük tutanaklarına dayanarak yazdığı “Yukarı Mahalle”nin acılı ve çelişkili öyküsü, bir bakıma “Sardalye Sokağı”nın dünyasında olgunlaşır. Yazarın resmi biyografisini kaleme alan Prof. Jackson Benson, Steinbeck’in “Cennetin Doğusu” ve “Gazap’ Üzümleri”nden sonraki en iyi üçüncü romanı olarak “Sardalye Sokağı”nı kabul eder.

Steinbeck, gazeteciliğinin etkisiyle olsa gerek romanlarını da gerçek öyküler üzerine kurmuştur. Yazar “Sardalye Sokağı”nı savaş muhabirliğinde beklediği sonucu alamayışının itici gücü, yaşanmış olayların kahramanı olan dostlarına ve Monterey’e duyduğu “nostalji” ile New York’ta 10 yıl sonra kaleme almıştır.

Sardalye Sokağı, 1944 yılında altı ayda tamamlanmış ve 1945 sonbaharında piyasaya çıkmıştır. Basit bir roman için dahi çok kısa bir süredir. Amerikan klasikleri içinde çabuk ve rahat okunan bir yapıt olarak kabul ediliyor.

Steinbeck’i ve kahramanlarını tanıyan Montereyliler “Romanın baş karakteri ‘Doc’ kadar öteki kişiler de gerçektir. Yazarın bazı durumlarda, iki ayrı gerçek kişiyi bir karakterde birleştirdiği de olmuştur” diyorlar.

“Üçlü”de öykülerin geçtiği yerleri Monterey ve Carmel’de görme olanağı var. Savaş, karartma, karne gibi olguları yaşayan Amerikalılar, o günlerde ne Monterey’i biliyorlardı, ne de Sardalye Sokağı’nın adını duymuşlardı. Cephede, konserve sardalyeleri yiyen Amerikalı askerlerin, bu teneke kutulara giren balığın ardındaki trajedileri düşünecek zamanları bile yoktu. Oysa, Monterey, o tarihlerde “Dünyanın sardalye başkenti” idi.

Clint Eastwood’un Carmel’ı

Her iki gidişimde Monterey’e yarımadadaki komşu Carmel’den doğru girdim. Kısa bir süre önce ünlü sinema sanatçısı Clint Eastwood’un Belediye Başkanlığı yaptığı Carmel ile komşu Monterey, tek hücre ikizi olmayan Siyamlı ikizlere benzetilebilir. Steinbeck, Carmel ‘i şöyle anlatır:

“Carmel yokuşunun manzarası pek güzeldir. Bir yay gibi içeri yumulan körfez, kumların üstünde köpüren dalgalar, daha içeri ve hemen aşağıda şehrin sıcak dostluğu.” (sh.72)

Carmel, 25 yıl öncesinde olduğu gibi kentin mimarisini koruyan, dünyanın ender kentlerinden biridir. Carmel bu konuda, dünyada belki de benzeri görülmeyen, olağanüstü bir tutuculuğa sahiptir. Carmel’in sokaklarında elektrik direği yoktur. Her evin bahçe kapısındaki solgun ışıklı ampuller sokakları aydınlatır. Steinbeck’in öykülerinden öğrendiğimize göre o dönemde Monterey ve Carmel ‘in pek çok semtinde elektrik dahi yoktu ve bazı evlerde gaz lâmbalan kullanılıyordu. Carmel’de yeni yapılacak herhangi bir bina ya da onarım için belediyeden önce komşulardan izin almak gerekir. Bu nedenle yazar, sanatçı, aydın emeklilerin yerleştiği Carmel, ABD’nin gayrimenkulü en pahalı kentidir.

Son gidişimde Carmel körfezinde bu kez tanık olduğum ilginç bir olayı aktarmadan geçemeyeceğim. İnsanlar bu yay gibi sıcak kumlarda güneşleniyordu. Su buz gibi soğuktu. Denize giren yoktu. Akşam üzeri idi. Karı koca olduğu anlaşılan yaşlı bir çift ellerinde metal dedektörlerle kumlarda düşürülmüş mücevher ve bozuk para arıyordu. Erkeğe neler bulduğunu sorduğumda “Sadece bir adet 25 ve iki de 5 sent ...” diye yakındı ve ekledi: “Eskiden böyle miydi? Kredi kartları çıktığından beri işler bozuldu.” Anlaşılan, Steinbeck’in “Yukarı Mahalle” de anlattığı ormanda cini-perili define arama olgusu günümüzde de sürüyordu.

Monterey sardalyesi

Uzak Doğuluların Monterey’de başlattıkları sardalyeciliği daha sonra Sicilya’dan göçenler yönlendirmişti. 1934’te 152 bin ton olan Monterey’in sardalye üretimi, 1941 ‘de 250 bin tona yükselmişti.

“Sardalye Sokağı” romanının yayımlandığı 1945’te 145 bine düşen üretim, daha sonra bir daha belini doğrultamayacak ve ilk gidişimden iki yıl önce üretim topu topu 10 tona kadar gerileyecekti. Son konserve kutulaması Hovden Firması’nda 1964’te yapılacaktı. Bu fabrika bugün “Monterey Bay Aquarium”a ev sahipliği yapıyor.

1970’te gittiğimde Monterey’de turistlere “sardalye konservesi” değil, “anı” diye bunların etiketleri satılıyor, hâlâ iflaslardan, işsizlikten, göçlerden söz ediliyordu.

Fabrikalar, geleceği belirsiz, pencerelerindeki camları kırık boş dev depolara benziyordu. Yörenin zenginlik kaderinin kaynağını anlatan “Carmel’in denizi... Pacific Grove’un Tanrısı... ve Monterey’in Kokusu” sözünü herkes ağzında nostaljik bir sakız olarak çiğniyordu.

“Pacific Grove”, yarımadanın burnunda John Steinbeck’in de yaşadığı semtti. Monterey’i saran “sardalye kokusu” kayboldukça, ekonomik girdi azalmış, işsizlik artmış, göç yoğunlaşmıştı.

Monterey sardalyesi, ötekilerden 27-28 cm’lik büyüklüğü ile ayrılırdı. Her yeni konserve fabrikası ile sardalyeye olan talep artıyordu. Fabrikaların sayısı 30’u aşıyordu. Rekabetin yarattığı açgözlülük sonucunda daha büyük boydaki balıklar avlanıyordu. Kıyı güvenliğinin korkusundan; karaya ulaşmadan önce küçük balıklar denize dökülüyordu. Ne var ki bu arada olan olmuş, iş işten geçmişti . Bu küçük balıkların çoğu zaten çoktan ölmüş olurdu.

Rus, Japon, Güney Amerika ve Kuzey denizlerinin sardalye rekabeti de pazara girmişti. Sardalyenin kayboluşu, iflaslara, işsizliğe ve trajik olaylara yol açtı.

1970 ‘de kentin kabuk değiştirdiğini gördüm. Steinbeck’in romanlarına konu olan “balıkçı ve işçilerin” yerine sanatçılar, ressamlar, aydınlar ve “68 kuşağı”nın “çiçek çocukları” bu güzel iklimli, ucuz kente göçer olmuşlardı. Aydınlar da kentte ekonomiyi canlandırmanın arayışı içindeydiler.

O günlerde tanıdığım sanatçıların başında, hiç kuşkusuz, sadece Amerika’nın değil, dünyanın en büyük fotoğraf ustalarından Ancell Adams geliyordu. Yöreye katkısından dolayı belde halkının; orman içinde, denize bakan, kartal yuvası gibi bir tepede hediye ettiği arazi üzerinde yaptığı evi; aynı zamanda karanlık odası idi ve ayrıca bir üniversitenin fotoğrafçılık kürsüsü gibiydi. Öğrencileri, tapınağında ziyarete geldikleri bir Hint gurusuna taparcasına ünlü fotoğrafçıya saygı gösteriyorlardı.

Portresini çekmek istediğimde elimdeki “Doğu Almanya” yapımı “‘Exaeta” marka fotoğraf makineme şöyle bir bakmıştı. İçinden bana gülüyor muydu, acıyor muydu pek anlayamamıştım. Makinemin müzelik bir parça olup olmadığını araştırıyor da olabilirdi. İki albümünü imzalayıp hediye etti.


Joan Baez’in Monterey’ i

Steinbeck’in “bohem”liği “68 kuşağı”nı da yöreye çekmişti.

Doğuda “Woodstock” ne ise, batıdaki “Monterev Jazz Festivali” de oydu. Üstelik, Monterey’deki festival, kenti ekonomik açıdan canlandırmayı da amaçlıyordu. Amerika’nın dört yanından gençler, müzisyenler festivale geliyordu. Böylece kentin turizme açılması yolunda atılan tohumlar artık filizleniyordu.

1970 festivalinde, Amerikan başkaldırı müziğinin simgesi 29 yaşındaki Joan Baez’i dinlemek, bol bol fotoğrafını çekmek ve konuşmak olanağını elde edecektim. Amerika’da “Black Panthers-Kara Panterler” adlı zenci toplumsal direniş örgütünün eylemlerinin güncel olduğu günlerdi. Baez’in balad türünü bıraktığı “We shall overcome - Yeneceğiz” adlı ünlü şarkısının gözde olduğu günlerdi… Vietnam savaşına karşıydı. Festivale henüz bir yaşında ve kucağındaki oğlu Gabriel ile gelmişti.

Sardalye Sokağı’nın Gizemi

İsterseniz gelin “Sardalye Sokağı”ndaki tiplemelere ve bunların dünyalarına geçelim. Bu kişilerin gerçek kimliklerini açıklarken, aynı yerlerin 50 yıl sonraki konumlarına değinelim. Steinbeck’in Sardalye Sokağı ile ilgili tanımlamalarına da bir göz atalım:

“Sabahın erken saatleri Sardalye Sokağı’nda bir sihir gibidir. Ortalığın ağarıp da güneşin doğmasına yakın sokağı saran grilik içinde bir ışığa asılıdır sanki. Sokak fenerleri bir bir söner; arsaları bürümüş otlar yemyeşildir. Balıkhanenin üstündeki oluklu saçlar platinleşmiş ya da eski kalayların buğulu rengine bürünmüştür. Otomobiller daha çıkmamıştır. Sokak işten ve hareketten âzâde, sessizlik içindedir.

Sardalye yapımevlerinin direkleri arasında çalkalanan dalgaların çırpınışları, iç çekişleri işitilir. Bu büyük bir sessizlik, işsizlik ve dinlenme anıdır. Kediler tahta parmaklıklar üzerinden aşıp balık başlarının peşinden akıp giden bir sürü gibi sokağa yayılırlar. Erkenci köpekler soylu bir edayla ortalıkta dolaşarak, bacağını kaldırıp siğecek bir yer arar. Martılar kanatlarını çırpa çırpa gelir, fabrika damlarının üstüne yerleşerek günün artıklarını beklemeye koyulur. Damların üstünde sıra sıra birbirlerine sokulmuşlardır.

Hopkins Deniz İstasyonu yakınlarındaki kayalardan ayıbalıklarının tazı seslerini andırır bağırışmaları gelir. Hava soğuk ve taptazedir. Arka bahçelerde köstebekler taze nemli toprağı atıp, bir yığın ederek gizlice dışarı süzülür, yuvasına çiçekler taşır. Çevrede pek az insan vardır. Bu, işsizliği gerçektekinden biraz daha fazla kılar… Dora’nın kızlarından biri Bear Flag’i ziyaret edemeyecek kadar zengin ve hasta bir patronun ziyaretinden dönüyordur. Yüzünün boyası biraz yayılmış, bacakları yorulmuştur. Lee Chong çöp tenekelerini dışarı çıkarır, kaldırım kenarına dizer. İhtiyar Çinli denizden bu yana görünüp aksak tabanıyla taşları döverek caddeyi geçer. Palas’ın yönünden gözden kaybolur.” (Sh.83-84)

“Lee Chong’un dükkânı boş arsanın sağına düşer ( ... ) Arsanın arkasında demiryolu hattı, öte yanında Sefalet Palas vardır. Sol sınırı Dora Flood’un ciddi ve heybetli genelevine kadar uzanır.... /...../

Lee Chong’un Gerçek Kimliği

“Sardalye Sokağı” nın önemli tiplerinden biri olan Çinli tüccar “Lee Chong”u Steinbeck şöyle anlatır:

“Lee Chong’un bakkal dükkanı hiçbir zaman derli topluluk örneği olmamakla beraber çeşit bakımından eşi menendi yoktu. Yeri küçük, eşyaları tıklım tıklımdı ama, o bir tek odanın içinde elbise, taze ve konserve yiyecek, içki, tütün, balıkçılık takımları, kazıklar, ipler, kasketler, domuz etleri, özetle yaşamak ve mutlu olabilmek için aranan her şey bulunurdu.” (Sh.7) “ ... Bir kutu fasulye konservesi için taş kalpli,
büyükbabasının kemikleri karşısında kuzulaşan bir insan ...” (Sh.16)

“Lee Chong”, Lee olarak değil “Yee Won” olarak yaşamıştı. ... Yee Won, Çin’in Kanton kentinden buraya göç etmiş ve “Wing Chong’un Pazarı” adlı bir dükkân açmıştı. Eğer, yolunuz ‘‘Cannery Row” a düşecek olursa “Wing Chong Pazarı” adlı bu dükkanı 835 numarada bulabilirsiniz. Steinbeck. bu dükkânı daha sonra “Tatlı Perşembe” adlı romanında sattıracaktır.

Dükkânın günümüzdeki sahibi Alicia Harby de Noan ise burada “Alicia’nın Antikaları” adlı bir mağaza açmış. Dükkanın arka bölümünde Steinbeck’in Monterey yaşamını yansıtan eşya ve belgelerin sergilendiği küçük müzemsi, bir mekan bulunuyor. Alicia, buraya “Steinbeck Anı Odası” adını takmış. 1923-41 yılları arasında Dora’nın ‘‘Lone Star Cafe”si ise Sardalye Sokağı 799 numaradadır. Dora öteki sütunlarda uzunca tanıtıldığı için günümüzde burada “Mackaeral Jacks Trading” adlı bir şirketin bulunduğu söylemekle yetineceğiz.

Günümüzde “Venice Apartmanları” adını taşıyan ve Dora’nın randevuevi “Bear Flag” ise o günleri yansıtırcasına dekore edilmiş olup kapı numarası 645-649’dur. Bugün orada Bullwackers adlı bir restorant, bir radyo istasyonu, bir çikolata fabrikası, bir sandviç dükkânı bulunuyor.

Sefalet Palas

Romanın en ilginç kişileri, Lee Chong’un kiraya vermesi sonucunda ev barka kavuşan işsiz-güçsüz, avare takımından “Mark ve avenesi”dir. Adı da “Palace Flop House-Sefalet Palas”tır. Steinbeck “Sefalet Palas”ın ortaya çıkışını şöyle anlatıyor:

“Mack avenesiyle eve taşınırken balık yemleri de dışarı çıkıyordu. Bu olaydan sonra buraya "efalet Palas ve Lokantası"adını kimin taktığı bilinmiyor. Boş arsada selvinin gölgesindeki borular, kazan içinde yaşarken değil ev eşyası, bugünkü uygarlığımızın yalnızca simgesi değil, aynı zamanda sınırlarını da belirleyen ufak tefek süs eşyası için bile yer yoktu.” (Sh.15)

“Sefalet Palas öyle birdenbire gelişmedi. Aslına bakarsınız Mack, Hazel, Eddie, Hughie ve Jones oraya taşındığı zaman buraya; kendilerini yağmur ve rüzgârdan koruyacak, her yer kapandıktan sonra sığınacak bir dam altından ya da başka yerde yüz bulmayıp, hoş karşılanmadıkları zaman gelinecek bir yerden başka gözle bakmıyorlardı. O zamanlar Palas zaten upuzun, tamtakır bir yerdi. İki küçük pencereden ışık alır; duvarları badanasız ve her yer buram buram balık kokardı.” (Sh.39)

“Mack, bir tebeşir parçasıyla yere; her biri yedi ayak boyunda, dört ayak genişliğinde beş dikdörtgen çizdi. Sonra her dikdörtgenin içine bir isim yazdı. Bunlar, her birinin yatak yeriydi. Herkes kendi mülkü üzerinde mutlak egemenliğine sahipti. Orada herhangi bir saldırıya karşı istediği gibi kavga ederdi. Odanın geri kalan bölümü herkesin ortak malıydı. Bütün bunlar Mack ile avenesinin yerde oturduğu iki büklüm kağıt oynadığı sonra da sert tahtaların üstünde kıvrılıp yattığı ilk günleriydi.” (Sh.39)

Montereyliler bu binanın 1940 ‘da yıkıldığını ve yerine bir şey yapılmadığını söylediler.

“Sefalet Palas” ın hemen önündeki blokta romanda “La Ida” adlı bir “kafe” den ve Mack’in avenesine içki ikmalini sağlama görevini yüklenmiş Eddie’den şöyle söz edilir:
“Eddie, La Ida’da barmen yamağı olarak çalışıyordu. Eddie yarısı boşalmış, hepsi içilmemiş kadehleri bile huniden aşağı boca ediverirdi. Sefalet Palas’a getirdiği şişe her zaman ilginç, bazen de pek şaşırtıcı olurdu. Hemen her zaman bira, burbon, scotch, şarap, rom ve cin bulunurdu; ama ara sıra zevki eskimiş bir müşteri şöyle keskin bir içki, anasonlu rakı ya da kuroço ısmarlayıverirdi. Şişedeki karışıma asıl tadı veren işte bu sonunculardı! İşini bitirip evin yolunu tutmadan önce şişeye bir iki kadeh angustro katmak da Eddie’nin adetiydi. İşlerin iyi gittiği bir gece, bir galonluk şişenin dörtte üçünü doldurmak işten bile değildi.” (Sh.42)

“La Ida’da düzenli olarak çalışmaya başlayan Eddie şöyle hatırı sayılır bir içki deposu meydana getirmekteydi. Artık içki şişesine bira karıştırmaktan da vazgeçmişti. Kokteylin tadını bozduğunu söylüyordu.” (Sh.154)

Sokağın 851 numaralı bu “kafe”si, günümüzde “Kalisa’nın Restortanı” adı ile hizmet veriyor. Danışma Merkezi’nin yanısıra, kahve içmek ve dondurma yemek için gidilecek güzel bir yer.

Son sardalye konservesini işleyen “Hovden Tesisleri” ise günümüzde, dünyanın sayılı denizaltı doğa bilim merkezlerinden “Monterey Bay Aquarium”a (*) dönüşmüştür.

Günümüzde, Monterey’e dünyanın her köşesinden insanlar Sardalye Sokağı ‘nı görmeye geliyor. Her dünya kent ve kasabasında olduğu gibi Monterey de turizmden hem nasibini alıyor hem de acı çekiyor. Limanda, iskelenin ucundaki Tappas adlı lokantada müşterilerin önüne konulan bir kağıtta şöyle deniliyor:

“Monterey’in ilk günlerinde sardalyeler, deniz kıyısında suya birkaç adım giren insanların eline sıçrar ya da sepetlerini doldururlardı. Bu iskeleye dünyanın en büyük sardalye filosu bağlanırdı. Sardalye kaybolduğunda, insanlar işsiz kaldılar, göç ettiler, Şansları olanlar güçlükle iş bulabildiler. Bunlardan Joe ve Rose Cappa çifti, çocuklarının yardımıyla bu lokantayı açtı.”

Lokantada ne sardalvenin kendisi ve ne de konservesi vardı. Carmel’in kaliteli sanat galerileri, pahalı butiklerine karşılık, Monterey’de adım başına “T-Shirt” satan mağazalara, dizi dizi publara rastlanıyordu. Eski sardalye konserve fabrikalarını butikler, hatıra eşya mağazaları doldurmuştu. Örneğin, eski “American Tin Cannery Factory” de tam 49 butik ve mağaza açılmıştı. Herkes, artık John Steinbeck’i ve Sardalye Sokağı’nı pazarlıyordu. Hemen hemen her yere Steinbeck adı verilmişti. Eski konserve tesislerinden biri Steinbeck Plaza adıyla 10 mağazayı barındırıyordu. Mumya müzesindekinden başka; kıyıya, Steinbeck’in büstü de dikilmişti. Turistler Monterey’e yılda 1 milyar dolar bırakıyordu. Lokantanın penceresinden, denize baktığınızda Monterey’de hiç değişmeyen bir şeyi görürsünüz.

Steinbeck Sardalye Sokağı’nın 35. sayfasında bu sahneyi şöyle anlatır: “Dalgalar yavaştan koyun ağzını örten kayaları aşmaya başlamıştı. Sular yükseliyor, kayaların yarıklarından küçük seller akıyordu. Çanlı şamandıradan bu yana hafiften bir rüzgâr çıkmış, burnundan soluyan ayıbalıklan belirmişti.”

Galiba ayıbalıkları Sardalye Sokağı’nın değişmez vaka-i nüvisleri idi ...


(*) Monterey Bay Aquarium adlı bilimsel kuruluş, bugün dünyaca ünlüdür.

Hiç yorum yok: