
Buraya kadar size yurdumdan söz ettim. önce benim dil değiştirdiğimi sanmış olabilirsiniz. Gerçekte hiç de öyle değil. Şu var ki sözcüklere aynı anlamı vermiyoruz, aynı dili konuşamıyoruz artık sizinle.
Sözcükler her zaman yarattıkları eylemlerin ya da özverinin rengini alırlar. Örneğin, yurt sözü sizde, benim her zaman yadırgayacak olduğum kanlı ve karanlık yankılarla yüklüdür. Oysa biz, aynı sözcüğe aklın alevini koyduk. Bu anlam içinde cesaret daha güçtür ama, hiç değilse insan bütün insanlığını bulur onda.
Anlıyorsunuz ya benim dilim gerçekten hiç değişmedi. 1939'dan önce sizinle hangi dille konuşmuşsam, şimdi de o dille konuşuyorum.
Şimdi size açacağım bir gerçek, bunu her şeyden daha "iyi kanıtlayacak sanıyorum. İnatla ve sessizce yurdumuza hizmet ettiğimiz bütün bu süre, her zaman içimizde olan bir düşünceyi ve bir umudu hiç yitirmedik. Bu, Avrupa düşüncesi ve umudu idi. Gerçi beş yıldır bunun hiç sözünü etmedik. Ama edemezdik, çünkü siz çok yüksek sesle söylüyordunuz bunu. Burada da aynı dili konuşmuyorduk, bizim Avrupa'mız sizin Avrupa' nız değildir.
Ama Avrupa'nın ne olduğunu söylemeden önce size şunu bildirmek isterim ki, sizinle savaşma nedenlerimiz (ki bunlar sizi yenme nedenlerimiz olacaktır) arasında en köklüsü yalnızca yurdumuzun, en diri varlığımızın çiğnendiğini değil, en güzel düşlerimizi de elimizden aldığınızı görmek olmuştur. Siz dünyaya bu düşlerin iğrenç ve gülünç bir örneğini verdiniz. İnsanın en ağırına giden şey, sevdiğinin kepaze edilmesidir. Bizim en iyi düşünenlerimizden bu Avrupa kavramını aldınız, ona insanı çileden çıkartan bir anlam verdiniz, Bu kavramın tazeliğini ve etkenliğini yitirmemek için, bize bilinçli bir sevginin bütün gücü gerek. Siz , kölelik ordusuna Avrupalı diyeli beri artık biz bu sıfatı kullanamaz olduk. Kullanamaz olduk, çünkü, onun içimizde her zaman yaşayan temiz anlamını kıskançlıkla saklamak istiyoruz. Size Avrupa'nın ne demek olduğunu söylemek istiyorum.
Siz de Avrupa diyorsunuz, ama şurada ayrılıyoruz sizden. Sizin için Avrupa bir mülktür. Oysa biz kendimizi ona bağlı duyuyoruz. Siz yalnız Afrika'yı yitirdikten sonra Avrupa'dan böyle söz ettiniz. Gerçek sevgi bu değildir. Bunca yüzyılların örnekleriyle yüklü olan bu toprak sizin için zorunlu bir sığınak, bizim içinse umutların en güzelidir. Ansızın parlayan tutkunuz kırgınlıklardan ve zorlamalardan doğmuştur. Kimseye onur kazandırmayacak bir duygudur ve bu kendini bilen hiçbir Avrupalının böyle bir Avrupa'yı niçin istemediğini anlamanız gerekir.
Siz Avrupa denince ordularla dolu bir toprak, buğday ambarı, yumruk altında endüstriler, güdümlü kafalar anlıyorsunuz. Çok mu ileri gidiyorum? Ama şunu çok iyi biliyorum ki, siz en iyi zamanınızda, kendi yalanlarınıza kapıldığınız günlerde bile, Avrupa denince, ister istemez düşündüğünüz Avrupa, bir derebeylik Almanya'sının kanlı bir masal geleceğine doğru sürdüğü uysal uluslar sürüsüdür. Aramızdaki bu ayrılığı çok iyi kavramanızı istiyorum. Sizin için Avrupa denizlerle, dağlarla kuşatılmış, barajlarla kesilmiş, maden ocaklarıyla didiklenmiş, ürünlerle donatılmış bir yaşam alanıdır ve bu alanda Almanya yalnız kendi yazgısının üstüne bir oyun oynamaktadır. Bizim içinse, Avrupa yirmi yüzyıldan beri insan kafasının en şaşırtıcı serüvenini yaşayageldiği bir ülkedir. Öyle mutlu bir arenadır ki Avrupa bizim için, orada batılı insanın dünyaya, Tanrılara karşı giriştiği savaş bugün en çalkantılı anına varmıştır.
Görüyorsunuz ya, ortak ölçü yok aramızda. Size karşı eski bir propagandanın temalarını kullanacak değilim, korkmayın. Hıristiyanlık geleneğine sahip çıkmayacağım. Bu, bir başka sorundur. Siz çok söz ettiniz bundan. Roma'nın savunucuları geçinerek İsa' yı öne sürmekten çekinmediniz ve sonunda onu çarmıha gönderecek olan öpücüğü kondurdunuz yüzüne. Ama, Hıristiyanlık geleneği, Avrupa'yı yapan geleneklerden bir tanesidir yalnızca ve onu size karşı savunmaya yetenekli değilim. Bunun için kendini Tanrıya bırakmış bir yüreği olmalı insanın. Benim böyle bir şeyim olmadığımı bilirsiniz. Ama, yurdumun Avrupa adına konuştuğunu ve birini savunurken ötekini de savunduğumuzu düşündüğüm zaman, ben de bir geleneğe bağlıyımdır. Bu gelenek, aynı zamanda hem bazı büyük insanların, hem de tükenmez bir halkın geleneğidir. Benim geleneğimde kafa ve yürek başta gelir. Bu geleneğin düşünce kralları ve sayısız bir halkı vardır. Sınırı birkaç deha ve bütün halklarının derin yüreği olan bu Avrupa'nın, geçici haritalarda kendinize eklediğiniz renkli lekeden ayrı olup olmadığını siz düşünün.
Anımsar mısınız? Düşüncelerinize isyan ettiğim zaman alay ediyordunuz benimle. Bir gün demiştiniz ki bana: «Faust yenmeye kalktı mı, Don Quichotte duramaz önünde.» Ben de demiştim ki size: «Ne Faust, ne de Don Quichotte birbirini yenmek için yaratılmamışlardır ve sanat dünyaya kötülük etmek için icat edilmemiştir.»
Size göre ya Hamlet'i seçmeliydi insanlar, ya Siegfried'i. Ben seçmek istemiyordum o zaman, üstelik de Batıyı güç ile bilgi arasındaki dengede görüyordum yalnız. Ama siz bilgiyi alaya alıyor, yalnız «güç»ten söz ediyordunuz. Bugün ne demek istediğimi daha iyi anlıyorum ve biliyorum ki, Faust bile işinize yaramayacak sizin. Çünkü, biz kimi durumlarda seçmenin gerekli olduğunu kabul etmiştik ama, biz seçtiğimizin insanlığa aykırı olduğunu ve büyük düşüncelerin birbirinden ayrılamayacağını bile bile seçseydik, sizinkinden daha önemli bir seçme yapmış olmazdık. Biz sonradan birleştirmesini bileceğiz. Siz bunu hiçbir zaman bilemediniz. Görüyorsunuz ya, döne dolaşa hep aynı düşünceye varıyoruz. Biz bu düşünceyi o kadar pahalıya ödedik ki, onu bırakamayız artık. Bu düşünceye dayanarak diyorum ki size, sizin Avrupa'nız değildir asıl Avrupa. Sizinkinin birleştiren, ya da coşturan hiçbir yanı yok. Bizim Avrupa'mız ortak bir serüvendir. Bu serüveni, size inat, zekânın rüzgârında sürdüreceğiz.
Çok uzağa gitmeyeceğim. Kimi zaman bir sokağın dönemecinde, ortak savaşın bana bıraktığı kısa dinlenme anlarında, Avrupa'nın bildiğim yerlerini düşündüğüm olur. Çaba yüklü, tarih yüklü yaman bir topraktır Avrupa. Batının bütün insanlarıyla yaptığım gezintileri yeniden yaşatıyorum kafamda : Floransa Manastırı'ndaki gülleri, Cracovie' nin yaldızlı kubbelerini, Hradschin'i ve ölü saraylarını, Ultava üstündeki Charles Köprüsünün büklüm büklüm heykellerini, Salzbourg'un güzelim bahçelerini. Bütün o çiçekler ve taşlar, o tepeler, o güzel yerler, ki hepsinde insanların zamanı ile dünyanın zamanı, yaslı ağaçları ve anıtları birbirine karışmıştır. Birbiri üstüne yığılan bütün bu görüntüleri kafam eritip bir tek yüz yapmıştır, en büyük yurdumuzun yüzü. Bu güçlü ve kaygılı yüzü, yıllardır gölgenizle kararttığınızı düşündükçe içim burkuluyor. Oysa, bu yerlerin birkaçını sizinle birlikte görmüştük. Günün birinde oraları sizin elinizden kurtarmak gerekeceği aklımdan geçmemişti o zaman. Öfke ve umutsuzluk anlarında, içerlediğim olur. San Marco Manastırı'nda hâlâ güllerin açmasına, Salzbourg Katedrali'nden güvercinlerin küme küme havalanmasına, Silezya'nın küçük mezarlarında kırmızı sardunyaların durmadan açmasına.
Ama kimi anlarımda da, ki asıl gerçek olan onlardır, bütün bunlar sevindirir beni. Çünkü, bütün o güzel yerler, o çiçekler, o sürülmüş tarlalar, toprakların en eskisi, sizin kana boğamayacağınız şeyler olduğunu her ilkyazda vuruyor yüzünüze. Sözlerimi bununla bitirebilirim. Batının bütün büyük dehâlarının ve otuz ulusunun bizimle birlik olduğunu düşünmem yetmiyor bana: Toprağı bir yana bırakamazdım. Ve biliyorum ki, bütün Avrupa'da, doğa ve akıl çılgınca bir kine kapılmadan, utkuların sessiz gücü ile yok sayıyor sizi. Avrupa kafasının size karşı kullandığı silâhlar, bu toprağın ekinleri ve çiçekleriyle durmadan tazelenen silâhları, aynı silâhlardır.
Bizim savaşımız, ister istemez, utkuya ulaşacak, çünkü, ilkyazların inadı var onda.
Yenildiğiniz zaman her şeyin düzelmeyeceğini biliyorum. Avrupa'nın yine de kurulması gerekecek. Onun her zaman kurulması gerek zaten. Ama hiç değilse, yine Avrupa olacak, yani size şimdi anlattığım Avrupa. Hiçbir şey yitmeyecek. Bizim şu anda ne olduğumuzu düşünün isterseniz. Haklı olduğumuzu biliyoruz, yurdumuzu seviyoruz, bütün Avrupa ile birliğiz, mutluluk isteği ile özveri arasında, akılla kılıç arasında tam bir denge kurmuşuz. Size bir kez daha söylüyorum bunu, söylemeliyim, doğruu olduğu için söylüyorum, sizinle dost olduğumuz günlerden bu yana yurdumun ve benim hangi yoldan geçtiğimizi göstermek için söylüyorum:
Bundan böyle sizden üstünüz ve bu üstünlüğümüz yıkacak sizi.
Nisan 1944
Çevirenler : Sabahattin Eyuboğlu / Vedat Günyol
DENEMELER VE BİR ALMAN DOSTA MEKTUPLAR
Say Yayınları /1991 / 7. basım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder