Geceye karşı döğüştü bütün gece,
ne sağ ne ölü,
öz varlığının içine el yordamıyla girip
kendi kendisiyle doldu taşıncaya dek.
Bu ilkin uzanmak oldu gölgede,
sonsuzdu sonsuz olmak,
dinlenmek ulaşılmaz merkezinde dinlenişin.
Akıyordu zaman, akıyordu varlığı
parçalanmaz, tek bir akışta.
Uykulu saldırışlarla düşüyor ve kalkıyordu su,
gövde ve ruh atılıyordu, - düşünce ve kemikler:
kurtulmuş olmak mı istiyordu zaman -
su dikilmek mi, düşüşün
saydam yontusu olarak görmek mi kendini?
Geldiği yönde, başladığı yerde biçimsizliğin,
su devriliyordu, gözleri kapalı,
kavuşuyordu zaman kaynağına, gene fışkıran.
İşaret etti bir ışığın öte geçeden
Açtı gözlerini o, kıyıdaydı,
ne sağ ne ölü,
bırakılmış gövdesinin yanında.
Derken onu kuşattı simgeler,
kan yazısı gökte yıldızın,
her düşüşle bir tümce
çizdikleri bilinçte eş merkezli dalgalar.
Yazıtlarla örtülü, alnı yanıyordu,
beklenmedik sözler açıyordu geçerken yoğunlukları ve geçenekleri,
dolaysız yansımalar alıp veriyordu ana yönler.
Ve düşüncesi, devrilmiş dikili taşlar arasında,
şimşekle dövmelenmiş kara taş oldu.
Ama uyku gelmedi.
Kör döğüşü imlerin,
gövdesiz zamanla karanlık gövde gövdeye.
Yüzden yüze düşüyordu o,
………yıldan yıla,
ilk viyaklamaya dek:
………yaşam toprağı,
toprak dışındaki toprak,
………doğmayan gövdeler,
ölüm için sağ, yaşam için ölü.
Bu saatte, aracılar var her yerde,
görünmez köprüler var uyku ile uyanıklık arasında.
Uyuyanlar salkımını ısırırlar yorgunluklarının,
günlük dirilişin güneşsel salkımını.
Uyanıklar geceyi alt etmesi gereken elması yontarlar.
Yalnız olanlar kışkırmış benzerliklerini taşırlar kendilerinde.
Her aynada bir ikilik durur,
bizi oyan, bizi yansıtan bir yağı.
Kara ipekten örtüsünün altına saklanmış değerli ateş,
hırsız hortlak döner köşeyi ve gözden yiter, yeğni,
öz yeğniliğiyle gizlenip;
ediminin ağırlığıyla bükülmüş,
düşsüz bir uykuya düşer kıyacı,
her zaman yalnız ve ötekisiz;
en güçlü akıntıya bırakılmış,
doğan ikili çiçek tek bir sapta,
gözlerini kapatır sevgililer en yukarısında bir öpüşün;
onlar için açılır gece ve geri verir onlara yitmiş olanı:
suyun dudaklarında. ağacın alnında, dağın göğsünde uyumuş sözler
bir bardakta tek bir güneş damlasından yapılmış kara şarap,
çift imge, bir an göğün ortasında kımıltısız kelebek,
sağ kanadında bir ışık tanesiyle sol kanadında bir gölge tanesi
Dinlenir kent uyumuş işçinin omuzlarında,
ozanın alnında çatlar şarkının tohumu.
Tek başına yaşayan akrep keskinleşir gölgede.
Yasak gecesi,
istediğini söyleyememekten dili dolaşık an!
Güneş doğar mı yarın?
Kararır mı ışığında,
boğulur mu değişmez kızgınlığında?
Yaşamaya nasıl günaydın demeli?
Sorma artık,
söylenecek bir şey yok, saklanacak şeyse hiç.
Düşünce parıldar, söner, geri gelir
kendi kendisiyle özdeş, yutar kendini ve doğar ve yinelenir,
ne sağ ne ölü,
kendisini düşünen soğuk gözün çevresinde hep.
- Dönüyordu gövdesine, dönüyordu kendi kendine.
Ve güneş alnına dokundu bekleyenin,
tek görüntü yansıtmayan bir aynanın apansız utkusu.
Çev: Sait Maden / Güneş Taşı
1 Mart 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder