RSS

1 Mayıs 2010 Cumartesi

İLHAN BERK

A. Ertan Mısırlı
Cumhuriyet Kitap / sayı 483


Bir şiire başlar İlhan Berk. Uzun bir şiirdir. ‘UzunBir Adam’a yakışacak kadar uzundur. Bir dize ister şiir, onu ne zaman bulacağını bilemez. Bir sözcüğün peşine düşer: “gerekirse cinnete değin” gitmeyi göze alır. “Ben, yazmak eylemini cehennem olarak görenlerdenim,” derken bile ayıp bir şeymiş gibi gelir ona yazısız yaşamak! Ne zaman alnında bir damar çat1asa, içinden kocaman harfler akar llhan Berk’in. “Az şey midir sözcüklerin zulmü?

(... ) Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar?” Yine de, yüreğine sokulmaya çalışan ürkek bir acıya inat, yüzünü çiçekleyerek uçurur sözcüklerini, yüreklerimize konsunlar diye.” Öyleyse yeryüzü, bu en büyük kitap, hep yazılmalıdır. Sözcükler, sevgili sözcükler yerlerinden oynatılmalıdır, yeni bir yaşam adına ...” içinde, çağıldayan bir ırmağı taşır şair. Acılarla dadandığı yeryüzünün (ki, o zamanlar coğrafya bir çocukmuş), ağzında ıslattığı çiçeklerin filiz vereceğine inanır hüznün bir yerinden; kalbimize iliştirdiği Kült Kitap’ın ilk sözcüğü olduğumuz gün. “Kurtuluş yok!” diyerek sürdürür yazmayı, bilir ki ulaşılamayacaktır hiçbir yere, acılarıyla acılanmadan yeryüzünün. “Ülkem uyurken sana dolaşmaya çıkardım.” diyerek çıkar yeryüzünü dolaşmaya. Breton’un ‘şiir, usun bir bozgunu olmalıdır!’ sözü kadar hiçbir söz daha iyi anlatamaz İlhan Berk’in yapmak istediği şeyi.




Günlükler ve Anılar

Bir gün Picasso’nun bazı resimleri çalınır atölyesinden. Hayranları dövünürler. Picasso telaşsız bir gülümsemeyle: “Onların hiçbirinin altında İmzam yoktu, bu yüzden beş para etmezler,” der. İlhan Berk’te: “Artık gelişigüzel konularda düzyazıları yazmayı düşünüyorum. Söylenmesi bilinirse, bunlar da kendiliğinden şiir oluveriyor,” diyordu yıllar önce. Yani, Berk imzası altında her şey şiirdir demeye getiriyordu aslında. Gelişigüzellik içinde işlenmiş bu notlar bir şiir sıcaklığıyla kucaklıyor, içimizi ısıtıyor şimdi. Türkçe’nin soylu ustası Yunus Emre’nin: “Bu gönüller pasını! Yıkayıp gidermeğe/ Öyle bir söz söyle kim/ sözün hülâsasıdır.” dizelerindeki gibi, içimizdeki pası yıkayıp arıtan gizli bir yalınlığı saklamaktadır İlhan Berk ‘Kült Kitap’ta. Onun dünyasının ölçüsüdür insan. ‘Kuş dili’ deyimindeki bilgeliğe ulaşmıştır çünkü. Kendi kişisel dünyasının duvarlarını aşmış, kuşatmasını yarmıştır şair. Günlüklerle anılar arasındaki ayrımı anlatırken: “Günlük, ileriye doğru gider, hatıra geriye doğru iner,” diyor Suut Kemal Yetkin. Oysa, bir ayna gibidir İlhan Berk’in yazıları kendi yaşamına tutulmuş. Yansımalarını çarpıtmaya, yaşam karşısında aldığı tavrı gizlemeye, örtmeye çalışmaz bu aynada. Yeni bir kan dolaşımı getirmeye çalışır gibidir dilimize. Bir Fransız şairi soruvor: ‘Ey hafıza; Sen bize Rab’bin bir rahmeti mi yoksa lâneti misin? İlhan Berk gücünü belleğinden alır. Gözlemci olarak kalmaz yazdıklarında elini kana bulamayı da göze alır.

“En katı yasaları düşünür (…) Bir de sığınakları (…) Bir yalnızlık yasası düşünüyorum sonra” diyerek, bütün yasaların en katısı olan yalnızlığın üzerine Dağlarca’nın “Şimdi al bir aygır, bir kara çadırda” dizesiyle dört nala yol alır. “Bunalımın güzelim elleri”yle kırbaçlar al aygırları. Doğru olduğu için mi yoksa salt güzel bulduğudan mı bilinmez, “onları aramalıyım” diye peşine takıldığı sözler ve sözcükler öğrenme isteğinin ateşleyicileri olurlar bir anda. Yeni bir defter, yeni şiirlerin habercisidir. Yorulmak nedir bilmeyen, fırtınalı denizlerin kaptanı İlhan Berk, omurgasındaki yaraya aldırmadan, yalın bir güzellik bulduğu tarihin azgın dalgalarına çevirir gemisinin dümenini. Geminin omurgasındaki yara, o tehlikeli oyuk bile geri döndüremez onu. Nerede şiir varsa llhan Berk’in gemileri oraya demir atar.

“Mahler’in senfonilerini, senfoninin yapısına bir saldırı olarak görüyorum. Sevişimde de bu yatıyor Mahler’ i.”

( ... ) “Mahler için ayrı bir ayraç açmalı, ordan bakmalı. Bunun yürüyüşümüzü bile değiştireceğine inanıyorum,” der Mahler için.

Mahler, İlhan Berk’in anlatmak istediğini açımlarcasına: “Dokuz senfonim boyunca nasıl geliştiğim izlenebildiği zaman anlaşılabilirim ben ancak,” demektedir.

İIhan Berk’te, Kült Kitap senfonisi okunarak anlaşılabilir ancak. ..

“Bugün yeni bir defter aldım, yeni şiirlere başlayacağım,” diyerek başlar “Otağ Günlüğü”ne. "Tarihte büyük bir şiir buluyorum,” der ve 5 Balad yazmayı düşünür Hirodes’in çağını kapsayacak. “Aslında, ne Hirodes, ne de Şalome’yi düşünüyorum, belki de o çağın yıkılmışlığını seviyorum. Bir ezikliği var yıkılmışlığın, şiir için büyük bir konu. Poe, güzel bir kadının ölümü şiir için güzel bir konu olamaz, diyor. Belki. Benim için, yıkılmış ülkelerin, düşmüş kralların hayatı değin hiçbir şey güzel olamaz,” diyen İlhan Berk, Şalome üstüne yazmak istediği şiire başlar. Şalome’nin yalnızlığı, kısırlığı, ezikliği: “Sen ey dar yalnızlık, ezik eskil ayna!” dizesine dönüşür Berk’in bilinçaltı kuyusundan çektiği sözcüklerle ... Bir şiirin bitip bitmediğini “sokağa çıkıp kendi kendime okumadıkça anlayamıyorum” diyen İlhan Berk, tüfek sesleriyle uyandığı 27 Mayıs 1960 sabahı da (hani o günün hiçbir saatine değişmem dediği saatler) sokağa fırlar. Yalnızlığı dağılsa da bir an için: “Bir daha anladım, şiir yalnızlık istiyor, bir onu istiyor, daha hiçbir şey,” diyerek, kimselerin geçmediği sokaklara dalar. Yürüdüğü yolları eskiterek yürür şair. “Artık, yalnızlığı eskittim gibi geliyor bana,” demesi ondandır. İlhan Berk, ‘Kült Kitap’ta sizi alıp bir sokağa götürür, bir de bakarsınız o sokak başka bir sokağa açılıyor, o da bir başkasına ...



Âşıkâne Defteri

“ ... Aslında bir ozan için şiirin hayatından başka bir hayat yoktur. Ozan şiirlerindeki hayata, hayat gözüyle bakar. Ozanın yaşadığı hayat, şiirlerin hayatıdır da denebilir,” diyerek başladığı "Âşıkâne Defteri"ne kimi zaman Carpaccico’nun Kötü Kadınlar tablosunun bir fotoğrafını yapıştırır, kimi zamansa Delvaux’nun kuğuyla çiftleşen Leda resmini ... Bütün bir gün Baki’nin bir beyitini söyleyip dururken içinden, Baudelaire’nin Kötülük Çiçekleri’nin üç değişik baskısıyla yatağına giren İlhan Berk, Io’nun bir yerine girer diyerek sevindiği 1. sonnet’in orasıyla burasıyla oynar. L.E.’nin bir mektubunda yazdığı: ‘Türkiye sevişmek için de bir zindanlık değil mi?’ sözünü düşünüp dururken Haydn’ı da, Vivaldi, Bach ve Handel’in yerine koyarak, “Düşenim ben her gün öpüşünün balkonlarından,” dizesiyle uykuya dalar.

İlhan Berk, Kült Kitap’ta bize hem Bakî’yi hem Baudelaire’i; hem Rilke’yi hem de Şeyh Galib’i bilmek zorunda olduğumuzu hatırlatır bir kere daha.

Sadri Ertem, Fikir ve Sanat adlı eserinde: “ ... yazar, mutlaka bilmeyenlere bir şey öğreten adam değil, belki bilenlere yeni şeyler hatırlatan ve kafalarını birlikte işleten dostlardır. Bence yazarla okuyucu, her şeyden evvel birbirini seven insanlardır. ( ... ) Yazar, okuyucusunun en samimi, en mahrem dostudur.” (Agy., s. 110-111) diyerek bu durumu ne güzel anlatmıştır. İIhan Berk, okuyucusundan dostluğunu, içtenliğini esirgememiştir Kült Kitap’ta.


Şair, imgeler arkeoloğu!” dur. İlhan Berk için.

Platon: “ ... kimine göre tragedya şairleri, bütün sanatları, insanların iyi ve kötü taraflarını, hatta tanrılarla ilgili her şeyi bilirlermiş; çünkü iyi bir şairin, ele aldığı konuları iyi işleyebilmesi için ilk önce bunları bilmesi gerekmiş yoksa emeği boşa gidermiş tragedyada.” (Devlet-X, 598 e, s. 285)



Kitaplar

İlhan Berk 1970-1976 yıllarını kapsayan ‘Kitaplar’ bölümündeki ‘Her Şiir Kendi Serüvenini Yaşar’ başlıklı yazısına M. C. Anday’ın bir konuşmasını okuyarak başlar. “ ... Yanlış anlamadımsa, şiir yazılırken kurgusunun, yapısının yazana kapalı olmadığını söylüyor. Ben bunun tersini söyleyeceğim. Bir şiirin yazılış, ortaya çıkış serüvenini, yazılırken bilemeyiz. Onun nasıl yazıldığını, ne gibi yollardan geçtiğini, biz ancak şiir bittikten sonra görür, anlayabiliriz diyeceğim. Hem de, hiç değilse bu benim için böyle demeden diyorum bunu.” Evet, İlhan Berk bir fotoğrafın banyo edilmesi gibidir şiir demeye getiriyor sözü, görüntü yavaş yavaş beliriyor onun karanlık odasında. Belki de yıllar öncesinde çekilmiş bir filmi banyo etmek için uğraşıyordur şair bilinçaltının kuyusunda. Şiir yaratısı bizim midir ya da doğuşuna, geçişine tanık olduğumuz bir olay mıdır hep düşünmüşümdür. Hangi yorum daha gerçek? İyisi mi sözü yine Platon’a bırakalım: “ ... Bu şairlerin yarattığı birer gölgedir olsa olsa, gerçek varlıklar değil. Bakalım sağlam bir taraf var mı bu adamların söylediğinde. İyi şairler, çoğu insanların ne iyi söylemiş dedikleri şeyleri bakalım biliyorlar mı gerçekten.” (Devlet-X, 599 a, s. 285

İlhan Berk, Defter 1984-1988’de ‘En Çok Sevdiği Yerler mi?’ başlıklı yazısında ipuçlarını verir bize. “Her insanın kendi mitologyası vardır. Bu da bu kurulu dünya değildir. Yarattığı dünyadır. Yazmak bu yüzden bilinmeyene açılmak demektir. ( … ) Bir şiir yürümüyorsa, o zaman tenha yerleri seçerim; boş bir kahvede, meyhanede, lokantada oturamadığım halde; böyle bir durumda birden, kimsesiz yerler, masalar ararım. (…) Evde en çok sevdiğim yer, evin iç avlusudur. “Kült Kitap” ı ortaya koyarken ebedi bir yalnızlıkla başbaşa, duyarlıklarıyla da yüzyüzedir İlhan Berk ama okuru karşısında dürüstlükten yana bir sorumluluk duygusu taşır.

“ ... "Galata" için tuttuğum notları (el kadar kağıtlar, haritalar, krokiler, minyatürler, listeler, fotoğraflar), her şeyi bir deftere yapıştırdım. Böylece onları şimdilik elimin altında tutabiliyorum.” der ve bir sabah Tünel’den başlar Galata’yı taramaya. “Her şeyi ben saptayacağım. Galata’ da hangi ağaçlar, hangi kuşlar var? Taşların türü nedir? Evler ne zaman yapılmış- Hayvanlara rastlanıyar mu, rastlanıyorsa ne türden?...”

Sıradan gibi görünen olaylar yazarın kaleminde asıl işlevine ulaşır. Gerçekler, yapıtlarda göründüğü an en ilgi çekici biçimini alıyor, eylemde değil, “Kendi kendini yitirmedir, yol.” Bellekte imgelemi çoğaltmak, imgeler dünyası kurmaktır İlhan Berk’in işi. Düşsel bir yaşama götürür bizi, köleliğe değil! Zaten, kim kanıt1ayabilir ki “üstün insan”ın “sıradan insan” dan daha insanca davrandığını. Gerçek odur ki Nietzsche’ nin ‘sürü insan’ dan daha insanca davrandığını. Gerçek odur ki Nietzsche’nin ‘sürü insan’, ‘sıradan İnsan’, ‘cılız insan’ diye nitelendirdiği çoğunluk üzerine kurulmuş dünyada bu çoğunluğun çıkarı için devinmez İlhan Berk. Bir noktanın iyice açıklığa kavuşması gerekir. Bir edebiyatçının işinin, her şeyden önce edebiyat yapmak olduğunu yazar iyi bilir dersek, eksik bir belirleme yapmış olmayız sanırım.



Yazma Eylemi

Mayaların "sıfır" ile birlikte bulduğu virgül, yazı imleri içinde en çok sevdiğidir ama yine de “elli sayfalık tek bir tümce yazmak, virgülsüz, noktasız; ne zamandır bunu kuruyorum.” demekten kendini alamaz.
“Yazmak eylemi doğası gereği bir öldürme girişimi olduğu kadar, bir aşk: eylemidir de. Zaten ikisi de aynıdır.” İlhan Berk’ e göre.

Şiiri “sözcüklerin kurban edilmesi” olarak gören George Bataille geldi aklıma. Tüm zıtlıklar gibi, her kurban etme eylemi de birleştiricidir, siz sözcükleri kime kurban ediyorsunuz sevgili İlhan Berk?

“Gece Platon’a armağandır. ideaları başka türlü anlayamayız. İdea ve şiir. İç içe iki kaşık gibidir.” gibidir İlhan Berk’te. Filozof olan edebiyatçının bilinç ve duyarlığına sahiptir. Selahattİn Hilâv’ın dediği gibi: “filozof, hayatın anlamını bulmaya ve bu anlama uygun yaşamaya çalışan kimsedir.” (100 Soruda Felsefe El Kitabı, s.5)

“Bir ilkokul dili bulmak ... Bir ilkokul diliyle dolaşmak, yaşamak ..” istemesi boşuna değildir. “Bir çocuk gibi baktım ben şiire. ( .. ) Bunun için bitmez tükenmez olanaklar birimidir benim için şiir.” der. Kendini bu alanın çocuğu sayar. Sayar ki çocuk o alanda büyüsün, kendi çıkış yollarını bulsun, çünkü çocuğun dehasına hiçbir deha ulaşamaz, bunu iyi bilir İlhan Berk.

Yuvasından tek başına çıkıp, bir taşın üstünde güneşlenen karıncayı gözlemler şair ve düşünür: “Karıncalar bir başlarına yaşamazlar, yalnızlığı bilmezler diye düşünürdüm hep. Değilmiş! Bir karınca da tek başına yaşamaya özlem duyabiliyor.” diyerek “Bireyci Bir Karınca” yı taşır imgelemimize. Elindeki malzemelerle laboratuvar çalışması yapıp, Ernst Fischer’in deyimiyle ‘yaşantıyı yeniden kurmak’ üzere, düşünce ve yaşama biçimi birliğini, aksamayan bir ilişki boyutuna ulaştırır Berk .. “Ağaçlar gökyüzünü soru yağmuruna tutuyorlar”dır ona göre.

“Kanaryalara (neden yalnız onlara, bilmiyorum ) ayrı bir eğilimim var. Onlar üstüne hiçbir şey bilmiyorum.” der bir yerde…(Tabula Rasa / 89)

İçinde uzun sözcüğünün sesleri olduğu için Zonguldak sözcüğünü sevdiğinizi biliyorum İlhan Berk.

Eskiden grizu sızıntılarını anlamak için maden ocaklarının derinliklerine kanaryaların asıldığını anlatırmış dedem. Kanaryalar ölmeye başladığında maden ocağını hızla boşaltırlarmış. “Kanaryalar nasıl mutlu olur?” Ölen arkadaşları için ağıt yakarken! ... “Hem dünya çoktan şaşırtıcılığını. yitirdi. Korkunçluk bunda!”

“Yaralarımız aynı yaralar, ama benzemiyorlar birbirlerine.” diyorsunuz ya, evet, sevgili İlhan Berk, hangi yaramızı sarmışsa, çöllerde kum bırakmayan zaman, siz de biliyorsunuz ki yalan!

Yaralı bir güverciniz artık adımız Eylül! Ne demişti bir karınca “Yürü, dünya bizden sorulur,” “Sular bizden akıllıdır, uyumaz,” dizesini Dağlarca’dan, okuyucusuna hatırlattıktan sayfalar sonra; “Su Herakleitos’undur.” diyerek yolumuzu aydınlatır. Sözcükler kendi coğrafyalarını tanımak, algılamak için çokanlamlılığa açı1ırlar. Sürekli yolculuklarının amacı budur. Bunun için demir alırlar,” İlhan Berk’e göre. Bu yüzden olsa gerek, "suyu uyurken görür". Yine de “Seni seviyorum, seni seviyorum, diyor, su.”

Kült Kitap’ın duvarı, bir su damlasının peşisıra gelen su damlaları gibi durmadan birikmenin ve sonunda taşmanın mayasını kuşaktan kuşağa ileten yazılardan, dizelerden örülmüştür. Hiçbir kilit başa çıkamamıştır İlhan Berk’le, engin bir duyarlığın imbiğinden damıtmıştır yazdıklarını.




“Kitap gizlilikten tiksinir.”

İlhan Berk, Kült Kitap’ta, yüreğinin en gizli köşelerini ardına kadar açarken, kendi cehenneminin kapılarını aralık bırakır. Bilinçaltının bahçelerinde dolaşabilmemiz için bazı kapılan maymuncukla zorlamamızı ister gibidir yine de…

“Kuşlar uçtukları yeri hep aynı sanırlar.”

Uçtuğunu bile bilmeyen yağmurkuşları ne yapsın sevgili İlhan Berk?
“Yalnızca ozanlığın öğretmeni yoktur.”diyen İlhan Berk, bir yandan da harıl harıl ‘sözün haritasını’ çıkarmaya uğraşır. Kült Kitap’la ve inatla ... Çünkü: ‘Sanatçı denen o üstün büyücü gereklidir topluma.’ (Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği).

İçinde yüzdüğü suya bile güvenmeyen kefali;
En meraklı balığın levrek olduğunu;
Çocukların, geceyi kendilerinin bulduğuna inandıklarını;
Sonsuzluğun, şairlerin buluşu olduğunu;
Ağaçların, gökyüzünü soru yağmuruna tuttuklarını;
Eğretilemenin, sonsuzluk sarmalı olduğunu;
Kedilerin, her şeyi yuvarlak gördüklerini
Şemsiyenin lirik olduğunu, kullananı şiirle donattığını;
Usun, topal olduğunu ama bunu bilmediğini;
Susamurunun gürültüyle seviştiğini;
Suyun da yaşlandığını; bütün bunları Kült Kitap’tan öğrendim.

“Düşümde, bir tümce benim kılığıma kuşanmış çıkageldi.” diyor ya İlhan Berk; ben de günlerdir hep ayın düşü görüyorum:

‘Kült Kitap, İlhan Berk kılığına kuşanmış çıkageliyor,’

Ne demişti Mahler: “Benim de günüm gelecek!”

Hiç yorum yok: