RSS

30 Mayıs 2010 Pazar

SAİT FAİK ABASIYANIK / SİVRİADA GECELERİ...

Bir grup balıkçı bir akşam yola çıkarlar. Amaçları geceyi adada geçirerek, sabah erkenden ava çıkmaktır.

Adaya varırlar, derken gün batar ve balıkçılar sabah erkenden çıkacak av için hazırlıklarını yapmaya başlarlar.

Hazırlıktan sonra çalı çırpı aramaya çıkarlar. Sadece bizim yazarımız çakıllar üzerinde oturur ve üç adım ötesinde arka üstü yatan, olasılıkla can çekişen martıyı izlemeye başlar. Dayanamaz, gider martıyı ellerine alır. Bir avuç deniz suyunu gagasından içeriye damlatır, martı titrer ve ölür..



“Onlar (balıkçılar) ateşi yakıp, topladıkları midyeleri bir teneke üstünde pişirirlerken yazarımız hala martının başındadır. Kalafat, yazarımıza:

-Ne oluyorsun be? Şair misin, ne boksun? der.

Yazarımız:

-Martı öldü de…..der.

-Martı da ölür, insan ölmüyor mu? diye cevap alır.

Balıkçılar, onun bütün gün çalışmadan, üstelik bir martının üzülmesine bozulurlar..Aralarında konuşmaya başlarlar.

Yazarımız, kendisini dünyanın yaradılış günlerinde, bir kabilenin öykücüsü olarak düşünür. Kabilenin avcılarının kendi aralarında:

“-Bu herif çalışmayacak mı? Oturup kayalara düşünecek mi? Martı ölmüş, onu seyredip, bize
masal mı anlatacak? diye konuştukların düşünür ve düşünceleri aşağıdaki gibi devam eder.

Gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgar, denizi homur homur söyletirken, martılar hala deli gibi bağrışırken ben bir türkü, martının ölümünün türküsünü tutturacaktım. Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, bir birine sokulma hissi saracaktı. Sonra bu hal belki de işe yaramaz adamın vazifesi olarak tanınacaktı. Bir-iki gün ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp sevinme arzuları veren türküler söyleyemeyecektim.

-Ne susarsın be herif? Diyeceklerdi. Hani bülbül gibi öterdin geceleri?

Ertesi gün balığa çıkarken beni uyandırmayacaklardı.

Yazarımız böyle düşünürken, balıkçı arkadaşlarından biri, ondan martının hikayesini dinlemeyi ister.

Yazarımız anlatır.

Ölen martıyı tanıyordum. Hani iki hafta önce ölen Tahir’in martısıydı…… Bir kayanın tepesine çıkar, Tahir’in sandalını gözlerdi. Uçardı doğru Tahir’in sandalına..Tahir, somurtkan bir adamdı. Pek keyifsizse yanına sokulmazdı. Pek keyifliyse sandalın kıçına otururdu, yemlerin kafasını, kılçıklarını, bekçi balıklarını, ince izmaritleri Tahir fırlatır, ona atardı. Ara sıra konuşurlardı da…

Üç gün sırt sırta rüzgâr esse, Tahir’de balığa çıkmasa, martı tenezzül edip de çöp mavnalarına doğru kanat çırpmazdı…

Tembel miydi, şair miydi, bilmem ki?”



Son Kuşlar / Bilgi Yayınları

Hiç yorum yok: