
Uygarlıklar arasındaki fay kırıkları, Soğuk Savaş'ın kriz ve kan dökme için flaş noktası olarak benimsediği siyasi ve ideolojik sınırlarla yer değiştiriyor. Soğuk Savaş, Demir Perde Avrupa'yı siyası ve ideolojik olarak böldüğü zaman başladı; Demir Perde'nin son bulmasıyla da sona erdi.
İdeolojik bölünmesi ortadan kalktıkça, Avrupa'nın bir yandan Batı Hristiyanlığı ve Ortodoks Hristiyanlığı arasında, diğer yandan ise İslâmla kendisi arasındaki kültürel bölünmesi yeniden ortaya çıktı.
Batı Hristiyanlığı'nın 1500'lerdeki doğu sınırı, William Wallace'in önerdiği gibi, pekâlâ Avrupa'daki en önemli bölünme hattı olabilir. Bu hat, bugünkü Rusya ile Finlandiya ve Baltık devletleri arasındaki sınırlar boyunca uzanıp, daha çok Katolik olan Batı Ukrayna'yı Ortodoks Doğu Ukrayna'dan ayırarak Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın içinden geçip Transilvanya'yı Romanya'dan ayırmak suretiyle Batı'ya doğru salınır ve daha sonra, şimdiki Hırvatistan ve Slovenya'yı eski Yugoslavya'nın geri kalan kısmından hemen hemen tüm olarak ayırarak gider. Balkanlar'daki bu hat, tabii, Habsburg ve Osmanlı İmparatorlukları arasmdaki tarihî sınırlara da uygun düşüyor. Bu hattın kuzeyinde ve batısında yaşayan kavimler Protestan ve Katolik'tirler; Avrupa tarihinin feodalizm, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi gibi ortak tecrübelerini paylaşmışlardır; genel olarak ve ekonomik açıdan doğudaki kavimlerden daha iyi durumdadırlar ve şu anda müşterek bir Avrupa ekonomisine ve demokratik siyasi sistemler arasındaki birleşmeye artan ölçüde katılmaları beklenebilir. Bu hattın doğu ve güneyindeki kavimler, Ortodoks veya Müslüman'dırlar; tarihsel bakımdan Osmanlı ve Çar İmparatorluklarına mensup olmuş ve Avrupa'nın geri kalan kısmına biçim veren olaylarla önemsiz ölçülerde temas kurmuşlardır; ekonomik açıdan genellikle fazla ileri değildirler; istikrarlı demokratik sistemler geliştirmeleri daha zayıf bir ihtimal gibi gözüküyor. Avrupa'daki en önemli bölünme çizgisi olarak kültürün Kadife Perdesi, (bu bölgedeki) yerini ideolojinin Demir Perdesine bırakmıştır. Yugoslavya'daki olayların gösterdiği gibi, bu sadece bir farklılık çizgisi değil aynı zamanda kanlı bir savaşım çizgisidir de.
Batı ve İslam uygarlıkları arasındaki fay kırıkları boyunca oluşan savaşım 1300 senedir devam edegelmektedir. İslâmın ortaya çıkışından sonra, batı ve kuzeye vuran Arap ve Mağribi dalgası, ancak 732'de Tours'da son bulmuştur. Haçlılar, on birinci yüzyıldan on üçüncü yüzyıla kadar, noktasal başarılarla Kutsal Topraklara Hristiyanlık ve Hristiyan idaresini getirmeyi denemişlerdir..
Osmanlı Türkleri, on dördüncü yüzyıldan on yedinci yüzyıla kadar Orta Doğu ve Balkanlar'ı egemenliği altına alınış, İstanbul'u zaptetmiş ve Viyana'yı iki kere kuşatarak dengeyi tersine çevirmişlerdir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyıl başlarında Osmanlı gücü geriledikçe İngiltere, Fransa ve İtalya Orta-Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük kısmında Batı kontrolünü yapılandırdılar.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, sömürge imparatorlukları önce gerilediler sonra da ortadan kalktılar, evvela, Arap ulusalcılığı ve ardından da İslamcı fundamentalizm kendini ortaya koydu. Batı, enerji kaynağından ötürü İran (Basra) Körfezi ülkelerine karşı şiddetli biçimde bağımlı hale geldi; petrol zengini müslüman ülkeler, para zengini ve istedikleri anda da silah zengini oldular. Batı tarafından oluşturulan İsrail ile Araplar arasında çeşitli savaşlar meydana geldi. Fransa, 1950'li yılların büyük kısmında Cezayir'de kanlı ve insafsız bir savaş yürüttü; İngiliz ve Fransız kuvvetleri 1956'da Mısır'a saldırdı; Amerikan güçleri, 1958'de Lübnan'a girdi; Amerikan güçleri, sonra tekrar Lübnan'a yöneldi, Libya'ya saldırdı ve İran'la çeşitli askerî çatışmalara girişti; asgari üç Ortadoğu hükümeti tarafından desteklenen Arap ve İslam teröristler hafif silahlar kullanarak Batılı uçak ve tesisleri bombaladılar ve Batılıları rehin tuttular. Araplar ve Batı arasındaki bu savaş, 1990'da Birleşik Devletler'in, bazı Arap memleketlerini diğerinin saldırısına karşı savunmak için İran Körfezi'ne büyük bir ordu göndermesiyle zirveye ulaştı. NATO planlaması sonucunda da, gittikçe artan bir şekilde 'güney tribünü' ndeki potansiyel tehditler ve istikrarsızlığa yönelmiştir. Batı ve İslam arasında, yüzyıllardan beri devam eden bu askerî etkileşimin sona erme olasılığı pek yoktur. Bu daha öldürücü olabilirdi.
Körfez Savaşı, Saddam Hüseyin'in İsrail'e saldırmış olması ve Batı'ya cesaretle karşı çıkması bir kısım Arapları mağrur etti. Batı'nın İran Körfezi'ndeki askeri varlığı, karşı konulmaz askeri üstünlüğü ve onların kendi kaderlerini tayin etme yönündeki yetersizliklerinden ileri gelen, gücenikliğin ve aşağılanmışlığın beslediği bir hayli öfke de bıraktı.
Petrol ihracatçısı olanlarına ek olarak, otokratik hükümet biçimlerinin zayıf1adığı ve demokrasiye geçme çabalarının güçlendiği birçok Arap ülkesi, ekonomik ve sosyal seviyesini yükseltiyor. Arap siyasi sistemlerindeki bazı açılmalar şimdiden meydana çıkmaktadır. Bu açılmalardan asıl yararlananlar İslamcı hareketler olmuştur. Kısacası, Arap dünyasında, Batılı demokrasi Batı karşıtı siyasi güçleri güçlendiriyor. Bu geçici bir olay olabilir; fakat İslam ülkeleriyle Batı arasındaki ilişkileri kesinlikle zora sokacaktır.
Bu ilişkiler demografik yönden de zora sokuluyor. Arap ülkelerindeki, özellikle Kuzey Afrika'daki, şaşırtıcı nüfus artışı Batı Avrupa'ya doğru artan bir göçün önünü açmıştır. Batı Avrupa'da dahili sınırları, asgariye indirmeye yönelen hareket, bu gelişme konusundaki siyasi hassasiyetleri keskinleştirmiştir. İtalya, Fransa ve Almanya'da ırkçılık gittikçe açığa çıkıyor.
Arap ve Türk göçmenlere yönelen siyasi tepki ve şiddet 1990'dan beri daha yoğun ve yaygın hale gelmiştir.
İslam ve Batı arasındaki etkileşim, her iki tarafta da bir uygarlık çatışması olarak görülüyor. Hindu bir Müslüman yazar olan M. J. Akbar'ın gözlemlerine göre, "Batı'nın bundan sonra karşılayacağı meydan okuma kesinlikle Müslüman âleminden gelecektir. Yeni bir dünya düzeni için savaşım, Mağrib'den Pakistan'a kadar müslüman ulusların çalışma ve etki alanındaki bu dünyada başlayacaktır. " Bemard Lewis de benzer bir sonuca varıyor:
"Hükümetlerin izledikleri politikalar ve dava konusu "sorunlar seviyesini" çok aşan bir ruhsal durum ve hareketle yüz yüze geliyoruz. Bir uygarlıklar çatışmasından daha az bir şey değildir bu: belki irrasyonel ama bizim Judeo-Hristiyan mirasımıza, seküler varlığımıza ve her ikisinin dünya çapındaki. genişlemesine karşı, kesinlikle eski bir rakibin tarihî tepkisi"dir (2)
Tarihsel olarak, Müslüman Arap uygarlıklarının diğer büyük düşmanca etkileşimi güneydeki putperest ruhçu ve şimdi ise artarak Hristiyan zenci kavimlerle olmuştur. Bu husumet, geçmişte Arap köle tüccarları ve zenci köleler imajından oluşturulmuştur. (Söz konusu husumet) Sudan'da Arap ve zenciler arasındaki sürekli iç savaşta, Çad'da, Libya destekli âsilerle hükümet arasındaki savaşta:
Afrika'nın modernizasyonu ve Hristiyanlığın yayılması, bu fay kırığı boyunca şiddetlenme ihtimalini belki de arttıracaktır. Papa II. John Paul'ün 1993 Şubatı'nda (Sudan'ın başkenti) Hartum'da, Sudan'ın İslamcı hükümetinin oradaki Hristiyan azınlığa karşı yürüttüğü eylem1ere hücum eden konuşması, bu savaşımın şiddetlendiğinin göstergesiydi.
Bosna ve Sarayevo katliamı, Sırp ve Amavutlar arasında kapıya dayanan şiddet, Bulgarlar ve Türk azınlığı arasındaki iğreti ilişkiler, Osetyalılar ve İnguş arasındaki şiddet, Ermeni ve Azerilerin birbirlerini sürekli boğazlamaları, Orta-Asya'da Rus ve Müslümanlar arasındaki gergin ilişkiler, Orta Asya ve Kafkasya'daki Rus menfaatleri korumak sınırında, Ortadoks ve Müslüman kavimler arasındaki savaşım gittikçe artan biçimde patlak vermiştir. Din, etnik kimliklerin yeniden canlanmasını güçlendiriyor ve güney hudutlarının güvenliği hakkında Rusya'yı yeniden kuruntuya sürüklüyor.. Bu ilişki Archie Roosevelt tarafından iyi tesbit ediliyor:
Rus tarihinin çoğu, Slavlar Türk kavimler arasında sınırlarındaki çatışma ile ilgilidir, ki bunun geçmişi Rus devletinin kuruluşuna, bin yıl öncesinden daha fazla geriye gider. Slavların doğu komşularıyla bin yıldır devam eden karşılaşmalarındaki anahtar, sadece Rus tarihini değil Rus karakterini de anlamakta yatıyor. Bir insan, bu günkü Rus gerçeklerini anlamak için Rusları daha evvel yüzyıllar boyunca işgal etmiş bulunan büyük Türkî etnik grup hakkında fikir sahibi olmak zorundadır.(3)
Uygarlıklar savaşı, Asya'daki başka yerlerde de derin bir şekilde kök salmıştır. Aşağı kıtadaki tarihsel Müslüman ve Hindu çatışması, günümüzde, kendisini yalnız Pakistan ve Hindistan arasındaki rekabette değil Hindistan'ın içindeki militan Hindu gruplarla Hindistan'ın mevcut Müslüman azınlığı arasında gittikçe yükselen dini savaşımın yoğunlaşmasında da açığa vuruyor. 1992 Aralığında Ayodhya camiinin tahribi, Hindistan'ın seküler demokratik bir devlet olarak mı kalacağı yoksa sırf Hindu bir devlet mi olacağı problemini ön plana çıkardı. Doğu Asya'da Çin'in, komşularının çoğu ile dikkat çekici toprak tartışmaları mevcuttur. Tibet Budist halkına karşı acımasız bir politika izliyor. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle Çin ve Birleşik devletler arasındaki temel farklar insan hakları, ticaret ve silah üretimi gibi alanlarda kendilerini yeniden ispat ettiler. Bu farklar, muhtemelen azalmayacaktır, "yeni bir soğuk savaş" Deng Xaioping'in 1991'de iddia ettiği gibi "Çin ve Amerika arasında başlamıştır".
Aynı cümle, Japonya ve Birleşik Devletler arasında sürekli biçimde zora giren ilişkilere de uygulanmıştır. Burada kültürel fark ekonomik savaşımı şiddetlendiriyor. Her iki yandaki halk, diğerinin ırkçı olduğunu iddia ediyor, fakat en azından Amerikan tarafındaki karşıt yan, ırkçı değil ama kültürel. İki toplumun temel değerleri, tavırları, davranış modelleri daha farklı olmayabilirdi. Birleşik Devletler ile Avrupa arasındaki ekonomik sorunlar, Birleşik Devletler'le Japonya arasındakinden daha az ciddi değildir fakat bunlar aynı siyasi' pürüz ve hissi yoğunluğa sahip değillerdir; çünkü Amerika ve Avrupa kültürleri arasındaki farklar Amerikan ve Japon uygarlıkları arasındakinden çok daha azdır ki!..
Uygarlıklar arasındaki etkileşimler,büyük olasılıkla, şiddetin karakterize edeceği dereceye göre değişiyor. Ekonomik rekabet, açıkça Batı'nın Amerikan ve Avrupa alt-uygarlıkları ve bunların ikisiyle, Japonya arasında hüküm sürüyor. Avrasya kıtasında, "etnik temizlik" terimindeki aşırlıkta özetlenen etnik çatışmanın çoğalması, bütünüyle raslantı değildir. Bu çatışma, en sık ve en şiddetli biçimde farklı uygarlıklara ait gruplar arasında meydana gelmiştir . Avrasya'da, uygarlıklar arasındaki büyük tarihi' fay kırıkları bir kere daha alevlenmiştir. Bu, Afrika'nın ucundan Orta Asya'ya kadar uzanan hilal biçimindeki İslam ülkeleri blokunun hudutları boyunca özellikle geçerlidir.Öte yandan şiddet; Müslümanlar, Balkanlardaki Ortodoks Sırplar, İsrail'deki Yahudiler, Hindistan'daki Hindular, Burma'daki Budistler ve Filipinlerdeki Katolik'lerin (kendi) aralarında da meydana geliyor. Kısacası İslâm kanlı hudutlara sahiptir.
(2) Bernard Lewis, 'The Roots of Muslim Rage', The Atlantic Monthly, vol. 266, September 1990, p.60; Time, June 16, 1992, pp.24-28.
(3) Archie Roosevelt, For Lust of Knowing, Boston: Little, Brown, 1988, pp.332-333
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder