RSS

23 Nisan 2010 Cuma

ATTİLA İLHAN

Asım Bezirci
papirüs, ekim 1969

Attila İlhan birdenbire üne erer: Henüz yirmi bir yaşındadır, adını çok kimse duymamıştır, öyleyken 1946 CHP Şiir yarışması'nda ikinciliği kazanır! Fazıl Hüsnü, Cahit Sıtkı gibi tanınmış ustaların da katıldığı bir yarışmada ödül almak kolay değildir. Bu yüzden, olay edebiyat çevrelerinde şaşkınlık yaratır. Herkes merakla sorar: Kimdir bu zeki ve kabiliyetli genç?

İlhan, şair bir babayla roman meraklısı bir annenin çocuğudur. 18 Haziran 1925'te Menemen'de doğar. Şiire İzmir'de ilkokul sıralarında başlar. Üçüncü sınıfta ilk şiirini yazar. Ortaokulda romanlar karalar. Önce babasının etkisiyle halk ve divan şiirlerine eğilir. Sonra, Nâzım Hikmet'le karşılaşır. Bir aile dostunun kitaplığında Gece Gelen Telgraf'ı görür. Okuyunca enikonu çarpılır. Hemen onun yolunda şiirler dizmeye koyulur. Daha da önemlisi: Lise birdeyken gizli bir örgüt kurar. Fakat polis bunu çabuk öğrenir. Yakalanır. Bir süre hapiste yatar. Çıkınca yargılama sonucu, altı aya hüküm giyer. Yaşı küçük olduğundan cezası ertelenir ama, okuldan kovulur.

Babası kaymakamlık göreviyle Adana'nın Bahçe kasabasına atanır. Oradan Danıştay'a baş vurur. Epey uğraştıktan sonra oğlunun okuma hakkını geri alır. İlhan 1944'te İstanbul'a gelir. Yarı kalan öğrenimine ve şiire burada devam eder. Hapisteyken tanıştığı bir solcu (tornacı Ömer) onu uyarmış, Yeni Edebiyat dergisini salık vermiştir. Balıkçı Türküsü ile bir hikayesini oraya gönderir. Şiiri basılınca sevinçten uçar. Yazık ki, bunun arkası gelmez. Polis peşindedir. Arada bir onu alır Müdüriyete götürür, hücreye atılır. Gerçi her seferinde kurtulur, ama dergilerde görünmekten de çekinir. Öğrenimini tamamlamaya çalışır, başarılı bir öğrenci olur. Ancak, bir yıl sonra Yücel dergisinde Beteroğlu takma adıyla Döşeme'yi yayımlar. Bu, Gavurdağları’ndan Rivayet adlı bir destan denemesinin "giriş" parçasıdır.

İlhan o sırada bir yandan halk ve divan şiirini, öbür yandan toplumcu şiiri tutkuyla okur. Dertli, Gevheri, Zihni, Köroğlu, Dadaloğlu, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nedim, Baki, Fuzuli, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, H.İzzettin Dinamo, Ö.Faruk Toprak, A.Kadir, Niyazi Akıncıoğlu en sevdiği şairlerdir. Fakat garipçi şairlerden hoşlanmaz. Orhan Veli'yi, Melih Cevdet'i, Oktay Ritat' i -kendi deyimini kullanalım "bobstil ve alafranga" bulur. "Taklitçilik ve formalistliklerine kızar. (Bu kızgınlık ilerde garipçiliği kıyasıya e!eştiren yazılara dönüşecektir.)


1946'da Gün dergisine gene A. İ. Beteroğlu imzasıyla birkaç şiir gönderir. Aynı yıl, lise son sınıf öğrencisi iken Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle yarışmaya katılır. Kazanınca yer yerinden oynar. Öyle ki Nurullah Ataç dahi hayranlığını açıklamaktan kendini alamaz: Attila İlhan'ın "büyük koçaklamalar yazmaya özeneceğini sanıyorum. Onda, öyle işlere girişeceğini, girişince de başaracağını umduran bir güç seziliyor, erkekçe bir ses duyuluyor. Yeni ozanlarımızdan en iyilerinden biri diye sayabiliriz. "



CEBBAROĞLU MEHEMMED


kaman cıvarına bahar gelince
yıkılır ovadan apdal çadırları
yücesinde pâre pâre duman tutmuş
düdüldağ'ın yaylâsında mekân kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
istasyon deresi kabarmıştır
hacıdağ'ın selinden
dağlar sıra sıradır eylim eylim
dağlar uzanır bir uçtan bir uca
dağlar bir birinden yüce
yamaçlarında kireç yakılır
bir ömür boyunca kahrı çekilir
kimse anlamamış sırrını hikmetini
bu bereket nereden gelir


başınızdan duman eksilmesin gâvurdağları
siz hikâyet eylediniz bana
bahçe kazasının kaman köyünden
cebbar oğlu mehemmed'in hikâyesini


yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim
bir avuç toprağıma çöreklenmek için
yürümüş selâmsız sabahsız
destursuz girmiş memleketime
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
uğursuz ve karanlık
çocuklar gülmemiş artık
sessiz sessiz ağlamış analar
oduna giderken vurulmuş
ve yahut harman yerinde
avuçları buğday kokan delikanlılar
ve nice gâvurdağı kızlarının
birer birer ırzına geçilmiş
yalvarmış ihtiyarlar allah'a
- rivayet şöyledir kim -
dumanlı bir güz akşamı
şu mor dağlar efendim
destur demiş de yürümüş



silkinip kalkmış ayağa
gel haberi öteden verelim
çıkmış dağlara kendiliğinden
cebbar oğlu mehemmed
fransız'a silâh çekmiş
hür yaşamak uğruna
ırz uğruna namus uğruna
ana için baba ve kardeş için
şu mübarek topraklar
şu mübarek vatan için
derken efendim
bir gün kaman'dan öte
uğrun uğrun haber ulaşmış
urfa'nın antep'in köylerine
gözü kanlı maraş beylerine


cebbar oğlu mehemmed
burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı
omuz vermiş bir ağaç gölgesine
usul usul türkü söylüyor

- hasret kuşun kanadında
deli kuşlar uçun gayrı
yazımız böyle yazılmış
bu diyardan göçün gayrı –


kirveleri durdu ve süleyman
on sekiz adım gerisinde
şahin gibi tünemişler kayaların üstüne
avuçları sıcak bakışları ok gibi
deliyor her dokunduğu yeri
biri doğuya bakıyor diğeri batıya


iptida durdu görüyor geleni
yel midir toz mudur anlamıyor
lâkin bıyıkları terlemeden
çeteci olan garip ökkeş
çok geçmeden getiriyor haberi
tabur tabur üstümüze varıyor
düşman yola çıktı savranlı'dan


hemen mevzie sokuldu mehemmed
yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman
çeteler yer tutup pusu kurdular
kanlı geçit boyuna
düşman yanaşırken kaman köyüne
bekletmeden yaylım ateş açıldı
mermi kurşun yağmur gibi saçıldı


ilk seferinde on beş kişi vurdular
ve bir hayli düşman kırdılar
yamaçlarda koptu kızılca kıyamet
cesaretlerine söz yoktu ama
neyleyip nitsinler düşman daha çoktu
düştü birer birer bütün yiğitler
gürültüler boğazda sustu nihayet


demek diz üstü düşmüş mehemmed
kirvesi durdu'nun yanıbaşına
kanlar akar yarasından
al al olmuş çevresinden
köpük köpük gözlerini doldurur
bir başına mehemmed yedi düşman öldürür
mavzerinin namlusu hâlâ sıcak
tutulmaz
ölümün derdi büyük yiğenim
çâre bulunmaz


aynı akşam doğurmuş karısı döne
mavi gözlü bir çocuk sarışın
bir avuç toprak sarmışlar altına
ve kemal koymuşlar adını


Okulu bitirince, Gün'de Şafak Vakti Dünya adlı savaş destanından parçalar yayımlar. Bunları Genç Nesil, Fikirler, Adım Adım, Yirminci Asır, Ses, Varlık dergilerinde kendi imzasıyla çıkan şiirler izler. Yazdıkları büyük bir ilgiyle karşılanır. Kısa zamanda edebiyat çevresine kendini kabul ettirir.

1948'de ilk kitabını çıkarır.

Duvar, şairin de sonradan yazdığı gibi, "günlük ve ömürlük yaşantımızın problemlerini hemen daima hürriyet ve saadet ideallerinin ışığı altında ele alan, toplumcu bir gerçekçiliğin yanı sıra bir de gelecek iyi günlerin iyimser romantizmini taşıyan" bir eserdir. Birinci bölümünde, "Gavurdağlarından Rivayet’te Anadolu halkının çileli yaşantısından kesitler sunulur. Bunun için, yerel (mahalli) renkleriyle belirli tipleri canlandıran küçük hikayeler anlatılır. Söz gelimi, "Cebbaroğlu Mehemmed"e Kurtuluş Savaşı'na girmiş bir köylünün başından geçenler belirtilir, "Sığırtmaç"ta "mintanı sığır ve ter kokan" bir çobanın hayatı, "Ümmühan "da kocası toprak yüzünden hapse düşen bir kadının serüveni, “Deli Süleyman”da bir ırgatın dünyası, "Ökkeş"te bir arabacının ekmek kavgası yansıtılır. Şiirlerde toplumsal çevre silik, fakat doğal çevre canlıdır. Kişilerin iç ve dış durumu çokluk tabiatla birlikte verilir: Sanki tabiat insanların halini daha iyi kavramamamıza yardım eden bir sözcüdür.


Öylesine konuşkan ve sıcaktır. Bunun sağlanmasında coşkun bir duyarlık kadar geniş bir hayal gücünün de payı olmalıdır. Nitekim, yer yer romantizme kayan duygulu, renkli tasvirler ile alımlı, kişisel imgeler tabiata bir "insancıllık" kazandırırlar. Bu insancıllık öbür şiirlerde de görülür. Çünkü, tabiat sevgisiyle imge ve duygu zenginliği şairin temel özelliklerinden biridir. Gitgide gelişerek sonraki eserlerinde de sürecektir.


"Gavurdağlarından Rivayet"in soluklu bir deyişi ve destansı bir havası vardır. Şiirler hem bağımsız gibi dururlar, hem de birbirlerini bütünlerler. Dil işlek, anlatım akıcıdır. Koşuk düzeni geleneksel şiirle yeni şiir arasında bir yerdedir. Daha doğrusu, halk şiiri ile toplumsal gerçekçi şiirin birleşimini hedef almıştır. Özellikle Dadaloğlu'ndan, Köroğlu'ndan, Nazım Hikmet'ten izler taşımaktadır.

İkinci bölüm, "Karanlıkta Kaynak Yapan" başlığı altında on dört şiirden meydana gelir. Birinci bölümdeki dil, anlatım ve imge özellikleri devam eder. Fakat destansı hava, hikayeleme ve tipleştirme eğilimi silinir. Artık Anadolu insanlarından da söz açılmaz. Onların yerini İkinci Dünya Savaşı 'nın getirdiği yıkımlar, barışa duyulan özlem, mutlu günleri bekleyiş, insanların kardeşliği, işçilerin sıkıntıları, mahpusların hayalleri, yaşama sevinci, adalet ve özgürlük isteği alır. Bütün bu temler gene insancıllaşmış bir tabiatın eşliğinde içli bir deyişle ortaya konur.

"Harp Kaldırımında Aşk" bölümünde İlhan daha çok kendinden söz eder. Sevgilisiyle geçirdiği mutlu günleri, yaşamanın güzelliğini, ayrılışın acısını, yalnızlığı anlatır. Ama, bunu yaparken, öbür insanları unutmaz:


"... bu satırları yazdım bir gece sabaha karşı
bermutad insanları ve seni düşünerek ..
"
(Çağrı)


“Aşk temi”ni insan sevgisi, savaş, barış, adalet, mutluluk, özgürlük temlerine bağlar; bireyseli toplumsalla yan yana yürütür.


“… herşey susar gecenin ilerlemiş saatlerinde
dinlersek duyarız kalbimizin insan diye vuruşunu
sahiden bu insanlar ne sevimli mahlûklardır
ölümler harpler arasında nasıl da yaşıyorlar
bir şarkı gelir bize yaprakların arasından
bir insanlık şarkısı barış ve saadet
yıldız çiler yıldız çiler o anda kalbimize
o anda hürriyeti insanları düşünürüz."

(Beraber Yaşamak)
’tan…


Liseyi 1946'da bitiren İlhan, Hukuk Fakültesi'ne girer. Fakat üçüncü sınıfta okulu bırakır, 1949' da Fransa’ya gider. Orada hem Fransız edebiyatını öğrenir, hem de sol hareketleri inceler. Yurda dönünce Abbas Yolcu başlığıyla gezi notları yayımlar. 1950'de Türkiye Sosyalist Partisi'ne girer, Gerçek gazetesinde çalışır. Bir çevirisinden kovuşturmaya uğrar.

Yargılaması sürerken, 1951 'de yeniden Paris'in yolunu tutar. 1952'de Türkiye'ye geldiğinde bazı kararlara varmıştır. Bunlar gereğince bir yandan Garipçileri, öbür yandan öncüleri (eski gerçekçileri) eleştirmeye, Atatürkçülüğe yaslanan bir "sosyal realizm" kurmağa girişir. Bu yolda Kaynak, Yeditepe, Mavi dergilerinde yayınladığı yazılar sağcı basının tepki ve saldırısıyla karşılaşır. Peyami Safa onu Moskova ajanlığıyla, Nurullah Ataç ise komünistlikle suçlar. Bunun üzerine, çevresindeki gençler korkarak dağılırlar, İlhan yalnız kalır.


Demokrat Parti baskıyı gittikçe artırır. Gerçek, Yeryüzü, Beraber, Mavi kapanır. Toplumcu örgüt ve yayınlar için davalar açılır. Devrimci şairler ya susar, ya direnir, ya da biçimciliğe kayarlar. Edebiyatta kaçak, kötümser ve bireysel bir hava eser. Bu hava İlhan'ı da etkiler. O da toplumsal konulardan çok bireysel yaşantıları işlemeğe koyulur. Yalnızlık, bunaltı, umutsuzluk, yolculuk ve aşk temlerine öncelik verir.


Sisler Bulvarı (1954) bu başkalaşmanın ürünlerini kucaklar.


Ürünler "Dıştan içe" ve "İçten dışa" diye kümelenir. Birinci kümede toplumsal eğilimli örnekler bulunur. Bunlarda şehirdeki işçilerle köydeki ırgatların durumu belirtilir. Sözgelimi "Barak Muslu Mezarlığı" nda birtakım ölülerin kahırlı geçmişi, "Kirli Yüzlü Melekler" de serserilerin yaşayışı, "İskeletler Dansı" nda ırgatların kamyonlarla göçüşü, "Derecik Viran"da bir köprünün yapımında çalışanların tabiatla savaşı, "Uzun Hava" da hapse düşen bir köylünün yalnızlığı, "Tütünkeş" te halkın rüzgar bekleyişi anlatılır. Ayrıca, öbür şiirlerde de yer yer emekçilerin ve Anadolu'nun haline değinilir:


.. gazi anadolu 'm
gaziler gibi yaralıdır büyüktür
her köşesi, bir çare bekler kendi derdine
karnında sıtma göğsünde verem gözlerinde trahom
saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür
yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine
telgraf tellerimiz dile gelir karış karış
kimsesizlikten
hekimsizlikten ...

(Bursa'dan Yaylım Ateş)



Duvar'daki şiirlerde olduğu gibi bu şiirlerde de tabiat içeriğe bağlıdır. Ne var ki orada tabiat sertti, yiğitti. Burada ise başı eğik, gözü yaşlıdır. İçerik acı olduğundan o da çoğun üzüntülüdür; yağmurlu, bulutlu ve kapanıktır, sık sık ağlamaktadır. Üstelik, Duvar'daki insanların toplumla yaptıkları kavga Sisler Bulvarı'nda çoğun tabiatla kavgaya dönüşmüştür. Barış; özgürlük, kardeşlik, insan sevgisi, yarın inancı, yaşama sevinci biraz geriye itilmiştir. Siyasal baskıdan ötürü eylem yolu bulamayan toplumculuk eğilimi ya tehlikesiz bölgelere sığınmış ya da bireysel bunaltı biçiminde belirmek zorunda kalmıştır.

"İçten dışa" başlığını taşıyan ikinci kümede bireysel örnekler ağır basar. Doğrusunu söylemek gerekirse, Sisler Bulvarı'na asıl kimliğini bu örnekler verir. Çünkü İlhan bunlarla Türk şiir tarihinde "kendine özgü" bir çizgi çeker. Bu çizgi öylesine yeni ve güçlüdür ki birçok şairi peşinden sürükler. İlkin Turgut Uyar, Cemal Süreya, Ahmet Oktay, Yılmaz Gruda, Ümit Yaşar, ardından Hasan Hüseyin, Ergin Sander, Türkan İldeniz, Ayhan Kırdar, vb. sırayla etki alanından geçerler. Onun için, bireyci şiirimizi zenginleştiren Sisler Bulvarı'nı toplumculuk / ülkücülük açısından, salt bu açıdan eleştirmek, doğru olsa bile haklı olmaz. (Yazık ki ben, yıllarca önce, ilk yazılarımdan birinde böyle bir haksızlığı işlemiştim.)


Bu şiirlerde bunaltı, yalnızlık, umutsuzluk, avarelik, yolculuk, ayrılık, sarhoşluk, aşk ölüm, serüven temleri işlenir. Fakat bu temleri besleyen ve bireyi mutsuzluğa götüren ana kaynaktan, toplumsal çevreden söz açılmaz. Oysa Duvar'da en bireysel şiirlerde dahi şair kendini öteki insanlardan ayırmazdı. Sevişirken bile barışı, özgürlüğü, kardeşliği düşünürdü. Sisler Bulvarı'nda ise artık kendi hayatını başkalarının hayatından genellikle ayırıyor: Toplumu anlatırken kendini ya da kendini anlatırken toplumu araya sokmuyor yahut çok az sokuyor. Toplum çevresinin yerine çokluk tabiat çevresini koyuyor. Özün oluşumuna, daha doğrusu, kendi trajik durumuna göre tabiata insancıl sıfatlar veriyor. Öyle ki, onunla birlikte candan bir arkadaş gibi tabiat da acı çekiyor, yoruluyor, öksürüyor, hatta gerekirse ağlıyor:



... sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki İstanbul’du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu ...

(Sisler Bulvarı)



İlhan'ın çağdaşı olan öbür şairlerde pek görülmeyen hayal genişliği bu şiirlerde büsbütün su yüzüne çıkar. Yer yer gerçeküstücüleri andıran değişik, güzel, alımlı imgeler hem özün daha iyi belirtilmesine yararlar, hem de imgeyi yasaklayan Garip şiirine karşı bir tepkiyi açığa vururlar. Bu bakımdan, İlhan'ı İkinci Yeni hareketinin öncülerinden saymak yanlış olmaz. Gelgelelim, bazı öncüler ve çömezleri (özellikle onlar) İlhan'ın getirdiği imgeyi içerikten soyarak anlamsızlığa doğru kaydırırlar. Bunu gören İlhan, öncüsü olduğu halde, İkinci Yeni'yi kıyasıya eleştirmek gereğini duyar.

Şiirlerde zengin imgelere taşkın bir duyarlık eşlik eder. Ruhsal durum romantizme yaklaşan bir tutumla dışa vurulur. Şairin dramatik yaşantısı -buna "kendini dramlaştırma eğilimi" de denebilir- bu romantizm i zaman zaman duyguculuğa (sentimentalisme) çevirir. Bu da duygu seline kapılan kimi şiirlerin ya da parçaların gereksizce uzamasına yol açar.

Aşırı bir içtenliğe dayanan anlatım ahenkli bir deyiş ve işlek bir dille birleşerek belirli bir lirizm doğurur. Ayrıca, askıda yaşamanın yarattığı heyecanlı gerilim, sinema tekniğinden yararlanmanın sağladığı çarpıcı görüntüler ve yabancı ülkelerle ilgili egzotik tasvirler bu lirizmi etkili bir havayla donatır. Şiirde lirizmi kovan Garip akımına karşı bu hava bir çeşit başkaldırma yerini tutar. Bu başkaldırmayı İlhan "Orhan Veli ve Takımı" na yönelttiği sert eleştirilerle tamamlar.

Sisler Bulvarı'ndan bir yıl sonra yayımlanan Yağmur Kaçağı genellikle onun özelliklerini sürdürür. Ancak, toplumsal ürünlerin daha da azaldığı, bireysel örneklerin ise çoğaldığı görülür. Buna karşılık dil ve anlatım gelişir. Sözgelimi, bir önceki eserde raslanılan yersiz uzatma ve tekrarlar silinmeğe, şiirler yoğunlaşmaya yönelir.

Yağmur Kaçağı' ndan sonra – Duvar’ın genişletilmiş ikinci basımını (1959) saymazsak- İlhan 1960'a değin şiir kitabı çıkarmaz, ama Seçilmiş Hikayeler, Yelken, Dost, Yeditepe gibi dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazmaktan da geri durmaz. Ayrıca, Zenciler Birbirine Benzemez (1957) romanı ile Abbas Yolcu (1959) adlı gezi notlarını yayımlar.

1957-58 yıllarında Erzincan'da askerliğini yapar. Orada Anadolu insanıyla yeniden buluşmak fırsatını bulur.


Ben Sana Mecburum 1960'ta çıkar. Kitap beş bölüme ayrılmıştır ya, şiirler aslında bireysel ve toplumsal olmak üzere iki büyük kümede toplanabilir. Bireysel olanlar, aşağı yukarı, Sisler Bulvarı ile Yağmur Kaçağı'ndaki şiirlerin temel özelliklerini taşırlar. Nitekim "Askıda Yaşamak, Tension a Smyrne, İmkansız Aşk" bölümlerinde gene kaçak, tedirgin, aşık, karamsar, yabancılaşmış bir kişinin gerilimli, korkulu, üzüntülü yaşayışı yansıtılır. Gene şiirlerde melankolik, dramatik, romantik bir rüzgar eser. Gelgelelim, olaya pek yer verilmemesi, aynı temlerin küçük ayrımlarla tekrarlanması bu rüzgarın etkisini azaltır. Gerçi şair bunu gidermek için şiddet bildiren fiillere, abartma sıfatlarına, değiştirimlere baş vurur, ama içeriğin getirdiği tekdüzeliği tümüyle önleyemez.


Toplumsal şiirler "Cehennem Dairesi" ve "Memleket Havası" diye iki bölümde toplanmıştır. Birinci bölümde Abdülhamit'in baskı yılları, İspanya iç savaşı günleri, Macaristan olayları, Ortadoğu'da çevrilen emperyalist dolaplar, Mustafa Kemal'in "hürriyet ve istiklal" özlemi ele alınır. Konuya uygun düşen esnek bir koşuk düzeni kullanılır. Düşünceler, araya sokulan olaycıklarla desteklenir. Böylece, bireysel şiirlerdeki tekdüzelik ortadan kalkar. İkinci bölüm, "Memleket Havası" Erzincan'da yazılmış şiirleri içerir. Bunlarda, bir yandan Anadolu halkının perişan hali anlatılır, öbür yandan bu halkın kurtarıcısı olarak Mustafa Kemal'in kalpaklı hayali canlandırılır. Kuvay-ı Milliye günlerinde halk onunla birlikte olduğu için kara bahtını yenmiştir. Ama şimdi o yoktur, yalnızca özlemi vardır:


... köylüler böyle diyorlar
gecenin arkasında -bir yerde
ufaldıkça gaz lâmbaları
nehrin omuzlanna yaslanıp yaslı ve dindar
yalnızlıktan soğumuş dağları kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde
yatsıları
kemal paşa'dır diyorlar.

(Kalpaklı Süvari).



"Memleket Havası" bir bakıma on beş yıl öncesinin "Gavurdağlarından Rivayet"ini hatırlatır. Gerçi aradaki destansılık, hikayeleme ve tipleştirme çabası zayıflamıştır, ama öteki özellikler pek değişmemiştir; Sözgelimi imgeye ve sese verilen önem, halka ve tabiata gösterilen sevgi, yerel renklere ve yaşayışlara duyulan ilgi azalmamıştır. Aynı durum toplumcu olmayan öbür şiirler için de bahis konusudur. Neden derseniz, İlhan'ın şiir sürecinde devrimden çok evrim geçerlidir de ondan. Hem çeşitli, hem de belirli yönleri olan bir şiirdir bu. Şairin durumuna ve ilgilerine göre bu yönlerden bazan biri öne geçer, bazıları açılıp gelişir, bazıları daralıp sönükleşir, ama onları çevreleyen evren köklü bir değişme geçirmeden kalır.


BELÂ ÇİÇEĞİ


alsancak garı'na devrildiler
gece garın saati belâ çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
çantasını karısı taşıyordu

hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati belâ çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu

ayaküstü birer bafra içtiler
gece garın saati belâ çiçeği
şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu




1962'de basılan Bela Çiçeği buna iyi bir örnektir. Gerçekten de, "Cinnet Çarşısı" ile "Bela Çiçeği" başlıklı bölümlerdeki kimi şiirler Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı ve Ben Sana Mecburum adlı eserlerdeki kimi şiirlere bağlanabilir. Her ne kadar, Bela Çiçeği'ndeki deyiş biçimi özgür koşuktan ölçülü koşuğa doğru uzansa da, birtakım temlerin az buçuk değişerek süregeldiği gözden kaçmaz. O kadar ki, şu birkaç mısra bile bunu göstermeğe yeter:


... hangi kız yüzüme baksa mutlaka parasızım
yıldız falında mutlaka yolculuk görünüyor
benim için bir şey yapın suçlu değilim ki
kimin kapısını çalsam elini tutacak olsam
kendiliğinden atıyor bütün sigortalar
şehrin bütün ışıkları bir anda sönüyor
ben de sönüyorum sirkeci garpalas 32 ...

(Sirkeci Garpalas 32.)


Öte yandan, kitaptaki "Mahur Sevişmek" bölümü de, 1968'de yayımlanan Yasak Sevişmek'teki "Şehnaz Faslı" bölümüyle soydaş sayılabilir. Her iki bölümde de geniş ölçüde divan şiirinden esintiler bulunur ve toplumculuk eğilimi üste çıkar.


“ Şehnaz Faslı” Dünya Savaşından Kurtuluş Savaşına dek uzanan zamanı konu alır. Toplumun genel durumuyla kişilerin özel durumu birlikte yansıtılır. Bunun için tipik kahramanlar seçilir. Öyle ki, onların yaşantısı bir yerde Türkiye'nin de yaşantısı olur. 1941-18 savaş yıllarında Mülazım İhsan'la Hanende Müjgan'ın, işgal günlerinde Kazbek Rıza'yla İfakat Hanım'm, kurtuluş sıralarında Muammer Bey'le Madam Despina'nın aşk hikayeleri arasından belirli bir dönemin tarihçesi sergilenir.


"Şehnaz Faslı" az çok bir destanı andırır. Alttan alta birbirine bağlı yirmi bir şiirden kuruludur. Şiirler, gazel, şarkı, müstezat gibi divan edebiyatının koşuk düzenlerine yaslanır, onun geleneksel sesini ve deyişini ustalıkla canlandırırlar. Ne var ki, buna bakarak, şairin divan anlayışına dönmek istediği sanılmasın. Onun amacı, anlattığı öze en uygun biçimi bulmaktır. Bu yolda divan şiirinden olduğu kadar çağdaş roman ve sinema tekniğinden de yararlanır. Hatta, az da olsa İkinci Yeni'nin getirdiği bazı biçimsel açılımları bile kullanır. Giderek, toplumcu şiirimizin sınırlarını genişleten ilginç bir birleşime varır. Bu birleşimde ses yerli, dil kıvrak, yapı uyumludur. Cömert-bir imge ve müzik dünyası gerilimli bir hava ince bir duyarlıkla kaynaşmıştır:


dinledim telâşlı kanunlardan sarışın türkçeyi
nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi
ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi
nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi. ..

(Müjgân'ın Aşk Şarkıları)



Yasak Sevişmek'in geri kalan bölümlerinde de toplumsal örnekler eksik değildir, ama bireysel olanlar çoğunluktadır. Önceki eserlerin düzeyini yükselten bu örneklerde gene kişisel mutsuzlukla yoğrulmuş temler ele alınır. Gene tabiat şairin sıkıntılı yaşayışına bir dost gibi ortak olur. Yalnız biçim biraz başkalaşır: Özgür koşuk yerini ölçülü koşuğa bırakmağa başlar. İyi seçilmiş uyaklar, denk düşürülmüş sesler içeriğin ve içtenliğin sağladığı lirizmi çekici bir ezgiyle pekiştirirler.

Bu olumlu özellikleriyle Yasak Sevişmek olgun bir eserdir.

Şairin evrim sürecinde ileri bir konaktır, ama son konak değildir. Çünkü İlhan çalışkan ve doğurgan bir yazardır. Gerçi şiir evreni bellidir, kolay kolay değişmez, ama gitgide zenginleşmekten de geri kalmaz. Öylesine hareketli. ve bereketlidir. Üstelik ılhan, evrenini pek değiştirmese de, onu anlatan araçları değiştirmeden edemez. Durmadan yeni ve daha iyi biçimler arar.

Özetlersek, İlhan'ın şiir serüveni toplumcu şiirimize olduğu kadar, bireyci şiirimize de yeni boyutlar kazandırma yolundaki çabaların serüvenidir.

Bu çabaların çokluk hedefine vardığını söylemek hak tanırlık olur.

Hiç yorum yok: