
Pablo Neruda / Yaşadığımı İtiraf Ediyorum
Çev: Burhan Arpad
Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında, bir bıçak, ustası, Puşkin'i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar, Petöfi'nin cesetini çiğneyerek geçmişti. İspanya' da faşistler, ülkedeki savaşlarına, en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm plânlanmıştı. Bunlardan biri Granada'da olacaktı. Bir başkası Badajoz'daydı. Güneşin ışıdığı Sevilla'da, küçük köyü Cadiz'de ya da Puerto Santa Maria'da aradılar onu, bıçaklamak için, asmak için, şiirini öldürmek için.
Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.

Rafael Alberti'yi mavi gömleği ve renkli kravatıyla Madrid'in sokaklarında tanıdım. Halkı için savaşırken tanıdım onu. Böylesine güç bir görevi her şairin yüklenmediği yıllarda Daha İspanya'nın saati çalmamıştı, fakat o bir şeyler olacağını seziyordu. Güneyin adamıydı. Topaz sarısı şarabın muhafaza edildiği mahzenlerin yanında, duru deniz sularının kıyıyı okşadığı yerlerde doğmuştu. Üzümlerin ateşi ve dalgaların coşkunluğu ile yüreği yetişmişti. O her zaman bir şair olmuştu. Gençliğinin ilk yıllarında kimse farketmemişti. Sonra bütün İspanya ve bütün dünya tanımıştı Alberti'yi.
Kastilya'nın dilini tanımak ve konuşmak şansına sahip bizler için Rafael Alberti, İspanyol dilinde şiirin ihtişamıdır. Şair olarak doğmuştur ve bir şiir uzmanıdır. Kışın ortasında açan bir gül gibidir şiiri. Gongora'nın karı, Jorge Manrique'in kökleri, Garcilaso'nun çiçeği. Gustavo Adolfo Becquer'in hüzünü vardır şiirlerinde. Onun kristal çanağında bütün İspanya toplanmıştır.
Bu gül, İspanya'ya faşizmin girmesini önlemek isteyenlerin yolunu aydınlatacaktı: Bütün dünya biliyor bu kahramanlığın ve trajedinin tarihini. Alberti sadece epiksoneler yazıp, bunları kışlalarda ve cephelerde okumadı, top ateşlerinin arasında kanat çırpmağa çalışan ve sonra bütün dünyaya uçan şarkılar da yazdı.
Şairlerin arasında en temiz suyla yıkanmış olanı Alberti, dünyanın en bunalımlı döneminde, şiirin topluma ne oranda yararlı ve destek olabileceğini göstermiştir. Bu bakımdan Mayakovsky'ye benzer. Şiirin topluma yararı ve desteği, güce, ince duyguya ve sevince dayanır. Bu özellikleri olmayan şiirin sesi az çıkar, şarkı söyleyemez.
Oysa Alberti her zaman şarkı söylemiştir.

RAFAEL ALBERTİ’ye
Pablo Neruda
(Puerto de Santa Maria, İspanya)
Rafael, İspanya’ya gelmeden önce şiirin selâmlamıştı
beni yolda, harfin bir gülü, tahtadan oyulmuş bir salkım,
ve bugüne kadar bende bir anı olarak kalmadı yalnızca
fakat hoş kokulu ışıktı, dünyanın kaynağıydı.
Barbarlıkla kurutulmuş ülkene ekledin
zamanın unuttuğu o çiyi,
ve İspanya uyandı seninle hayata,
tekrar taçlandı sabahın incisiyle.
Anımsamalısın beraberimde ne getirdiğimi:
uzlaşmaz asitlerle parçalanmış düşler,
sürgün sularda konaklama,
ormanda yanmış saraylar gibi
filizlenen köklerin geldiği yalnızlık.
Rafael, nasıl unutabilirim ki o zamanı?
Ülkene geldim düşer gibi
taştan bir aya ve her yerde rastladım
nadaslı tarlanın kartallarına, kuru dikenlere,
fakat senin sesin, ey denizci, bekliyordu orada
sunmak için bana bir hoşgeldini, ve kokusunu
şebboyun, deniz meyvelerinin balını.
Ve şiirin gemideydi, çıplak.
Güneyin çam ormanları, üzüm cinsleri
sundu senin yontulmuş elmasına reçinesini
ve dokunup geçtiğim zaman çok güzel bir ışığa,
çözüldü dünyaya getirdiğim karanlığın çoğu.
Işıkta yaratılmış bir mimar, çiçek yaprakları gibi,
dizelerinin sarhoş eden kokusu boyunca;
gördüm eski zamanların sularını, miras kalan kar,
ve herkesten daha çok şey borçluyum İspanya için sana.
Parmaklarınla dokundum peteğe ve çorak tarlaya,
kumsalları tanıdım, bir okyanus gibi
aşınmış insanlardan, ve şiirin
safirden giysisi
parçalandı o basamaklarda.
Biliyorsun yalnızca biraderin öğrendiğini. Ve bu saatte
sadece bunu öğretmedin bana,
kaderinle doğrultulu olarak
sadece sönmüş haşmetini değil aşiretimizin,
ve kan henüz bir kez daha geldiğinde İspanya’ya
benimmiş gibi savundum halkının ata yadigarını.
Şimdiden biliyorsun, bütün dünyanın bunların hepsini bildiğini.
Sadece seninle birlikte olmak istiyorum,
ve hayatının yarısı eksikken bugün,
bir ağaçtan daha çok hakkın bulunan ülken,
bugün, anayurdun felaketleri arasında, sadece
üzünç değil sevdiklerimiz arasında
fakat senin yokluğun da saklıyor
zeytinin kurtlar tarafından yutulan mirasını,
vermek istiyorum sana, ah verebilirsem, ağabey,
bir zamanlar bana verdiğin o yıldız berrağı sevinci.
Aramızda gerildi
şiir göksel bir deri gibi,
ve seninle koparacağım bir salkımı,
bu asmaları, bu gölgelerin kökünü.
Haset açarken insan kapılarını
açamıyordu ne senin kapını ne de benim.
Ne güzel
rüzgârın hiddeti
bırakırken giysisini orada
bırakıyordu ekmeği, şarabı ve ateşi bize,
bırak ulusun gazabın esnafları,
bırak ayakların altında kıvrılmış şey gibi inlesin,
ve kaldır kehribarla köpüklenen kadehini
şeffaflığın bütün törenleriyle.
Kimse unutur mu ki ilk olduğunu?
Bırak açsın yelkenini ve karşılaşacağı yüzün olacak.
Bizi hızla gömmek isteyen mi var?
Pekâlâ, fakat kaçışın borç senedi var elinde.
Gelmeliler, fakat kim sarsabilir hasadı
sonbaharın eliyle yukarı kaldırılan
şarabın titreyişiyle o renkli dünyaya.
Ver bana bu kadehi, birader ve işit: nemli ve dalgalı
Amerika’mla kuşatılmışım, ara sıra
kaybediyorum sessizliği, kaybediyorum gecesel tacı,
ve çevreliyor nefret beni, belki hiçbir şey, bir boşluğun
boşluğu, bir köpeğin
bir kurbağanın alacakaranlığı,
ve o zaman hissediyorum ne kadar ayırdığını bizleri ülkemin,
ve yolculuk yapmak istiyorum senin evine, biliyoruz ikimiz de
beni beklediğini sadece ikimizin birlikte geçirebileceği
hoş zamanların. Bir borcumuz yok kimseye.
Fakat sana bir borçları var onların, ve bir ülke borçlular sana: bekle.
Geri döneceksin. Geri döneceğiz birlikte. Seninle birlikte
bir gün dolaşacağız altınla sarhoş bu kumsallarda
senin limanlarına doğru giderken, o zamanlar hiç ulaşmadığım
Güney’in limanlarına.
Göstermelisin bana sardalyelerle
zeytinin kumsalları sıkıştırdığını,
ve yeşil gözlü boğalarla dolu yaylaların
sahibi Villalón (toprakta dinlendiğinden ötürü
ziyaret etmeyen başka bir arkadaş daha) ,
ve beyaz İspanyol şarabıyla dolu fıçılar,
góngoraik yüreklerinde topazın
solgun ateşle parladığı katedraller.
Rafael, onun dinlendiği yere gideceğiz,
kendinin elleriyle ve senin ellerinle
İspanya’yı hayatta tutanın.
Ölemeyen ölmüşün nöbetini tutuyorsun sen,
çünkü varlığın koruyor onu.
Orada buluyorsun Federico’yu, fakat çoklar, düşmüşler,
gömülmüşler, İspanya sıradağlarının arasında, haksızca
düşmüş olanlar, kanı dökülmüşler,
yitirilmiş mısır tohumları dağlarda,
yoldaşlarımız bizim, ve onların balçığında yaşıyoruz biz.
Yaşıyorsun çünkü sen her daim mucizelerin tanrısıydın.
Kimse senden daha fazla gayret göstermedi, kurtlar
yemek istiyordu seni, parçalamak istiyordu gücünü.
Her biri ölümünde kurtçuk olmak istiyordu.
Fakat yanıldılar. Belki senin şarkının
yapısıdır, o el değmemiş şeffaflık,
senin şefkatinin silahlanmış enerjisi,
direnç, dünyaya olan sevgini kurtaran
seçkin kalen senin.
Seni izleyeceğim denemek için Genil’in
suyunu, bana verdiğin o hükümranlığı,
yelken açmış gümüşte bakmak için
o hafifçe uyuyan resimlere
şarkının mavi hecelerinin yarattığı gibi.
Demirhanelere de girmemiz gerek: orada
bekliyor halkın metali şimdi yeniden doğmak için
bıçaklarda: şakıyarak geçtim yanından
yakınında gök kubbe gibi devinen o kızıl ağın.
Bıçaklar, ağ ve şarkı alıp götürecek acıları.
Yanmış elleriyle senin halkın,
çayırlıkların defneleri gibi, taşıyacak barutun arasından
senin sevginin kazada yaydığı şeyi.
Evet, sürgünlerimizden doğuyor çiçek, anayurdun
şekli, yıldırımlar altında halkın fethettiği,
ve sadece bir gün değil oluşturan
o kaybolmuş balı, düşlerin gerçeğini,
fakat şarkı olan her bir kökü
dünyayı dolduruyor yapraklarıyla.
Orada bulunuyorsun, ve bir şey yok kımıldayan
bıraktığın elmas ışıklı aydan:
yalnızlık, rüzgâr köşelerde,
her şey dokunuyor temiz bölgene,
ve o son ölüler, o hapse
düşenler, vurulan aslanlar,
ve gerilla savaşçıları, yüreğin
kaptanları, kan içinde kalmışlar
senin kendi kristal giysilerinde,
kendi yüreğinde senin, kökleriyle onların.
Uzun zaman geçti bu günlerin üzerinden
bölüştüğümüzden bu yana ışıklı bir yara bırakan acıları,
nallarıyla savaş atı
ezdi geçti köyü ve kırdı camları.
Bütün bunlar doğdu baruttan,
tohumu kaldırmak için bekliyor bütün bunlar seni,
ve bu doğumda yeniden sarmalamak için seni,
duman ve şefkat bu zor günlerden.
Gerilmiş derisi İspanya’nın ve orada yaşıyor
senin izin namlı kabzalı bir kılıç gibi,
ve unutuş yok hiç, seni silecek kış yok,
ışıklı birader, halkın dudaklarından gelen.
İşte böyle konuşuyorum seninle, belki bir söz unuttum,
anımsamadığın mektuplarına karşılık verdim nihayet,
Doğu’nun iklimi örterken beni
al bir koku gibi.
Senin altın alnın
bu mektupta rastlasın başka bir çağdan bir güne,
ve bir gündeki başka bir çağ gelecektir.
Hoşça kal diyorum sana
bugün, 1948, onaltı Aralık,
Amerika’da şarkı söylediğim bir yer.
Pablo Neruda
Çev: İsmail Aksoy
“Evrensel Şarkı”nın “Şarkının Irmakları” adlı bölümünden
(“Canto General”, “Los rios del canto”)
Góngoraik: 1561-1625 yılları arasında yaşamış İspanyol barok şair Luis de Góngora’ya özgü anlamında kullanılan bir sıfat. İspanyolca yazan bütün çağdaş şairler tarafından çok değer verilmiştir. Neruda, Evrensel Şarkı’da bulunan “Góngoraik Yumuşakçalar” adlı şiiriyle Luis de Góngora’yı övmek istemiştir.
Genil: İspanya’nın Andaluzya bölgesinde Córdoba ile Sevilla arasında Guadalquivir nehrine dökülen bir nehir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder