RSS

9 Kasım 2017 Perşembe

RAINER MARIA RILKE

ÇOCUKLUK

Akar orada okul uzun korku ve zaman
Gürültülü boğuk duruşlu nesnelerle iç içe kayan
Ey zaman ey yalnızlık ey günün zorlu geçidi
dışarıdayız şimdi: Kıvılcımlanır ve çınlar yollar
Meydanlarda sıçrayan fıskıyeli havuzlar
Ye bahçelerde öyle genişler ki dünya
Giysiler içinde geçer devran ve bütün bunlarla
Bir başkasından tam başka gidilirdj ve gidiliyor
Ey muhteşem zaman ey geçen zaman
Ey mutlak yalnızlık


Bütün bunlarla seyredilir uzaklar
Erkekler kadınlar erkekler erkekler kadınlar
Ve çocuklar ki başkadırlar ve çeşitlidirler
Ve anıdaki ev ve arada sırada bir köpek
Korku yerini sessizce güvene terkeder
Ey anlamsız keder ey rüya ey şafak
Ey dipsiz ırmak


Ve böyle oynaya oynaya top çember ve teker
Yumuşak ve tatlı renk atan bir bahçede
Yakalamanın kör ve azgın acelesiyle
Bazan büyüklere hafifçe çarpılır
Fakat akşamla sessizce eve
Küçük ve katı adımlarla gidip yakalanmak
Ey daima daha çok kaçan kavrama
Ey korku ey yük

Ve saatlerce büyük gri havuzun eteğinde
Küçük ve katı adımlarla gidip yakalanmak
Daha birçok daha güzel yelkenliler
Unutuldu uçuştukları için daire çizerek
Fakat mecburuz düşünmeye küçük ve solgun
Şeklini havuza dalıp gider gibi görünen yüzün
Ey çocukluk ey kaypak tartı
Nereye nereye


Alıntı:
(Türkçesi:Cahit Zarifoğlu,
Diriliş Dergisi, Sayı 3, mayıs-haziran 1966)





SEN NE YAPARSIN, TANRI


Sen ne yaparsın, Tanrı, ben ölünce?
Testin olan ben kırılıp dökülünce?
İçkin olan ben bayatlayıp bozulunca?
Giysin de, işin gücün de ben olunca
yitirirsin anlamını benimle.

Olmaz artık evin barkın bile,
candan ve sıcak sözlerle selâmlayanın
Çıplak kalır yorgun ayakların
ayrılınca ben, sandalların.

O büyük harmanîn düşer omuzlarından.
Sıcak bir yastıkta yatarcasına
yanaklarımda dinlenen bakışların
aranır dururlar beni, şaşırmışcasına-
ve güneş batarken uzanırlar
yabancı taşların soğuk kucağına.

Sen ne yaparsın, Tanrı? Kaygım var.


(Çev: A.Turan Oflazoğlu)



DENİZİN TÜRKÜSÜ


İlk çağ esintisi denizden,
deniz yeli geceleyin:
………kimseye değil bu gelişin;
uyanık bekleyen
anlamak zorundadır
sana nasıl dayanacak:
………İlk çağ esintisi denizden
en eski kaya için, ancak
onun için esen,
saf uzayı parçalayarak
tâ uzaklardan gelen ...

………Nasıl duyar, filizlenen
bir incir ağacı seni
yücelerde ay ışırken.


(Çev: A.Turan Oflazoğlu)


BUDA


Dinliyordu sanki. Sessizlik: bir uzaklık...
Çekeriz kendimizi, onu biz işitmeyiz.
Yıldız o. Ve başka büyük yıldızlar artık
durur çevresinde, bizim görmediğimiz.

Ah, her şey o. Gerçekten, bekler miyiz bizi
görmesini? Ona gereği var mı bunun?
Durup ayaklarına atsak kendimizi,
derinliği, hayvan gibi, değişmez onun.

İçinde. çünkü, milyonlarca yıldan beri
döner durur bizi ayaklarına çeken.
Unutan, yaşadıklarımızı hepten;
ve yaşayan, bizi atan şeyleri


(Çev: A.Turan Oflazoğlu)



KADINLARIN OZANA TÜRKÜSÜ


Bak, nasıl açılmakta her şey: biz de birlikte;
çünkü başka neyiz bu türlü mutluluktan.
Ne ki hayvanda kandı, karanlıktı, işte
ruha büyüdü bizde ve haykırır durmadan

ruh olarak. Ve sensin haykırdığı böyle.
Onu ancak görünüm gibi alırsın oysa
gözlerinden içeri: usul, isteksiz öyle.
Bu yüzden deriz ki, sen değil misin yoksa

haykırdığı böyle. Sen değil misin peki,
içinde yitersek büsbütün yiteceğimiz?
Özgede bundan arta olabilir miyiz ki?

Bir türlü kalmaz bizimle Sonsuz, hep kaçar.
Sen ama varol, sen ağız, duyalım diye biz
onu, sen ama, sen, bizi-diyen: varol sen, var.


(Çev: A.Turan Oflazoğlu )



ZEYTİNLİK


Kurşunî yapraklar altında çıktı yukarlara
kurşunî hep ve zeytinliklere karışırcasına;
toza belenmiş alnını gömdü sonra
kızgın elinin tozluluğuna.

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu.
Gözlerim körleşirken gitmeliyim ben;
neden istiyorsun bunu, var olduğunu
neden söyliyeyim, seni artık bulamazken.

Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen ...

Sonradan anlatıldı: “Bir melek geldi derken ...”

Ne meleği? Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak.
Ne meleği? Ah geceydi gelen.

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece;
onun gibi yüzlercesi geçip gider.
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece.
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece
tekrar sabahın olmasını bekleyen.

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
babalar onları terkederler,
kapanır onlara analar rahmi de.


(Çev: A.Turan Oflazoğlu )




SUNGU


Nasıl çiçeklenir. ah, her damardan gövdem,
daha kokulu, seni tâ bildiğim günden;
nasıl yürürüm bak, daha ince, dimdik hem,
sen öylece beklersin yalnız -: kimsin ki sen?

Bak: duyarım nasıl ırayıp geldiğimi,
geçmişi nasıl döktüğümü yaprak yaprak.
Yalnız gülümsemen, o gür yıldızlar gibi
durur üstümüzde bizim, ışıldayarak.

Adsız nesi varsa çocukluk yıllarımın,
her nesi varsa sular gibi pırıldıyan,
senin adını koymak isterim mihrabın
önünde hepsine, mihrabın: saçlarının
tutuşturduğu, göğüslerinle taçlanan.


(Çev: A.Turan Oflazoğlu )





AŞK ŞARKISI


Ruhumu nasıl tutsam da, seninkine
değmese? Nasıl aşırsam üstünden
öbür şeylere ben onu?
Ah, karanlıkta yiten bir nesne
içre barındırmak isterdim onu ben
öyle bir yerde: bilinmedik, sessiz,
derinlerin titrerken titremeyen.

Bir var ki her değen bize, sana, bana, bak
birlikte alır bizi bir yay gibi ancak;
iki telden b i r ses çıkartır bize değen şey.
Biz hangi çalgıya gerilmişiz?
Hangi çalgının elindeyiz biz?
Tatlı şarkı ey ...


(Çev: A.Turan Oflazoğlu )

Hiç yorum yok: