RSS

14 Mart 2010 Pazar

EDWARD SAİD / ORYANTALİZM'DEN SONRA



RP

Oryantalizm’le ilgili son sorumuz, kitabın esinlediği ve ‘sömürge söylemi’ adı altında süren çalışmalarla olan ilişkiniz hakkında. Oryantalizm, çoğunlukla yeni bir kuramsal türün temellerini atan bir çalışma olarak tanımlanıyor Ama bu tur şimdilerde sızın kitabınızın kuramsal varsayımları ve uygulamalarından pek çok bakımdan farklı olan yapısalcılık sonrası kuramın terimleriyle vurgulanıyor.

Said
Kesinlikle.

RP
Kimi kez de, ilginç bir biçimde, eleştirmenlerinizin sizi bağlantılandırdığı siyasal eğilimle bağlantılandırılıyor: ‘tersine oryantalizm’ ya da Batı ile ötekisi arasındaki hiyerarşik ilişkinin basit bir ters çevrilişi. Bu ikisinin ortak noktası, Batı ile ‘öteki’si arasındaki ikili karşıtlığın sabitlenmesi ve bu iki ulamı bağdaşıldaştırıp her türlü tarihsel, coğrafi. siyasal özelliği ortadan kaldırma eğilimi: İlkinde, yapıbozumcu yaklaşımın katıksız olumsuzluğunun ötesine geçmeyi reddederek; ikincisindeyse, birbirinden bütünüyle farklı sömürge ilişkilerini siyasal olarak birbiri içinde eriterek. Bu gelişmeler konusunda ne düşünüyorsunuz?


Said
Oryantalizm’den yararlanılan yer sanırım, Afrikan, Hint, Japon vs. gibi söylem tiplerini doğuran, işgal biçimlerindeki kültürel öğeyle ilgilenen çalışmalar oldu —bu yerlerden söz edilmesinde dar bir anlam da da olsa önemli bir rolü olması bakımından. Artık, diyelim on dokuzuncu yüzyıl Afrika kaşiflerinin betimlemelerini, sanki yalnızca baktıkları şeyi görmüşler gözüyle okuyamazdınız. Bir bölgenin işgali söz konusu olduğunda ortak girişim kavramı da hesaba katılmalıydı. Oryantalizm, yararlı olduğunu düşündüğüm bu türden çalışmalara kaynaklık etti. Ancak kötü bir şeye daha yol açtı; kendi adıma niyet etmediğini ve hallettiğimi sanıp halledememiş olduğum bir şeye: Bağdaşıklaştırma sorununa. Sözgelimi Arap dünyasında pek çok kimse bana İslam’ın galibi gözüyle bakıyor, bu tamamen bir saçmalık. İslam’ı savunmaya çalışmıyordum. Yalnızca çok özel bir etkinlik biçiminden söz ediyordum: Temsil. O zaman sorun (kimilerinin öne sürdüğü gibi) şuna dönüştü: Gerçek Doğu’nun neye benzediğini anlatmadın. Bu nedenle yeni kitabımda yapmaya çalıştığım (diğerinde yapmamış olduğum), yalnızca emperyalizmden değil, bağımsızlaşma ve Üçüncü Dünya’da baş gösteren hareketlerden —her türlü başkaldırı ve direnişten— de söz etmek oldu.

Ulusçu hareketler içerisinde bir tur muhalefet olarak gördüğüm şey üzerinde bir odaklanma söz konusu: Özgürleşmeye karşı ulusçuluk. Ulusçu kentsoyluluğa, ayrımcılığa, devletçiliğe, ulusal güvenliğe doğru giden bir ulusçuluk: Üçüncü Dünya olmaklığın patolojisi... Ama her zaman özgürleşme adını verdiğim bir alternatif var Zafer buluşmasında herkese yer vardır’ (C L R James’ın Cesaıre’ dan alıntısı), bu benim için çok önemli bir söz. Doğulu ve Batılı direniş kesimlerinden ayrı ayrı söz etmek olanaksızdır. Benim sözünü ettiğim, kesişen deneyim alanları adını verdiğim şeydir. Bütün iş, emperyalizmin yalnızca taraflardan birine değil, her ikisine de ait olması ve bu ikisinin birbiri içinde kapsanmış olmasında. Karşılıklı yöntem burada devreye girer. Olaya, üstte bir ezgi ve altında bir sürü gereksiz eşlik ya da susku gözüyle bakmaktansa, gerçekten çoksesli bir iş olarak bakmak... Bunu anlamak için kesişen bölgeler kavramına sahip olmanız gerekir —ben bunlara birbirine bağımlı tarihler adını veriyorum. Bunlar üzerine konuşmanın tek yolu budur; özgürleşmeden, sömürüden kurtulmaktan, ayrımcı bakış yerine bütünleyici bakıştan söz edeceksek tabii. Ayrımcılığa kesinlikle karşıyım.

Oryantalizme karşılık olarak, bütün bir İslam dünyası boyunca uzanan bir yazın geleneği söz konusu: ‘Occidentosis’ —dünyadaki her türlü kötülüğün kaynağı Batı’dır. Bu benim bütünüyle yayan, sıkıcı bulduğum, bilinen bir tür. Kendimi bundan, safkancılık (nativism) adını verdiğim şeyden ayrı tutuyorum. Size bunun mükemmel bir örneğini vereceğim. 1962 ya da ‘63’te, Soyinka adlı ilerici entelektüel, nativist bir anlayışa karşı sıkı bir eleştiri kaleme alır. Sengor’a saldırır; onun düşüncesinin, siyah adamın aşağı ırktan olduğu anlayışının kabullenilişi olduğunu öne sürer. Eytişimsel karşıtlığın öbür yüzü. Mükemmel. 1991 ‘de, daha sonra Amerika’da Skip Gates’le birlikte yeniden kurulan Transition adlı dergisinde, Kenyalı bir Müslüman olan siyaset bilimci Ali Mazrui’ye müthiş bir saldırıda bulunur. Bu saldırının nedeni, Ali Mazrui’nin safkan bir Afrikalı olmamasıdır. Müslümanlaşmış, Araplaşmış bir Afrikalıdır. Anlayacağınız o bütünlük taraftarı özgürlükçü Afrikalı —vaktiyle zenci edebiyatına saldırmış olan o adam— yirmi yıl sonra bir safkancı olmuş, yeterince siyah olmadığı için bir adama saldırıyor! Bu değişimler siyasal durumun bir parçasıdır.

Salman Rüşdü meselesinde de aynı şey söz konusu. İslam dünyasında kitabın sansürlenişi karşısında en sert tepkiyi gösterenlerdendim. Bu, her şeyden önce, insanları harekete geçirebilecek, yaşamlarını ortaya koymuş insanların anlayabileceği herhangi bir laik kuramın yokluğunun bir sonucu; ikinci olarak da örgütlenme yokluğunun.

İş gördüğümüz alanların hiçbirinde, devlet hariç, etkin bir laik örgütlenme yok. Yani laik, siyasal örgütlenme demek istiyorum. Başarısızlığımızda beni en çok hayıflandıran bu. Otantiklik ve etnik özgüllük konusunun bu kadar büyümesinin nedeni bu. Sorun kimlik siyasetin de: Deneyimin göçmensi niteliğini göz önünde tutup hepimizin birer göçmen ya da sürgün olduğumuzu kabullenmekteki yetersizlik. Sözgelimi İngiltere’de Şeytan Ayetleri’ne karşı en büyük yaygarayı koparanlar, kendilerine temelde düşmanca davranmış olan bir çevrede otantikliklerini olumlamak isteyen göçmenler olmuştur. ‘Bizim deneyimimiz Filistinlilerinkine, Bangladeşli çok benziyor’ diyecek yerde;bunu sınırlararası karşıtlığın, ‘onlara karşı biz’in ötesinde bir şey olarak görüp farklı terimler içinde algılayabilecek yerde, özüne dönme fikrine saplanıp kalmışlar: Kurtuluşum yalnızca cemaatte, cemaatin arı biçimindedir —bu bence bir tür yıkım. Uygarlığımızın en iyi yanları nın sonudur bu, buna bütünüyle karşıyım. Oryantalizmle ya da başka işlemlerle Arap dünyasının marjinalleştirilmesi, gettolaştırılması, cisimleştirilmesi (reification) yalnızca etnik özgüllükle, Arap zaferlerinin kutsanmasıyla ya da İslam’a dönmekle vs. göğüslenemez. Bunu yapmanın tek yolu gönülden bir bağlılıkla meselenin özüne inmektir. Tek yanıt budur, yoksa bu geri adımlar değil.

Hiç yorum yok: