RSS

8 Mart 2017 Çarşamba

ARAGON III




ARAGON

Pierre Gamarra ve Charles Dobzynsky
Europe Komitesi Adına / Çev: Metin Cengiz
Broy / Aylık Şiir Dergisi / Sayı:15

Bizi noel günü terk etti. İlk kar, otuz yıl önce Eluard için yağmış olduğu gibi Paris’in üstünde tozutmuştu. Son saygı günü Colonel Fabien meydanında, bu son eylül gününde, tuhaf bir sabah güneşi, Niemer’in cam yüzünü, Aragon’un bayrağa çarpan portresini ve onun sessiz kalabalığa çevrili, her biri kendisi için mırıldanan şarkısının sözleri gibi gülücüklerini ve bakışlarını aydınlatıyordu.

Ayrılık günü, bize olduğu gibi, Avrupa’ya, -Jean-Richard Bloch’la güçlenen 1946’daki dirilişine ve ona zorunlu olan Avrupa’ya- da gelmişti. Hemen hemen içimizden hiç kimse, Saint-André-des arts Caddesi’nden Richelieu Caddesi’ne ve bizim Faubourg-Poissonnerie’deki büromuzda şaşırtıcı sözleriyle bir o yana bir bu yana giden, öfke ve bu en uçtaki duygu ve sezgi adamını, bu sazlık inceliğini, bu civadan varlığı unutmayacaktır.

Son yıllarda bile imgesi aramızda dolaşıyor. Öyle ki, büyülenmiş bir şekilde, artık onun bize söylediği ile düşlediği şey arasındaki sınırın ne olduğunu bilmiyoruz. Ondan söz edildiğinde, her birimizde değişik olan, ama aynı ışıkla aydınlatılmış anılar dalga dalga yayılıyor. Bu adamda bir çokseslilik vardı. Deha diye çağırdıkları bu sonsuz büyüklük onda çekicilik, çılgınlık, derinlik ve sözün olağanüstü kullanımıyla en son noktasındaydı.

Çalışma yaptığı bütün alanlarda: şiirde, düzyazıda, sanat eleştirisinde, politik yansımada ve felsefi düşünmede ... Aragon’un dehasını, parıltısını ve yaygınlığını sınırlamak kolay değildir. Çağımızın edebiyatı, her biri, onu yeniden tanıyarak ondan silinmez izler taşıyor.

Zenginliği ve özgünlüğüyle karşılaştırılamayan trajedileri ve aşklarıyla günümüzün bütün yankılarında çınlayan bir yapıttır bu. Ve sürrealizm ve dadaizm hareketlerinden bu yana, şairlerin onuru olan direniş hareketine ve nihayet çok yenilikçi keşiflerine ve Elsa’nın Mecnunu’nda, yazıya büyüsel bir biçimde konmuş hikâyedeki lirizmde olduğu gibi çağdaş yapıntısına kadar hiçbir şeyle, hatta kendi hareketi ile bile karşılaştırılamaz.

Fransız dili Aragon’la kıpırdadı değişti artık. Bugün bu dil, o Paysan de Paris’den, La Semaine Saint’e, Aurelien’den La Mise a la Mort’a, Le Mouvement Perpetuel’den Créve-Coeur’e, imgeleme gücünün ve canlı bir geleneğin ikili gelişmesinin canlı simgesi olan bu yazından sonra aynı değil artık. O, Birinci Dünya Savaşının kıyımına karşı isyan içinde, sürrealist itirazla, öncülerinden biri olan Arthur Rimbaud gibi yaşamı değiştirmek isteyen yazarlardandı. Öncelikle edebiyatı değiştirmek gerekirdi.

Aragon, Breton, Soupalt, Tzara ve Eluard’la kendisine vergi olan bu nobranlık ve meydan okumayla edebiyata katkıda bulundu. Ancak bu isyan onu başka ufuklara, Ekim 1917 Devrimi ve nitekim Cumhuriyetçi İspanya’nınki gibi değişik ufuklara götürdü. Düşünce özgürlüğü ve barış için çalışacağı Europe’ta kendini Jean-Richard Bloch gibi yazarların yanı başında buldu. Bu yaşamın sürekliliği içerisinde, Aragon’un çok kesin ve eşsiz sesi, daha o zaman, işgalin kara günleri boyunca kurtarıcı bir kavganın ve onuru kırılan bir ülkenin acısının yankısı olacaktı.

Eylem adamı ve yazar, onda derin birliklerini buldular. Aragon, yeniden dirilişin buluş ve anlama alanının olduğu kadar, Ulusal Yazarlar Komite’sinin, Yasadışı Fransız Edebiyatı’nın, daha sonra Birleşmiş Fransız Yayımcılarından biri olarak yöneteceği Fransız Kitaplığının yaratıcılarından birisiydi de.

Bu tanık, çağının bu aktörü, orda yüceliklere ve çelişkilere, gençliğinin politik seçimlerine bağlılığıyla, umutlar gibi hatalara kendini verdi ve saptadı. Direnç ve tutkuyla, kültür adamı ve eylem adamı niteliğini, bu ikili eğilimi üstlendi. Ancak o, sözcüklerin gücüne, en yaşlı dönemine kadar, Tiyatro-Roman’la yepyeni buluşların alanı olan bu avant-garde yapıtla ortaya koyduğu sanatına var gücüyle inanıyordu. Kendi genişliği ve karşıtlığı içinde Aragon’un şarkısı unutulmadan kalacaktır hep. O, Fransız şiirine yeni bir anlam ve kan verdi. Şiir, Hugo’dan bu yana asla halktan gelen çınlayışı duymadı. Ve hiç kimse, gelecek kuşaklarda, onun sevdiği gençliğin dudaklarında bu yankının sürüp gideceğinden kuşkulanamaz.


KORKUNÇ KORKULAR YAŞIYORUM

1


Korkunç korkular yaşıyorum
Yazdığı o üç satır yüzünden
Eldivenleri masanın üzerinde
Bir karakedi yolumdan geçen

Kuş, yıldız ya da merdiven
Her şey buz gibi kötü bir işaret bana
İnsana korku veren bir dille
Ondan söz eder bütün bir dünya

Cuma’nın bana bıraktığı bu
Cumartesi O’nunla ne yapacak kimbilir
Çekinirim bir sözcük O’nu incitir diye
Söylenen her şey bana korku getirir

Hem öyle niçin sessizliğe bürünmek
Yandaki odada durup dururken
Bir sırdır Onun bu suskunluğu
Benim için farkı yok işkenceden

Korkunç bir korkuyla çekinirim ben
Var olabilen hemen her şeyden
Yanlış anlaşılabilen bir cümleden
Kaldırım taşlarından kiremitlerden

O uyuyor bense ölmüş sanıyorum
İşte bir önseziş daha
Kalbim bir kapı gibi çarpar


Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet

2

YAĞMUR
DAMLALARINI
KISKANIRIM



Yağmur damlalarını kıskanırım
Öpücüklere fazla benzediğinden
Her parlak şeyin gözleri
Kıskanmak için haklı bir neden

Kıskanırım kıskanırım
Arıların sokmalarını bile
Kıskanırım unutkanlığı ve belleği
Uykuyu ve terkedilişi de

Seçmiş olduğu kaldırımı
Rüzgârın okşayan ellerini
Benim o diri kıskançlığım
Düş görürken uyandırır beni

Kıskanırım bir şarkıyı bir sitemi
Bir nefesi ve bir sızlanmayı
Kıskanırım kıskanırım sümbülleri
Hoş bir kokuyu bir anıyı

Kıskanırım kıskanırım heykelleri
Boş ve fettan bakışlarını
Kıskanırım susmaya görsün
Kıskanırım önündeki boş kağıdı

Bir gülüşü ya da bir övgüyü
Bir ürperişi kış gelince
Değiştirdiği elbiseyi


Bir an için dışarıya çıkınca

Kömür tozlarıyla dolu bu dünya
At tekme atar ısırır köpek
Sen deli misin Giyiniyorsun
Sokağa çıkacaksın demek

Sokağa çıkacaksın ne serüven
Hem de bensiz kötü bir oyun bu
Öylesine korkarım arabalardan
Ateş kadar korku verir bana su

Günlerimin tümü O’nunla dolu
Evren ise O’nun yansımasıdır
Kırlangıçların hemen ardında
Gökyüzü olduğu gibi kalır

Cezayir menekşelerinin sapıklığı
Parmaklarının arasındadır gözleri
Elleriyle soğuktan bembeyaz olmuş
Damların üstündeki karlar gibi


Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet


4

SENİN İÇİN



Hatırlarım bir zindanı
Hiç bir şeye benzemeyen
Bir mezarlık hatırlarım
Farkı yoktur memleketten
Biraz kan o meydanda
Geçenlerin ayağında
Hatırlarım ben bu garı
Orda üstleri aranan
Şaşkın düşmüş insanları
Askerleri kül renginde
Paris’in güzel çölünde
Hatırlarım binlerce şey
Bir ölüyü uyur gibi
Yolcular acele etti
Tren devrilmişti sanki
Akşam yakılan bu köyden
Kapkara bir tablo çıktı
Acınası o üç mezar
Hatırlarım hatırlarım
Tekrarlamak bir şey değil
Kulak verilen radyoyu
Yolda bir adımı dostu
Yalancı mıdır anılar
Her şey basit mi o kadar
Alev bilir ancak külün
Eskiden ne olduğunu
Elsa senin için işte
Söylemekteyim bunları
Bu yangın anılarını


Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet


SÜREKLİ RANDEVU


Daha büyük bir rüzgâra karşı yazıyorum ve kızmasınlar
Sadece şişirilmiş yelken olanlar
Bu rüzgâr daha güçlü eser ve daha kırmızıdır kor

Tarih ve aşkım hep aynı adımlarla yol alıyor
Daha büyük bir rüzgâra karşı yazıyorum hem ne gerek bana
Okumayanlardan buğdayların kumrallığında

Geleceğin ekmeğini ve bana ne gülenlerden benim için her kapı
Senin geçitin olsun ve her gök senin gözlerin
Giden bir tramvay hep bir şeyler götürür senden

Daha büyük bir rüzgâra karşı bulutlu bir havada
İstediğim gibi yazıyorum hem ne yapılabilir sağırlara
Kötü bir oyunda hile gibiyse şarkı söylemek onlar için

Hiç bir aşk yok ki bizim aşkımız gibi olsun
Bana yol göstermekte adımlarının izi
Güneş değil sensin ısıtan beni

Ellerinin renginden anlıyorum güneşi
Aşksız güneş rastlantısal bir ömür
Aşksız güneş bu yarın’sız bir dündür

Ayrılıklar varsa çekip giden hep sensin
Hep bizim aşkımız var ağlayan her bir gözde
Hep bizim aşkımızdır yolu şaşırılmış sokak

Bu bizim aşkımızdır yol kapanınca sensin
Sensin sızlayan yürek hareket edince tren
Sensin tek eldivene eş olacak eldiven

İnsanı solduran her bir düşünce sensin
Uzun uzun sallanan mendiller de sen
Sensin gemilerin güvertesinde giden

Susan hıçkırıklar sen agucuklar sen
Ve akşam eşikteki sessiz itiraflar
Ağızdan kaçan bir fısıltı uykuda söylenen sözler

Yakalanmış bir gülücük uçuşan perde
Bir okul avlusunda uzaktan yankılanışı seslerin
Bir iki üç diye sayan çocuklar ebe sırası kimde

Geceleyin damlar üzerinde güvercinlerin sesi
Hapishanelerin iniltisi dalgıçların incisi
Şarkı söyleten ve susturan her şey sensin

Ve söylediğim şarkı da sen o büyük rüzgâr İLE

1947

Çev: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet

Hiç yorum yok: