RSS

27 Nisan 2010 Salı

ARTHUR RIMBAUD / KÂHİN RİMBAUD

100.ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE / KÂHİN RİMBAUD
ABDO RIMBO*


Özdemir İnce / Varlık Dergisi
Eylül 1991 / sayı: 1008



Bugün günlerden perşembe, 11 Temmuz 1991. Jean Arthur Rimbaud, bugünden geriye doğru gidecek olursak, 136 yıl, 8 ay 21 gün önce doğmuş (20 Ekim 1854), 99 yıl 8 ay 1 gün önce ölmüş.* 10 Kasım 1991 günü ölümü yüzüncü yılını tamamlayacak. 37 yıl yirmi gün yaşamış. Biraz daha hesap yapalım. 14'yaşında okul ödevi olarak latince şiir yazmasına karşın, şairliğinin bilinen başlangıcı 1870 kabul edildiğine göre 16 yaşında şiir yazmaya başlamış. 1874 yılında, Londra'da Germain Nouveau'nun yardımıyla ILLUMINATIONS'u son kez temize çektiğine ve bu tarihten sonra şiir yazdığını kanıtlayan bir belge de bulunmadığına göre tamı tamına 5 yıl şiir yazmış: 16 yaşından 21 yaşına kadar. Bir önemli tarih daha: Şiir anlayışını açıkladığı ve poetika alanında bir devrim sayılan o çok ünlü iki mektubunu, Kâhin'in Mektupları'nı, 13 ve 15 Mayıs 1871 tarihlerinde yazmış. Yani on altısının içinde ve şiire başladıktan kısa bir süre sonra.

Fransa, Rimbaud'nun 100. ölüm yılını büyük ve çok yönlü etkinliklerle anıyor. Şu anda, Espace Kronnenbourg Aventure'de (Paris) açılan Rimbaud ve yakınları sergisi devam ediyor. 5 Temmuz'da açılan sergi 31 Temmuz'da kapanacak. Rimbaud anma takviminde ağustos ayı boş görünüyor, ama eylülden itibaren kasım sonuna kadar her gün dolu.


Rimbaud Fransa'nın tek şairi olsa, neredeyse, "Görmemişin bir oğlu olmuş ... " denilebilir. Fransa'nın büyük yazar ve şairlerini sayacak olsak adları bu sayfaya sığmaz. Peki ne oluyor? Fransa Victor Hugo'yu, Charles Baudelaire'i, Paul Verlaine'i, Guillaume Apollinaire'i ve daha nicelerini andı, ama böyle anmadı. Anmayı bir yana bırakalım, yayımlanan kitaplara bakalım. Magazine Littéraire dergisinin haziran sayısında öğrendiğimize göre: Şu anda kitapçılarda bulunan, Rimbaud'nun yapıtını yorumlayan kitap sayısı:11; yaşamöyküsel yapıt: 13; yapıtı üzerine inceleme: 24; yeni yayımlanan kitap sayısı:11.

Bunların yanı sıra birçok dergi özel sayı hazırlıyor, sürekli yayın yapıyor.

Bir Rimbaud "mitos"u olduğu kesin. Nasıl "mitos" olmasın? Okul döneminde anasının kuzusu bir dâhi, 1870 Ağustos'undan sonra bir serseri, bir isyancı, bir devrimci (her anlamda) ... 16 yaşında şiirsel retoriğin yıkıcısı ve şiirsel söylemin, daha doğrusu çağdaş ve çağcıl şiirsel söylemin 'kurucusu, özgür koşuğun gerçek kurucusu ... Charteville merkezinden kalkarak Paris'e, Belçika'ya, Almanya'ya, Almanya'dan İtalya'ya yaz kış demeden yaya yürüyen, akıl almaz bir "piyade". Hele birinde, Viyana'da parasını çaldırdıktan sonra, taa Viyana'dan ana evi Charleville'e yaya dönüyor. Akıl alır gibi değil ...

Bir başka soru, bir başka bilmece: Rimbaud Paris Komünü'ne katıldı mı? Polisin gizli raporlarına göre Komün sırasında gönüllüler arasında bulunuyormuş. Yakın okul arkadaşı Ernest Delahaye, Rimbaud' nun Komün'e katıldığını doğruluyor ve Verlaine de onun Babylone kışlasında Komüncülerle birlikte olduğunu söylüyor. Düzenli (ölçülü ve uyaklı) şiirleri arasında ilerici ve devrimci düşüncelerin, duyguların öne çıktığı birçok şiir var. Ve Illuminations'u, Komün gerçeği yok sayılarak bir yere oturtmak, anlamak olanaksız gibi. Hele, konuşmalarında, mektuplarında, şiirlerinde yer alan şu iki cümle: ''Yaşamı değiştirmek gerek", "aşkı yeniden yaratmak gerek". Marx da "Dünyayı değiştirmek gerek" diyordu. Bence Rimbaud'nun cümlesi çok daha kapsamlı. Yaşamın değişmesi demek, insanın değişmesi, insan(ın) ilişkilerinin değişmesi demek. Sosyalist ülkelerdeki uygulamanın olumsuz sonuçlan bunu doğruluyor. Dünyanın değişmesi, yaşamın değişmesini kapsamıyorsa ütopyanın gerçeğe dönüşmesi olanaksız.

Bir de Verlaine'le olan ilişkisi var, ama artık bunun üzerinde pek durulmuyor. Rimbaud Paris'e geldiği sırada Verlaine yeni evlenmiş, genç karısı (17 yaşında) hamile. Rimbaud, Verlaine'e konuk oluyor. Verlaine'in kayınbabasının evinde hep birlikte oturuyorlar. İki şairin arasındaki ilişki Verlaine'in genç karısını kuşkulandırıyor. /………./. Bunun üzerine şairler Londra'ya, Belçika'ya gidiyorlar. Sefalet, sefahat, içki, esrar, tartışmalar, kavgalar ve nihayet Verlaine'in Rimbaud'yu Brüksel'de tabanca ile yaralaması. Bu ilişkinin öyle yoruma gelir bir yanı yok: Rimbaud ile Verlaine arasındaki mektuplaşmadan kalan mektuplar, "Rimbe Ana"nın (Rimbaud'nun annesi) mektupları, Rimbaud'nun, Verlaine'in ve Verlaine'nin annesinin Brüksel sorgu yargıcına verdikleri ifadeler, Rimbaud ile ilgili ciddi kitapların çoğunda yer alıyorlar.

Bir de o dönemin; cehennemin şiirsel belgesi var: "Cehennemde Bir Mevsim".

1874 sonrası ise bir başka âlem. Artık şiir yok. Ama kafaları kurcalayan bir soru hâlâ yürürlükte: Sahiden şiir yok mu?

Eskiden, arada bir bu sorun ortaya atılır, yeni (sahte) birkaç şiir bulunup yayınlanır ve sık sık Aden ve Etyopya 'da yazılmış 40.000 dizeden söz edilirdi. Şimdi bunlar kapandı. Rimbaud'nun 1874'ten sonra şiiri kesinlikle bıraktığı kabul edildi. Ama şu soru hala yürürlükte: Rimbaud şiiri niçin 21 yaşında bıraktı? Bu sorunun yanıtını aramak, yorumlar yapmak, öyle kolay kolay sona erecek gibi değil. Ben kendi kendime, bu soruyu şöyle yanıtlıyordum: "Illuminations'dan sonra şiir yazılabilir mi?" Alain Borer'in yanıtı çok güzel: "Rimbaud, şiiri bırakmıyor, şiiri tamamlıyor: Rimbaud sessizliğe ulaşmış olan ilk şairdir. Illuminations'dan sonra ne yazabilirdi? İkinci soruyu, bence, bir sonraki yüzyılın şairleri de yanıtlamış değiller."

Rimbaud "mitos"u sürüyor: 1875 yılında kalkıp Hollanda sömürge ordusuna giriyor. Bu ordunun küçük bir birliğiyle bir gemiye binip dünyanın bir ucuna gidiyor: Java'ya. Birkaç gün kalıyor orada, sonra kaçıyor, balta girmemiş ormanlarda günlerce yürüyüp bir limana ulaşıyor ve ,sahte bir adla bir gemiye mürettebat olarak girip Londra'ya gidiyor. Sonra, Amerikan ordusuna katılmak için yazdığı ve John Arthur Rimbaud diye imzaladığı mektup var: Bir başka olay: Bir İspanyol fraksiyon birliğine paralı asker yazılması ve avans aldıktan sonra sıvışması. Ve Etyopya'daki cesareti!

Rimbaud "mitos"u sürüyor ve giderek dal budak sarıyor: Rimbaud önce Mısır'a sonra Kıbrıs'a gidiyor. Kıbrıs'ta Larnaka yakınlarında bir taşocağında işçibaşı olarak çalışıyor. Ama bu ayrılık kısa sürüyor: Tifoya yakalandığı için anaevine dönüyor ve kışı Roche'ta çiftliklerinde geçiriyor: 1880 ilkbahannda Fransa'dan ve Avrupa'dan kesinlikle ayrılıyor. Ancak Marsilya'da bir hastanede ölmek için geri dönecektir. Tam 11 küsur yıl sonra. İşte bu önemli: Rimbaud kaçtı mı? Yaşamı değiştirmek isteyen Rimbaud, bütün mesleklerden nefret eden ve "asla çalışmayacağım" diyen Rimbaud, Komün'ün yenilgisinden sonra umutsuzluğa mı kapıldı? Burjuva düzeninden nefret eden, aşkı yeniden keşfetmek isteyen, kadının özgürleşmesi gerektiğini savunan Rimbaud, 1880 toplumundan uzaklaşmak mı istedi? Başka bir soru: Peki niçin para biriktiriyordu, annesine niçin para gönderip banka hesabına yatırtıyordu?

Daha önce de belirttiğim gibi, Rimbaud 1880 ilkbaharında kesinlikle ayrıldı Fransa'dan. Önce Mısır'a gitti, orada iş bulamayınca Kıbrıs'a geçti. Burada adanın İngiliz valisi Wolseley'in Trodos dağında yaptırdığı yazlık konutta, konutun yapım çalışmalarında ekip şefi olarak görev aldı. Burada adı bir cinayete karıştığı için Mısır'a gitti. Ardından, ikinci kez Süveyş Kanalı'nı geçti (ilk kez Java'ya giderken geçmişti), Souakin, Massaouah ve Hodeidah limanlanna uğradr ve Aden'de iş buldu. Bir süre sonra çalıştığı işyerinin şubesini açmak üzere Harar'a (Etyopya) gitti. Artık yaşamı Aden ile Harar arasında geçecektir. Ve Aden Arapları adını Abdo Rimbo’ya çevirecektir.

Rimbaud'nun bu on bir yıl içinde ailesine yazdığı mektuplar çok ilginç. Bu mektupların bir bölümünü (bir seçme) merhum Tahsin Saraç Türkçeye çevirdi (Rimbaud'nun Mektupları, Düşün Yayınevi, İstanbul/1985).

Ayrıca Rimbaud'nun bilinen bütün mektupları şu kitapta yer alıyor: "Rimbaud, Oeuvres complétes, Edition établie, présentée et annotée par Antoine Adam, Bibliothéque de la Pléiade, NRF, Gallimard".

Bu mektuplar birçok bakımdan ilginç. Ama en ilginci Rimbaud'nun kesinlikle yazından, şiirden, sanattan söz etmemesi. Metalurji, mimari, sulama, marangozluk, madencilik, doğramacılık, çilingirlik, sepicilik, fayanscılık, dökümcülük üzerine kitaplar, el kitapları istiyor da yazınla ilgili kitap istemiyor. Aden'den 10 Temmuz 1884 günü yazdığı mektupta bakın ne söylüyor: "Her insan Aden'de olduğu gibi başka yerde de bu rezil yaşamın tutsağıdır; o zaman, başka yerdense Aden'de olmak daha iyi; başka yerde beni bilen eden yok artık, hepten unutuldum gittim, her şeye yeniden başlamam gerekecek! Öyleyse, ekmeğimi kazanabildiğim sürece, burada kalmam gerekmez mi? Rahat yaşama olanağını bulamadığım sürece burada kalmam gerekmez mi? Oysa öyle görünüyor ki ne rahat yaşama olanağını bulacağım ne de rahat ölme! Ne yapalım, Müslümanların dediği gibi alnımıza böyle yazılmış! Yaşam bu: şakaya gelir yanı yok!" (Tahsin Saraç çevirisi).

Bir başka mektubunda ise (Harar, 6 Mayıs 1883) kendisine neden buralarda süründüğünü soruyor? “Eğer, ilerde başımı dinleyeceğim bir ailem olmayacaksa, en azından, ünlü bir mühendis, aydın, akıllı bir insan olacak bir oğlum olmayacaksa bu yaşamın ne amacı var,” diyor. Çok ilginç mektuplar, dediğim gibi. Ama şiiri neden bıraktığının yanıtlarını bu mektuplarda bulmak hemen hemen olanaksız.


Alain Borer'in Rimbaud'nun bu dönem yaşamı üzerine üç önemli kitabı var:

1) Un sieur Rimbaud, se disant négociant. Bu kitap daha sonra "La Terre et les Pierres" adıyla Le Livre de Poche Yayınevi tarafından yeniden yayımlandı;
2) Rimbaud en Abyssinie, Seuil yayınevi;
3) Rimbaud d'Arabie, Seuil yayınevi.


Rimbaud ülkemizde çok sevilir, birçok ülkede olduğu gibi. Neredeyse şiirlerinin tümüne yakın bir bölümü çevrilmiştir. Ben de düzyazı şiirlerini ("Cehennemde Bir Mevsim" ve '''Illuminations'') çevirdim. Kitapta uzun bir önsöz, yaşamı, Kâhin 'in Mektupları ve açıklamalar yer alıyor.

Rimbaud çevirmenlerinden biri yazdığı öndeyişte onun şiirlerini tanımlarken, kendi şiir anlayışını sanki Rimbaud'ya giydirmektedir. Rimbaud'nun şiirlerini anlamadığı gibi onun poetikasını da anlamamış ve öndeyişi ve çevirisi ile şairin şiirini yanlış adrese oturtmuştur. Tama yakın bir başka Rimbaud çevirisi var ki, şiirlerin Rimbaud'ya ait olduğunu kanıtlamak için bin tanık bile yetmez.

Rimbaud üzerine yazı yazanlar, önsöz yazanlar (Tahsin Saraç hariç) genellikle Verlaine’le olan ilişkisinden söz ederler, şiiri yenilediğini söylerler, ama onun Paris Komünü'yle olan ilişkisinden, toplumsal görüşlerinden, sosyalist anayasa tasarısından, burjuva toplumuna olan nefretinden kesinlikle söz etmezler.

Rimbaud'nun, ülkemiz de aralarında olmak üzere, birçok ülkede yanlış anlaşılması, Paul Demeny'ye yazdığı ve Kâhin'in Mektubu (lettre du voyant) olarak ünlenen 15 Mayıs 1871 tarihli mektubunda kullandığı bir sözcüğün (le sens) yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor: "Bütün duyuların duyuların uzun süre, sonsuzca ve bilinçle bozulması" (long, immense et raisonné déréglement de tous les sens) diyor. LE SENS sözcüğünü, duyu olarak değil de ANLAM olarak çevirirseniz iş bitmiş demektir. Belli koşulların yarattığı bir anlamı değiştirmeniz neye yarar? Sonucu değiştirirsiniz, nedenler, fail aynı kalır. Rimbaud bunu söylemiyor. Şairin dış dünya ile, nesnel gerçeklerle kuracağı ilişkinin yöntemini açıklıyor. (Sırası gelmişken, le sens'ın bu cümledeki anlamı konusunda gözlerimi açan, değerli dostum Abidin Emre'ye teşekkür ederim. Bana ve bütün Rimbaud severlere büyük bir iyilik etmiştir).

Rimbaud insanın beş duyusunun (tatma, koklama, işitme, dokunma ve görme) algılama yönteminin altüst edilmesini öneriyor, bilinmezi kavramak için. Çünkü bu düzen değişmezse dış dünya aynı biçimlerde algılanacak ve bu algılar da aynı bilgilerin oluşmasına yol açacaktır. Bu yeni algılama yöntemine, başka sözcükler ve başka kavramlar aracılığıyla da olsa synaishésis'i (duyum beraberliği, renkli işitme) ve Baudelaire'in adını anmadan, onun Les correspondances (uyumlar, karşılıklar ve aktarımlar) kuramını örnek gösteriyor ve buna bilimselliği ekliyor. Usun karşısına ve yanına imgelem gücünü koyuyor. Yani gözle koku alma, gözle duyma, gözle dokunma, gözle tat alma; bir duyunun görevini ve olanağını başka bir duyuya sunma. Böylece beş duyu boyutlar kazanmış oluyor. Bu boyutların sağladığı algı ve alımlama gücüyle şairin kâhin olacağını, bilinmezi keşfedebileceğini düşünüyor. Bilinmez olan yalnızca usun ve bilginin alanına giren bilinmez değil, aynı zamanda beş duyunun kendi başlarına algılayamadıkları alanlar; halüsinasyon. Böylece yaşam ve dış dünya yeni anlamlar kazanıyor. Verili, hazır anlamları altüst etmek çok kolay. Rimbaud bu noktaya varınca, düzenli (2000 yıllık) şiirin bu anlam alanlarını ve derinlikleri yakalayamayacağı sonucuna varıyor. Bu klasik şiirin, Ölçülü ve uyaklı düzyazı olduğunu saptıyor. Çağdaş ve çağcıl şiirin başlangıç noktası işte bu saptamadır ve bu saptama ile şiirsel söylem (discour / poetique) çağı da başlamış oluyor; imge düzeni, dize yapısı, sözcüğün işlevi ve şiirin yapısı tamamen değişiyor. Ve bunların hepsini "Une saison en enfer" de, daha sonra da "Illuminations" da gerçekleştiriyor.

İlginç olan şu ki: Rimbaud bunları gerçekleştirirken, bir bunalımdan ötekine koşarken, kendi yaptıklarını birkaç yıl önce Comte de Lautréamont'un Maldoror'un Şarkıları ile gerçekleştirdiğinden habersizdir. Benim aklıma, acaba Rimbaud, 1868, 1869 yıllarında parça parça, Ocak 1870'te ise tümü yayımlanmış olan Maldoror'un Şarkıları’nı okumuş mudur? sorusu geliyor. Gene Comte de Maldoror'un 1870 yılının Nisan ve Haziran aylarında yayımlanmış olan POESIES I ve II'sini görmüş olabilir mi?

Meraklı okurlara Kâhin'in Mektupları ile Lautréamont'un "Poesies I ve II’ sini karşılaştırmalarını öneririm. (Comte de Lautréamont, Maldoror'un Şarkıları, Gece Yayınlan, Ankara, 1989. Çeviren: Ö. İnce).

Böyle bir karşılaştırmayı yapan okurlar, çağdaş ve çağcıl şiirin bu iki yeniyetme babasının düşünceleri ve tepkileri arasındaki benzerliğe şaşıracaklardır. Özellikle de eski şiir ve şairler konusundaki şaşırtıcı düşüncelerini okuyup etkilenmemek olası değil. Lautréamont 24 Kasım 1870 tarihinde öldüğü için, Kâhin'in iki mektubunu ve Cehennemde Bir Mevsim ile Illuminations'u okuması olanaksız. Bir olasılık Rimbaud 'nun Lautréamont'u okumuş olması. Bu o kadar önemli değil. Önemli olan bu iki yeni yetmenin eski şiire karşı çıkması, yeni bir şiir önermeleri ve bunu uygulamaları. Ardından Gerçeküstücüler'in bu iki şairden çıkmaları, destek almaları.

Her ülkenin şairinin kendi dilinin şiirini bütün geleneğiyle bilip ve sindirmesinin yanı sıra, bu iki şairi, Rimbaud ve Lautréamont'u kavramalarını, anlamalarını bir kaçınılmaz zorunluluk olarak görüyorum. İkinci Yeni'ye bakıyorum: Bu iki şairi gerçekten bilmediği için eksik kalmış. İkinci Yeni'nin izinden giden, 1990'lann kimi genç şairlerini okuyorum: Çağdaş ve çağcıl şiir yazdıklarını sanan bu genç şairlerin ürünlerinin, bu iki şairin yüz yirmi küsür yıl önce yazılmış yapıdan karşısında nasıl ilkel ve "suyuna tirit" kaldığını görüyorum. Evrensel şiire açık, kendi şiirini, kendi özgün, çağdaş ve çağcıl şiirini, Türk şiirinin zengin geleneği ile evrensel şiirin zenginliklerinin bireşiminden (sentezinden) çıkarmak (yani maden gibi çıkarmak), bu şiiri işleyip geliştirmek (yani elmas gibi işlemek) ve kâhin bir şair olmak isteyen genç şairin Kutsal Kitapları bu iki şairin yapıtları olmak gerekir.

Sevgili Selâhattin Hilav 1962 yılında yayımlanan Gerçeküstücülük kitabına yazdığı önsözde, "Gerçeküstücülük, devrimci bir hareket olarak, başlangıçta kendisine çizmiş olduğu amaçlara varmamış olsa da, şiir bakımından, yüzyılımızın en önemli akımı olmak özelliğini edinmiştir. Günümüzde, hiçbir şair gerçeküstücülüğün şiir deneyini önce yaşamak, sonra da aşmak zorunda olduğunu bilmezlikten gelemez. Yoksa kaçınılmaz biçimde şiirin gelişim çizgisinin gerisinde kalacaktır. Bütün yüceliğine rağmen, gerçeküstücü şiirin günümüzün duyarlığına yetmediği söylenebilir. Bu şiirin yaşayacak yanlarını benimseyerek aşkın bir düzeyde yeniden değerlendirmek görevi bugünün şairine düşüyor. Yaratıcılığın yasası, aynı alanda daha önce ortaya konmuş olanlarla hesaplaşmayı, onları özümleyip değerlendirmeyi ve aşmayı gerektiriyor." derken Ahmet Haşim'den bu yana (40 yıllık şiire) köklü bir eleştiri de getiriyordu. Şu görüşü de hâlâ acı gerçeklerini koruyor: "Yoksa "natüralizm"i "tabiilik" (Ahmet Mithat), "sembolizm"i "ipham" (Ahmet Haşim) sanmaktan; şiir anlayışımızı" gerçeğin düzeninde yapamayacağımız bu değişikliği, kelimelerin konuşma dilindeki gündelik düzeninde yapmaya" (Oktay Rifat, Perçemli Sokak) dayandırırken, gerçeküstücülüğün eksik ve sığ bir tanımlamasını vermekten kurtulamayız." (A.g.e. Ss. 10-11) /……..../




Not: Yazının daha sonraki bölümleri kendi çalışmaları ve “Türk şiirinin eleştirisi” ne yönelik ilerlediği için, iki paragrafı keserek, buraya kadarını aktarıyorum…

*Yazının tarihi: Eylül / 1991

Hiç yorum yok: