RSS

23 Nisan 2010 Cuma

ATTİLÂ İLHAN / ZİNCİRLEME RUBAİLER 15

kum saatlerinden sızan ne serin yazların derinliği
o ürkek vanilya kokusu göçmen kuşların getirdiği
zamanın geçmesinden çok belki de bizi böyle yıkan
mevsimlerin dönme dolabıyla belli etmesi geçtiğini

ATTİLÂ İLHAN / "GENÇ OZANLAR" ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yusufçuk, 1 Kasım 1979
Elde Var Hüzün / Bilgi Yayınları



- Belirli bir üne, edebiyat tarihinde belirli bir yere ulaşmış ozanların, yeni yetişenlerle o kadar ilgilenmedikleri söylenir. Oysa sizin genç ozanlara çok yakınlık gösterdiğiniz biliniyor. Bunun özel bir açıklaması var mı?

Bir değil, iki açıklaması var: birisi nesnel, öbürü öznel. Nesnel açıklamayı, toplumcu şiir geleneğinden yapacağım. Türkiye 'de sosyalist ozanlar, başlangıçtan bu yana, ciddi bir usta/çırak ilişkisi içinde bulunmuşlardır. (N azım Hikmet 'in Nail V. ile yakınlığı hatırlanmalı. 40 yıllarında Suat Taşer ile Ö.F. Toprak, ortaklaşa kitap yayımlamışlardı. Aynı yıllarda ben Ö.F. Toprak'a çıraklık etmeye başlamıştım.) Aynı tutumu, ozanlık önlüğünü kuşandıktan sonra, benden sonra gelen toplumcu ozanlar için tutmam, toplumcu ozanlık zanaatının gereği sayılmalı. Bunu, 50'li yıllarda Maviciler, 60'lı yılların ortasından başlayarak da, "ikinci yeni "ye karşı olanlar için, yapmaya çalıştım. Şimdi de, en genç kuşağın ozanlarıyla, dostça ilişkiler içindeyim.

Öznel açıklamaya gelince, acaba şöyle mi söylesem: ozan kısmı, genellikle, yaşlandı mı duyarlığını yitirir. Hadi kurur demeyeyim, ama mutlaka görgüsü duygusuna, bilgisi sezgisine ağır basar. Buysa, çokluk yaşlı ozanlarda gördüğümüz kısır şiirlerin, asıl kökenidir. Kişi olarak ben ne kadar bilgiye, görgü ve göreneğe, mantığa bağlı çözümleme ve diyalektik bileşimlere meraklı da olsam, duyarlığımı korudum. üstelik hayli genç bir duyarlık bu. Delikanlı ozanlarla konuşup tartışırken aynı düzeyde kalabilmemiz bunun kanıtı. Kanıtı ama, acaba, delikanlı duyarlığını sürekli olarak genç ozanlarla dirsek temasımı koruyarak sağlam tutmuş olmadım mı? Kendimi genç ozanlardan-genellikle gençlerden- soyutlasaydım, besbelli bu duyarlığı böyle diri tutamazdım.

ATTİLÂ İLHAN / BİR ROMANCININ İTİRAFLARI

O günlerde İpek Film’e senaryolar yazıyorum.

İhsan İpekçi bir gün dedi ki, “Bir de İstiklal Savaşı filmi yapsaydık, şöyle kostümlü filan…” Tasarıyı hemen benimsedim, o sıra yakın tarihimize merak sardırmışım ki, elime ne geçerse harıl harıl okuyorum, bu okumaların taze izlenimlerine dayanarak “esaslı” bir Kuva-i Milliye senaryosu çıkarmaktan iyisi mi olur? Önce adını yakıştırdım: “Barut Ekmeği” Ardından kahramanlarını oluşturdum: Filistin Cephesi’nde savaşıp Mütareke ile İstanbul’a dönmüş olan Yüzbaşı Ferit Bey ile iki gözü kör bir Abdülhamit paşasının evlatlığı Ruhsar Hanım! Yanlış aklımda kalmadıysa, film öyküsünü tamamlamış, asıl senaryoya geçmeyi planlıyordum, o iş “yattı”.

İşte sonradan Aynanın İçindekiler serüvenine atılmama neden olacak ilk adım budur.

Kurtlar Sofrası’nı henüz bitirmiştim, (ya da bitirmek üzereydim) kolay kolay yayımlanabilecek gibi görünmüyordu, “Barut Ekmeği” tasarısından yeni ve boyutları geniş tutulmaş bir romana gitmek için ne zaman müsaitti ne zemin, gel gör ki Yüzbaşı Ferit Bey’den de kurtulamıyordum, sevgilisi Ruhsar Hanım’dan da! Sonunda bu iş “Mahur Sevişmek” diye bir şiire bağlandı. “Mahur Sevişmek”te hem bir bölüm hem bir şiir adıdır bu, şiirde açıkça Yüzbaşı Ferit’ten söz edilmiştir, Üsküdar’daki sevgilisinden de!

Henüz Yeşilçam’daki umutlarım kırılmamıştı, bir dengine getirir, aklı başında bir film çıkartabilirim sanıyordum, “Barut Ekmeği” başka firmaların yüz vermeyeceği derecede “pahalı” bir yapım tasarısı olduğundan, onu bir kenara bırakıp başka senaryolara daldım.

ATTİLÂ İLHAN / ÖLMEK YASAK

daha önce bıçaktan hiç su içmedim
hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım
gururlu bir gemiyim oldum bittim
sabah olur yelkenlerimi saklarım
özgürlük dediğim yerde demirledim


üstüme varma bulutları tutamam
böyle paldır küldür gideceklerdir
gelmezsen farketmez kimseyi aramam
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
onlarla yaşarım eğer yaşarsam

ATTİLÂ İLHAN / AĞIR KAN KAYBI

Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan
Biz yani; erdoğan, ayşenur, ali ve ahmet
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Sanki bir tesbih koptu, tane tane savrulduk
Köy köy, bucak bucak, memleket memleket
Yani afyon, adilcevaz, akçadağ, turgutlu
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku

Buzlu mehtap, alçakça kesmişti yolumuzu
Bütün kapılardan açıkça kovulmuştuk
Silahımız avcumuza yapışmıştı soğuktan
Biz yani; erdoğan, ayşenur, ali ve ahmet
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Kestiremedik ne yaptığımızı, kim olduğumuzu
Sanki bir tesbih koptu, tane tane savrulduk
Köy köy, bucak bucak, memleket memleket
Yani afyon, adilcevaz, akçadağ, turgutlu
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku

ATTİLÂ İLHAN / BEN SENİ NEDEN Mİ SEVDİM?

ben seni bir okyanusun derinliğinde buldum da sevdim
parlak bir inciydin benim için
paha biçilmez bir inci seni sadece selvi boyun, siyah saçların yada kara gözlerin
güzel bir yüzün var diye değil
fikirlerinle, konuşmandaki güzelliğin ve benim o kor halde yanan
yüreğimle
sevdim
ben seni derinden ve hissederek sevdim
her kalp atışımda vücudumun dört bir köşesine yayıldığını
beni sardığını her nefes alışımda ciğerlerime işlediğini bilerek sevdim
seni kış gecelerinin o soğuk yatağında birlikte uyuyup beni ısıttığın
yaz sıcağında uyuyamayıp sıkıntılarım olduğun
ve rüyalarımda buluştuğumuz gecelerde sevdim
seni ellerinden tutup kanımın kaynadığı
kalbimin yerinden fırlayacağını hissettiğim anlarda
o ıslak dudaklarınla beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek
sevdim
ben seni o sensiz anlardaki boş ve değersiz geçen dakikalarda
kayıp zamanlarımızda, seni arayıp bulamadığım
çaresizlik içinde olduğum,içki sofralarını dost bildiğim anlarda sevdim
sen ne kadar uzak olsan da,
aramızdaki kilometreler nasıl çoksa
bende seni o kadar yoğun ve o denli çok sevdim
seni kalbimde yanan ateşin ile
zihnimde oluşan hayallerin o ay parçası çehrenle
bana derinden bakan o gözlerindeki ışıltıyı göreceğim anları beklerken
kalbimin yanıp tutuştuğu anlarda
gelip o bu ateşi alevlendirerek
bana sarılarak beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim

ATTİLÂ İLHAN / DEPREM BEKÇİSİ

mıknatıslı bir anten gibi tek tek
gökyüzüne açılmış kirpiklerim
dilimde yanık yıldızların tadı
ayakta ne uyku ne durak
bütün bir gece deprem bekledim
olmadık saatleri yokladım
hiç biri yerinden kımıldamadı
deprem gecesini dörde katladım
karanlıkta sustum büyük bekledim
ölüm bıçak gibi parlıyordu

ATTİLÂ İLHAN / HER ŞEYİ BİRDEN İSTEMEK

o kitabı da okudum bitirdim
hani o genç kızın beni unuttuğu
bir ara fena halde fikrindeydim
dudağındaki nem gözündeki buğu

durmadan hayal değiştiriyorduk
çetrefil bir hayat herkesin korktuğu
kaderlerimiz kalındı sevinçlerimiz çabuk
yaşamadan dağılıyor yarısından çoğu

ATTİLÂ İLHAN / YORGUN SERÜVENCİ

ben yeşil bir su içtim on sekiz
emirgan'da içtim temmuz'da
bütün karadeniz akıyordu
rüzgar çözülmüştü ay yoktu
işte ben klor içtim on sekiz
bıyıklarımdan damlata damlata
büyük rezilliğimizi içtim

saat yirmibir demesin içim çöl
gözlerimi mumlar gibi söndürüyorum
sarhoşlar gitti on sekiz gitti
istinye'de gemiciler kahvesindeyim
avuçlarımda kurukafa işareti
oksijeni eksik bir başka gökteyim
başka bir karanlığa kan veriyorum
az sonra böbreklerim dökülecek
yabancı bir ıslık elektriklerde
rüzgar dudaklarımı kesiyor
şimdi git on beş yıl önce gel
yalnızlar sokağında bekliyorum
tırnak uçlarımdan kan sızıyor
kan burun deliklerimden sızıyor
bütün camlarım kırılmış yorgunum

ATTİLÂ İLHAN / YANİ EPEYCE ZİNDAN

gelir devrilirdi nisan
müstesna çiçek kokularıyla
insanın kafasını karıştıran

yukarda bir akşam
ebruli bir akşam ki
perde perde açılan
bir şaşaa bir şehrayin bir ihtişam
billur kadehlerde rakı
bulanık
duman duman
dudaklarda mısralar
mısralar ki nâzım'dan
savaş yıllarının ağır karanlığında
ufkumuzu gizlice aydınlatan

ATTİLÂ İLHAN / BULUT GÜNLERİDİR

bulut günleridir / akar uykular dumanlı sular gibi
kuytu göllerde salınır rüyalar kuğular gibi

kırık aynalarda balkısa da gün kızıllığı / kanma
bastırır tamtamlarıyla karanlık yamyam korkular gibi

vampirler okşar yalnızlığını ipek baykuşlar büyür
uğuldar damarlarının ağacı ıssız korular gibi

ATTİLÂ İLHAN / ADIM SONBAHAR

nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan

gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul

adım sonbahar

ATTİLÂ İLHAN / DERYANIN GÜNAHI NE?

Yusufçuk,
1 Ağustos 1979 /


“testin küçük ise
deryanın günahı ne?”



Yuvasına buğday tanesi taşıyan karınca, değerli bir yiyecek bulduğundan, hem gururlu, hem sevinçlidir. Yuvasına yaklaştıkça, sevinci büyür. Hiç değilse, insan düşüncesi, bunun böyle olduğuna, olacağına hükmeder. Ötede bir yerden, karıncanın bulunduğu yana doğru, şiddetli bir suyun akıp geldiğini düşününüz. Karıncanın gururu da, sevinci de, birden "beyhude"leşecektir. Besbelli ki su akıntısı, karıncayı da, taşıdığı buğday tanesini de, önüne katıp kim bilir nerelere sürükleyecek? Karınca, bırakın sevincini ve gururunu, varlığını tehdit eden bu olasılığı algılayabilir mi? Hayır. Ancak belaya uğradığı zaman işin farkına varacak, o zaman da iş işten geçmiş olacaktır. Oysa, algılama ve yargılama gücü çok daha yüksek olan bir insan, karıncanın bulunduğu yerdeki durumu çok daha geniş açıdan ve nesnel olarak görebilir.

ATTİLÂ İLHAN / KELİME

Yusufçuk / 1 Ocak 1979
Elde Var Hüzün / Bilgi Yayınları


Çoğumuz şiiri bir kelime işi sanır: en uygun kelimeleri seçmesini; en elverişli mısraları kurmasını bileceksin! Mısra bir kelime katarı olduğuna göre, kelimeyi usturuplu seçtin mi, mesele yok, önce mısraların, giderek şiirin, kurtuldu demektir. Kelimeye ağırlık veren şiir anlayışı, kökeninde biçimseldir ya, bu elbette, biçimsel olmayan şiir anlayışı, kelimeyi önemsemeyecek demek değildir. Galiba bütün iş, kelimeyi ele alıp değerlendirişimizde düğümleniyor.


Biçimci tutumda kelime, bağımsız bir bütündür, kendi başına var olur; şiirsel değeri, yarı yarıya ses yapısında, yarı yarıya anlam yapısındadır; çağrışım yükü önemini pekiştirir. Şairin biri tutar, tek kelimeyi, ya da tek tek bağımsız kelimeleri, yan yana getirir, bundan bir mısra örgüsü çıkardığını sanır , ortaya belki mozaike benzer bir "süs" de çıkarır. Bu "süs", adından da belli, gerçekte şiirsel olmaktan çok, "dekoratif"tir. Hadi bir örnek düşünelim: geçmiş zamanla ilgili bir şiir yazan şair, o dönemleri hatırlatmak için, Divan şiiri kelimelerinden birini ya da birkaçını, şiirinin "yapısına" oturttu mu, o dönem şiirini yeni koşullar altında yeniden yaratmış olmaz; biçimsel bir şiir düzeni içersinde, o kelimeleri, geçmişe ilişkin "dekoratif" birer öğe olarak kullanmış olur. Bu nokta önemli, "ikinci yeni "den "müdevver" bazı şairlerimiz Divan ya da Edebiyat-ı Cedide kelimelerini şiirlerine serpiştirerek, geçmiş şiirimizle daha ileri konaklarda bütünleştiklerini sanabiliyorlar. Yanlış. Yaptıkları, çağdaş bir sahne tuvaletine, assolistin padişah tuğu eklemesinden farksızdır. Geçmiş kılıklarımızı yeni koşullar altında gözden geçirerek, o kökenden, yeni bir sahne kılığı üretimi değil.

ATTİLÂ İLHAN / BAKİ'YE GAZEL

bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır
ne yadsımaya dilim varır
ne düzeltmeye gücüm yeter


meyyus bir papağan gibi tenhada bırakılmış
harıl harıl
içimdeki bozgunla söyleşirim

ATTİLA İLHAN

Asım Bezirci
papirüs, ekim 1969

Attila İlhan birdenbire üne erer: Henüz yirmi bir yaşındadır, adını çok kimse duymamıştır, öyleyken 1946 CHP Şiir yarışması'nda ikinciliği kazanır! Fazıl Hüsnü, Cahit Sıtkı gibi tanınmış ustaların da katıldığı bir yarışmada ödül almak kolay değildir. Bu yüzden, olay edebiyat çevrelerinde şaşkınlık yaratır. Herkes merakla sorar: Kimdir bu zeki ve kabiliyetli genç?

İlhan, şair bir babayla roman meraklısı bir annenin çocuğudur. 18 Haziran 1925'te Menemen'de doğar. Şiire İzmir'de ilkokul sıralarında başlar. Üçüncü sınıfta ilk şiirini yazar. Ortaokulda romanlar karalar. Önce babasının etkisiyle halk ve divan şiirlerine eğilir. Sonra, Nâzım Hikmet'le karşılaşır. Bir aile dostunun kitaplığında Gece Gelen Telgraf'ı görür. Okuyunca enikonu çarpılır. Hemen onun yolunda şiirler dizmeye koyulur. Daha da önemlisi: Lise birdeyken gizli bir örgüt kurar. Fakat polis bunu çabuk öğrenir. Yakalanır. Bir süre hapiste yatar. Çıkınca yargılama sonucu, altı aya hüküm giyer. Yaşı küçük olduğundan cezası ertelenir ama, okuldan kovulur.

Babası kaymakamlık göreviyle Adana'nın Bahçe kasabasına atanır. Oradan Danıştay'a baş vurur. Epey uğraştıktan sonra oğlunun okuma hakkını geri alır. İlhan 1944'te İstanbul'a gelir. Yarı kalan öğrenimine ve şiire burada devam eder. Hapisteyken tanıştığı bir solcu (tornacı Ömer) onu uyarmış, Yeni Edebiyat dergisini salık vermiştir. Balıkçı Türküsü ile bir hikayesini oraya gönderir. Şiiri basılınca sevinçten uçar. Yazık ki, bunun arkası gelmez. Polis peşindedir. Arada bir onu alır Müdüriyete götürür, hücreye atılır. Gerçi her seferinde kurtulur, ama dergilerde görünmekten de çekinir. Öğrenimini tamamlamaya çalışır, başarılı bir öğrenci olur. Ancak, bir yıl sonra Yücel dergisinde Beteroğlu takma adıyla Döşeme'yi yayımlar. Bu, Gavurdağları’ndan Rivayet adlı bir destan denemesinin "giriş" parçasıdır.

İlhan o sırada bir yandan halk ve divan şiirini, öbür yandan toplumcu şiiri tutkuyla okur. Dertli, Gevheri, Zihni, Köroğlu, Dadaloğlu, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nedim, Baki, Fuzuli, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, H.İzzettin Dinamo, Ö.Faruk Toprak, A.Kadir, Niyazi Akıncıoğlu en sevdiği şairlerdir. Fakat garipçi şairlerden hoşlanmaz. Orhan Veli'yi, Melih Cevdet'i, Oktay Ritat' i -kendi deyimini kullanalım "bobstil ve alafranga" bulur. "Taklitçilik ve formalistliklerine kızar. (Bu kızgınlık ilerde garipçiliği kıyasıya e!eştiren yazılara dönüşecektir.)

ATTİLÂ İLHAN / SİSLER BULVARI

elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım

ATTİLÂ İLHAN / İSTANBUL AĞRISI

kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine istanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor

ATTİLÂ İLHAN / KİMİ SEVSEM SENSİN

kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

ATTİLÂ İLHAN / SANA NE YAPTILAR

o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
seni görür görmez özgürlüğümden utandım
söyle ne içersin çay mı kahve mi
çok değişmişsin birden tanıyamadım

saçların uzundu omuzlarına akardı
gönlümüz şenlenirde sarışınlığından
onlar mı kestiler sen mi kısalttın
gülerdin içimize aylar doğardı
görünmez dağların arkasından
eski gülümsemeni beyhude arardım
o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
çok değişmişsin birden tanıyamadım

ATTİLÂ İLHAN / KALK GİDELİM KADINLAR BALLADI

sabit dudak ruju epeyce telefon
kirpikleri devirip göğüs geçirmeler
burnu rendelenmiş memeleri silikon
ağızlıkla çakmağın alevini içmeler
yarı ömrü meyhane yarısı berber
aşk faslını unuttuk
hey Allah pardon
yuvası aşk yuvası görkemli salon
kapısı vızır vızır spor mercedes'ler
zar saydamı bluz bluejean pantolon
kadın erkek farketmez asıl olan çekler
lafı hiç uzatmaz sevişmeye geçer
az buz kazanmıyor
gecesi üç milyon
kalk gidelim kadınları bu ne ilk ne son

ATTİLÂ İLHAN / SAKIN HA

'sabiha bu adamlar beni alıp götürecek
sakın ha ağlamanı istemiyorum
soracakları varmış yıllardır sorarlar
anlaşılan bu sorgu daha yıllarca sürecek
ilk götürülüşümü bak hatırlıyorum
sendikaya yazıldığım günlerdi sanıyorum
otomobil farlarına yağmur yağıyordu
cıgaram ıslanmış sokaklar nedense dar
bu defa aksi gibi zilzurna ilkbahar
çoçuğa bir şey söyleme sabiha belli olmaz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
bakarsın çabuk biter akşama evdeyim
uzayacak olursa git hüseyin'i bul
eli kızıl kanda olsa bizi bırakmaz
çantamı hazırlarsın pijamam terliklerim
izin verirlerse seni de beklerim
hani bir gülümsemen vardır sanki istanbul
gözlerin gözlerimi bulur bulmaz
içimde bütün şehir atlı karınca gibi
döner ha döner ışık renk ve pul
hay allah bu ilkbahar beni öldürecek
rüzgardaki kokular dudaklarımdaki tuz
bu adamlar sabiha beni alıp götürecek
günlerden cuma sabah saat dokuz
sakın ha ağlamanı istemiyorum
paran var mı yok mu bilemiyorum
al şu yüz lirayı yanında bulunsun
yüz de bana kalıyor varımız yoğumuz
çocuğa bir şeyler al onunla avunsun
beyler ben hazırım haydi gidiyoruz
sabiha unutma seni bekliyorum'

ATTİLÂ İLHAN / KARANTİNA´LI DESPİNA

bir gül takıp da sevdâlı her gece saçlarına
çıktı mı deprem sanırdın 'kara kız' kantosuna
titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina

çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan
ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan
sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i
ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından

ATTİLÂ İLHAN / ÖLMEK ZAMANI

dağılırdı saçlarınız yaz akşamı
batan güneşe karşı / kumral
susardınız ne de çok susardınız
anlaşılması güç susmanızın anlamı
sanki bir bulmaca uzun bir sarmal
uzadıkça sersem eder adamı
o zaman sevmek değil ölmek zamanı

(uzak bir kız sisli mavi susarsa
acılarla yüklüdür suskunluğu
akıl almaz tehlikeler içerir
hele hayatında bir sürgün varsa
kelepçe kuşlarının buz gibi uçuştuğu
o siyah tren uğultularla gelir
bütün üçüncü mevki cıgara dumanı)

ATTİLÂ İLHAN / TUTUKLUNUN GÜNLÜĞÜ

/ salı gecesi /

kara bir balta buldu akşam vuracak noktayı
hücreler doldu bir ıslık en yakın maçka tramvayı
kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı
kimin bu karanlık kimler sürgülemişler kapıyı
insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı

daktilolar camları bulutlu sorgu odalarında
didiklemez mi özgürlüğünü sansaryan hanı'nda
küflenir suyun bir bakır çalığı birikir ağzında
kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da
bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı

ATTİLÂ İLHAN / KAPTAN 1

eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

geceyarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ATTİLÂ İLHAN / ŞAHANE SERSERİ

yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider
anamdan yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir

ATTİLÂ İLHAN / GİBİ REDİFLİ GAZEL

yorgun kadınlar içtik
………yalnızlıktan uğuldayan
………………tuzlu kan gibi
nice akşamlar devirdik
………çengi kıyamet
………………'kızıl sultan' gibi


vurdukça mızrap
………öyle yoğun bir melâl
………………dağılır ki tamburdan
bastırır eski sevdalar
………göz gözü görmez
………………duman gibi

ATTİLÂ İLHAN / BÜYÜK YOLLARIN HAYDUDU

İşte sımsıcak lejyoner bakalları içinde
Margot'nun sigarillosuna ateş tutuyor
Tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan
Kirli sarı bir gök birikmiş kadehinde
Hiçbir kibriti bir seferde yakamıyor

Asıl bu ödlek flüt onu böyle yıkan
Uykusuzluktan çok bu ödlek flüt margot'nun
Çıplak gözlerindeki rom lekesi dişlerindeki
Tebeşir beyazı açlık paletindeki karanlık
Rimelindeki is ve dudak rujundaki kan
Je hais les dimanches şarkısı juliette greco'nun

ATTİLÂ İLHAN / MUHAYYER

önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
o gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

bir incesaz ki süreklidir yaprak döken korularda
çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda
büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda
bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

ATTİLÂ İLHAN / GEÇ KALMIŞ ÖLÜ

Korkacak bir şey yok hesap tamam
Sıram geldi mi hatta güleceğim
Kendimi hazırladım biliyorum
Önce turgut arkasından ömer haybo
Daha sonra varujan sonra nureddin
Sonra ben değilsem demokrat toni
Sonra o değilse mutlaka benim
Kendimi hazırladım biliyorum

Aysel'in gölgesine saklandım
Hep susamışım su içiyorum

ATTİLÂ İLHAN / GECE BULUŞMASI

Sen İstinye'de bekle ben buradayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Çünkü ben buradayım Karanlıktayım

Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadınmı seni seviyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

ATTİLÂ İLHAN / MARİA MİSSAKİAN

yüksekkaldırım'da bir akşam
maria missakian'ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım

kasım'da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam

döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam

ATTİLÂ İLHAN / EMPERYAL OTELİ

Ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var

ATTİLÂ İLHAN / CİNAYET SAATİ

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi

ATTİLÂ İLHAN / BANA BİR ŞİMŞEK ÇAK...

bana bir şimşek çak
ortalık fena karanlık
yüreğim örtülüyor
ağır bir dalgınlığa genişliyorum
durmadan değişen o mevsimde
dağlarda kalın
omuz omuza bulutlar
çok fena kalabalık
ellerim çıplak
bana bir şimşek çak
kötü bir tuzaktayım
bilmem ne yapsak
aklımda fikrimde onlar
yaşlı ve genç
erkek ve kadın
korkularıma tutsak

ATTİLÂ İLHAN / BENCE MALÛMDUR

dikenin
kalbime battığı bir sonbahar günüdür
sen elini bulutların içinde gezdirirsin
bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler
içini kurtlar kemirir
bence malumdur
buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün
senin ateşler içinde olduğun
bence malumdur
ellerin muhakkak çocuk elleridir
hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün
onlar neden daima okul türküleridir
süleymancıktan bahseder
kara toprakta açık yeşil bir yıldız gibi akıp giden
süleymancıktan
ve karınca yuvalarından bahseder
ışıksız kömürsüz karınca yuvalarından
gökyüzünde kızıl bir hilalin kaydığını görürsün
sen ansızın gökyüzünde görünürsün
gözlerinin rengi
bence malumdur
elinde değildir akşam serinliğinde üşüsün
eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur
sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler
sokakların üstüne bulutlar gelirler
bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir
bir yıldız bir yıldızın ardınca gider
yıldızların kaybolduklari yer
bence malumdur
karanlıkta bir şeyler kopar dağılır
uzaktan yabancı sesler duyulur
sen elini bulutların içinde gezdirirsin
elin hayallerimi dağıtır
bilirsin
sen elini bulutların içinde gezdirirsin

ATTİLÂ İLHAN / SEVMEK İÇİN GEÇ ÖLMEK İÇİN ERKEN

akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın

sevmek için geç ölmek için erken

başbaşa çay elele yürümek derken
boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolmak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak

sevmek için geç ölmek için erken

ATTİLÂ İLHAN / AYSEL GİT BAŞIMDAN

aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum

benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiçbir dakikamı yaşayamazsın
aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

ATTİLÂ İLHAN / PİA

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ATTİLÂ İLHAN / DİYALEKTİK GAZEL

büyük bir şaşaadır ölüm
ebruli nurlarla gelir
öyle bir yanardağdır ki öfkesi
mutantan destur'larla gelir

karşıtıyla yüklüdür herşey
mutlak çözümlerden vazgeç
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir

ATTİLÂ İLHAN / ZEYNEP BENİ BEKLE

zeynep beni bekle / gece ağaçlarına
yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı
yalnızlığını mutlaka değiştireceğim
bir yaprak halinde süzülüp saçlarına
eski teşrin'lerden / kederli kırmızı
zeynep beni bekle mutlaka döneceğim
söyle kim önleyebilir buluşmamızı

geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman
benim şiir kitaplarından sızan aydınlık
elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman
pancurların çarpıldığı lodos geceleri
rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık
her akşam koridordaki ayak sesleri
yanlış çaldığını zannettiğin telefon
zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son

ATTİLÂ İLHAN / SULTAN-I YEGÂH

şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın
gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda
eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

ATTİLÂ İLHAN / DUVAR

- bu şiir ikinci dünya savaşı içinde
kahredilen bütün dünya duvarları
için yazılmıştır.-



ben bir duvarım hiç güneş görmedim
sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
yüzümüz benek benek tahta kurusundan
ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar
- kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim
- sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan
- dilim dilim sırtımdaki yaralar
ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim
biz de duvarız dinliyen duyan düşünen duvarlar
bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar

yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda
o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan
gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi
adeta birden bire aydınlandı zindan
onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk
sapından fırlamış bir balta gibi çehresi
ve omuzlarında delikanlı gölgesi

ATTİLÂ İLHAN / BELÂ ÇİÇEĞİ

alsancak garı'na devrildiler
gece garın saati belâ çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
çantasını karısı taşıyordu

hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati belâ çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu

ATTİLÂ İLHAN / ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

ATTİLÂ İLHAN / BÖYLE BİR SEVMEK

ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular

böyle bir sevmek görülmemiştir

ATTİLÂ İLHAN / SÜLEYMAN

öbür ışıkları getir hadi süleyman
bulvarın ortasında dur bağırma
senin için bir yağmur hazırladım
Hadi ışıkları getir yağdıracağım

al bu nisan akşamını benimkini ver
sual sorup durma sevmiyorum
öbür ışıkları getir hadi getir
karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor

ATTİLÂ İLHAN / AYRILIK SEVDAYA DAHİL

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

ATTİLÂ İLHAN / ALLENDE ALLENDE

ölüm birden boşalmasıdır insanın kendisinden
gizli titreşimler uçar belki boşlukta sesinden

güneş vurunca parıldar görünmez ayak izleri ki
beyhude korularda eski bir yaz gezmesinden

solgun bir gülümseme hani ay büyürken görünür
aynalarda bırakılmış nice yüz birikintisinden

ATTİLÂ İLHAN / BEN SANA MECBURUM

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum


ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

ATTİLÂ İLHAN / ASKIDA YAŞAMAK

Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun...

ATTİLÂ İLHAN / YAĞMUR KAÇAĞI

elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

ATTİLÂ İLHAN / MAHUR BESTE

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız

bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı

ATTİLÂ İLHAN / AN GELİR

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
……gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
…………o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
………çalgılar susar heves kalmaz
……………şatârâbân ölür


şarabın gazabından kork
……çünkü fena kırmızıdır
…………kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
……karakollar taranır
…………yağmurda bir militan ölür

ATTİLÂ İLHAN / ELDE VAR HÜZÜN

söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
………ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
………zamanlar değişti
……………ayrılık girdi araya
…………………………………hicrana düştük bugün

ATTİLÂ İLHAN / YASAK SEVİŞMEK

öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

ATTİLÂ İLHAN / AĞUSTOS ÇIKMAZI

beni koyup koyup gitme
ne olursun
durduğun yerde dur
kendini martılarla bir tutma
senin kanatların yok
düşersin yorulursun
beni koyup koyup gitme
ne olursun

bir deniz kıyısında otur
gemiler sensiz gitsin bırak
herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
evlenirsin çocuğun olur
sonun kötüye varacak
beni koyup koyup gitme
ne olursun

ATTİLÂ İLHAN / 34 FN 346

geceyarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lâmbası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin

dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa
yağmurun altında çınar
çınarın altında o karartı
bırakılmış bir araba
34 FN 346
sağ arka lastiği yırtılmış
camlarında kurşun delikleri
içinde barut kokusu var
hala çalışıyor silecekleri
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa