
Oryantalizm’deki bu ilgilerin bir aradalığının özelliğini öğrenmek istiyoruz. Oryantalizm genellikle Avrupa yazın geleneğinin bir karşı tarihi, yüksek yazınsal insancıllığın siyasal hayaletinin kovuluşu olarak yorumlanıyor. Öte yandan, siyasal olarak eleştirilen metinlerin yazınsal niteliği de vurgulanıp onaylanıyor. Bu, kimilerini yapıtta yazınsal insancıllık konusunda bir ikircimin izlerini bulmaya yöneltti. Ne de olsa bu, yazınsal değerleri olumlamakla kalmayıp insansal değerlerle özdeşleştirecek kadar ileri giden bir gelenek. Oryantalizm’de, yazınsal insancıllık karşısında gerçekten bir ikircim var mı?
Said
Evet. Kitabın kahramanları, bunlara kahraman diyebilirsek (kadın kahramanlar olduğunu sanmıyorum), temelde romancılar. Flaubert gibi veya Nerval gibi aynı zamanda ozan olanlar da var. Ama gerçekten bir ikircim söz konusu. Orwell’in Salvador Dali için dediği gibi, tiksinç bir insan olup büyük bir sanatçı olunabilir; Dali öyleydi. Hem bir emperyalist, bir oryantalist, hem de büyük bir yazar olabilirsiniz. Beni asıl ilgilendiren de bu; bu ikisinin bir aradalığı. Bunun karşısında nasıl bir tavır takınmak gerek? Kendi adıma, meslek yaşamım boyunca bu konuda hep istikrarlı oldum. Gelenek bu ikisini bütünüyle ayırma yönünde: ‘Bizim söz ettiğimiz o değil, biz şundan söz ediyoruz’. İnsanlar giderek beni bu ikisinin birlikteliğinden söz eden çatlak bir ses olarak görmeye başladılar.
RP
Yaygın tutum, insansal taraf yararına siyaseti bastırma yönünde, değil mi?
Said
Kesinlikle.
RP
Bu tam anlamıyla bir ayrım değil ki...
Said
... hayır, her zaman değil.
RP
Olsa olsa bir tür hükümsüz kılma...
Said
Hükümsüz kılma, evet. Ama yine de şu daha önemli olduğu için ondan söz etmeyeceğinizi söylemek de bir tür ayrımdır. Sözgelimi Raymond Williams’ın —biliyorsunuz kendisini takdir eder, çok severim, büyük bır insandı— Culture and Socıety’de Carlyle üzerine yazdığı o uzun bölümü düşünün. Carlyle’ı nasıl onun okuduğu gözle okuyabilirsiniz? 1950’lerde bile olsa? Carlyle The Nigger Question’ı l840’larda yazmıştı, ırkçılığın dehşet uyandıran yapıtlarındandı. Yapıtın her satırında bunun izini görebilirsiniz. Ruskin için de aynı şey geçerli. Gandhi ve Tolstoy gibileri üzerinde yarattığı etki bir yana, Ruskin tam bir emperyalistti. Gerçekten İngiltere’nin dünyayı sömürgeleştirmesi gerektiğine inanıyordu —bunu söylüyordu da! Sorun bunu arayıp aramamak değil. Her şey ortada zaten. Bunu okumak zorundasınız. Bu yüzden haklısınız. Her şey bir söylemin diğerine ağır basmasıyla ilgili. Beni ilgilendiren de yalnızca bu ikisinin birlikteliği değil; bu yapıtları, her zaman bu ilgileri aklınızın bir köşesinde tutarak karşılıklı okuma adını vereceğim bir işlemle bağımsız bir eleştirinin yapıcı koşullarına dönüştürerek nasıl okuyabileceğinizdir.
Yeni kitabım Culture and Imperialism’de daha açık bir biçimde yapmaya çalıştığım bu. Diyelim Mansfield Park’ı Mansfield Park’tan hareketle değil de Bertramların Antigua’daki şeker***ı tarlalarından hareketle okumak olanaklı hale gelir. Bu okumada yalnızca Santa Domingo’daki köle ayaklanmasının değil, bundan çıkan bütün bir Karaib yazı geleneğinin köklerini de görebiliriz: C. L. R. James’in, Lamming ve Eric Williams’ın yapıtları. Bu noktada, bana kalırsa, Mansfield Park çok daha ilginç bir romana dönüşür; başka bir şeye, başka türlü bir okumaya, farklı bir ilgiye uyarlanma olanağının kendinde taşımasıyla daha da büyük bir yapıt olur. Ingiliz romanına ait olmayan bir başka bir çizginin parçası haline gelir. Karaib kültürünün bir parçası olur.
RP
Ama sonuçta Mansfield Park, sizin için, okunmaya değer kitaplardan biri. Başka bir deyişle, hep kanonlaşmış ( Canonical; bilme ve bilgiyi kullanma yetisi hakkındaki ön kabullere dair ) yapıtlar üzerinde duruyorsunuz.
Said
Elbette, çünkü kültürel açıdan çok tutucuyum. İyi kitaplar vardır, bir de daha az iyi kitaplar....
RP
Ama bunun birkaç nedeni olabilir. Bu kitapların, belli tarihsel deneyimlerin özellikle dışarıda bırakıldığı, bunların yalnızca stratejik bir savunmasının yapıldığı kitaplar olduğu da söylenebilir Kültürdeki :yaygın beğeniyi (canon) oluşturan kitaplar bunlardır, bu nedenle çözümleme işine başlayacağımız yer burasıdır. Ama sizin söylemek istediğiniz bunun stratejik bir başlangıç noktası olduğundan daha iddialı bir şey galiba.
Said
Evet. Mansfield Park, Austen’ın en sevdiğim romanı olmasa da, kendince oldukça dikkat çekici bir çalışmadır. Nitelik tartışmasında bahislerin en yüksek olduğu yer burasıdır. Çünkü Austen, kendi yaşadığı toplumdan ya da bir kesiminden öylesine etkilenmişti ki —bu kısıtlı bakış açısı yüzünden— bir imparatorluğun gerekli olduğunu düşünüyordu. Kanımca, uzlaşmacı olmayan bir biçimde. Feministler Jane Austen’i istedikleri kadar kullansınlar, bu değişmez. Mansfield Park’ta Fanny Price’ın feminizmi, ne köleliğe ne de şeker***ı ekimine kafa yorar. Sanırım bunu da dikkate almak gerek.
RP
Peki, kitabın niteliği, karşılıklı okunma olanağına özce bağlı mıdır?
Said
Bence evet, ama bunu kanıtlamak için yalnızca bir evet’in yetmeyeceği açık. Her şeye birden vakit bulamıyorsunuz. Başka bir örnek olarak Heart of Darkness’ı düşünün. Siyasal olarak nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, Heart of Darkness Afrika’yla ilgili bir kitaptır. Chinua Achebe’nin de dahil olduğu pek çok Afrikalı romancı ona saldırıda bulundu; bu demektir ki onunla uğraşma gereği duydular. Irkçı bir metin olmasından ötürü değil, Afrika hakkında bir Avrupalının imgeleminden çıkmış en çetin yapıtlardan biri olduğu için. Kitabın böyle bir niteliği var. Stratejik açıdan büyük önem taşımasının nedeni de bu. The Tempest için de aynı şey söz konusu. Bu noktada işe katılması gereken bir kavram da ‘haz’. Yalnızca strateji ya da nitelik açısından ilgilenmeyip estetik haz da alabileceğiniz bir yapıt bu. Belki bu saydığımız nedenlerden ötürü böyle, ama aynı zamanda nefis bir kitap olduğu da su götürmez. Yapıttaki keyif öğesini hiçbir biçimde küçümsemek, aşağılamak ya da değersizleştirmek gibi bir niyetim yok. Kim gibi yapıtlara ilişkin olarak son kitabımda öne sürdüğüm savlardan biri —ondokuzuncu yüzyılda neden bu kadar önemsenmeye başladıkları konusun da— Kim’in, yani roman kişisinin, Kipling’in Hindistan’da bulunmak’ tan keyif almak için kullandığı bir araç olmasıdır. Yine de, bunun içinden emperyal niteliği çıkaramazsınız: Orada bulunma nedeninin ;ngiliz İmparatorluğu adına hizmet etmek olduğunu. Sonunda, büyük oyunun bir uşağı haline gelir. Ama o noktaya gelesiye, bence, Kim’in Kipling için asıl özelliği keyiftir —bir tür emperyal haz.
RP
Emperyal haz sınırlar arasında dolaşabilmektir. Bu yüzden bu haz, özce siyasal içerimleri olan bir haz değil mi?
Said
Doğru, ama başka insanlar da bu olanağa sahiptir. Şaşıracaksınız belki. İlginç olan, Kipling’in imparatorluğun nimetlerinden yararlanırken o zaman olup bitenlere bütünüyle kayıtsız kalmış olmasıdır: Yani Hindistan ulusal hareketinin ortaya çıkışına. Yavaş yavaş olgunlaşıp büyüyerek nihayet imparatorluğu alt edecek olan diğer etkene, diğer bütünüyle kayıtsızdır.
Metnin ince ayrıntılarının tam da bu ulusal hareketin doğuşuna kayıtsız kalınmadığı yerler olduğu da söylenebilir.
Said
Romanda Kıplıng’ın Hindi1stan’dakı değışımlerden söz ettiği ıki yer var, çoğunlukla çizdiği durağan bir Hındıstan. Bunlardan biri Buyuk Direniş üzerine, yaşlı askerin Olduğu bölüm. Kipling bunu, Hintlileri saran geçici bir çılgınlık olarak sunuyor. Demek ki, bunu görmüş, başka bır kılığa sokup ıçıne bakmış görmüş ama olduğu gibi anlatmamış İkinci yer daha sonradır; kadınlardan biri, Shamlegh’in dul eşi, ‘bu yeni Ingilizleri istemiyoruz’ dediğinde. (Bu, Forster’ın yirmi beş yıl sonraki Ronnie H gibi eğitimli ve genç sömürgecilere bir gön derme.) —Eski tarzı yeğleriz. Kipling’te, tıpkı Colonel Creighton’da
oldıuğu gibi, Hintlilerin geleneksel oryantalistleri yeğledikleri yönünde bir sezi var. Bu yüzden Hintlilerin ne isteyebileceğini sezdirmekle birlikte bunun üzerinde durmuyor, bunu başka bir şeye dönüştürüp ‘ içinden çıkıyor. Burada, siyasal duruma açıkça gönderide bulunan herhangi bir ayrıntı bulunduğunu sanmıyorum.
RP
O halde bu, Mansfield Park’ın karşıt bir örneği mi? Onda, metni yeniden okumanıza elveren bir yer bulunduğunu söylemiştiniz, burada ise yok.
Said
Hayır, bir yer var. Ulusal bir hareket var. Örneğin (bu çok önemli bir ayrıntı), Kim ve Lama’nın ziyaret ettiği, İngiliz Ordusu’ndaki şu yaşlı asker, Kipling tarafından köyünde oldukça saygı gören bir adam olarak betimlenmiştir. benim düşünceme göre, eğitimim de göz önün de bulundurulursa, onun gıbı işbirliği eden bir kimsenin böyle betimlenmemiş olması gerekirdi. Dışlanmış bir kimse olmaya daha yatkın. Bunun üzerinde durmak gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder