SORUŞTURMASINA CEVAP
Attila İlhan
(Milliyet Sanat Dergisi, 2 Mart 1972)
Olağan galiba şöyledir: Derebeyi ekonomisinden pazar ekonomisine geçen toplum, toplumsal planda uluslaşma sürecini tamamlarken, sanat planında ulusal bileşimini yapar. Bu bileşimin yöntemi bilimsel yöntem, içeriği (muhtevası) uluslaşma sürecinin içinde taşıdığı çelişkilerdir.
Bu çelişkiler, ekonomiden toplumsal yaşantıya, oradan toplumsal psikolojiye, toplumsal psikolojiden de sanatçının psikolojisine yansır, oradan bir eser olarak çıkarlar. Sanatçının, sistemin iç çelişkilerinden şu ya da bundan yana olması, ulusallık niteliğini değiştirmez. Zira ulus toplumbilimsel bütün olarak (sentez olarak) o çelişkileri yapısında içerir.
Olağan böyledir ya, bizde böyle olmamıştır. Derebeylik ekonomisinden pazar ekonomisine geçişimiz, yabancı mal üreticilerin yararına gerçekleşmiştir. Bunları sömürgelere başarıyla uyguladıkları bir reçeteyi bize de uygularlar, uluslaşma süreci nasıl saptırılır, sömürgeleşmeye doğru götürülürse sanat planında uluslaşma da öyle yozlaştırılır, Batılılaştırmaya götürülür.
Tanzimat'tan bu yana Türk şiiri, bu dramın dışına çıkamamış, ulusal bileşimini arayacak yerde, Batılı bir şiir olmak düşünün ardına düşmüştür. Bu ilkin telifçi (tanzimat) sonra taklitçi (Edebiyat-ı Cedide) eğilimler halinde görülür. Klasik nazmın çözülüşü ulusal nazmı yaratacak yerde taklitçi ve yozlaşmış bir Batılı şiiri çıkarmaya çalışır. Gerçekte bu, öteki üstyapı kurumları gibi, şiirin de ulusun kalabalığından koparılması, yani öncü intelliigensia'nın, tarihsel kılavuzluk görevinin önlenmek istenmesidir. Önlenir. O kadar ki, Türk sanatçıları düpedüz başka kültürler için çalışırlar.
Cumhuriyet'le uluslaşırız, şiirimiz de uluslaşmaya heveslenir, fakat Mustafa Kemal'in ölümünden sonra, uluslaşmaya paralel olması gereken ulusal bileşim (terkip) çabası durur, yeniden taklit yörüngesine girilir; 1940 ve 1950 yıllarında beliren iki yenilikçi akım, Garip ve ikinci Yeni akımları, bu nitelikleriyle Edebiyat-ı Cedide'den farksız yabancı akımlardır. Yabancılıkları, şiirin geniş okur yığınlarına dağılmasını engellemiştir. Oysa, yapılması gereken, bilimsel yöntemle ulusal bileşimi aramak, bunun için de çağdaşlaşmayı şiirde, önceki şiir halkaları üzerine yeni koşullara uygun bir halka olarak bağlamaktı. Yapabildiğimizi pek sanmıyorum.
Türk şiirini izleyen bir okur için durum, hep eski ve aynı filmleri gösteren bir sinema gibidir. Ortalıkta adı dolaşan şairler 40 ya da 50 kuşağının şairleridirler. Bunlar edebiyata Batılı olmak niyetiyle girmiş, dehşetli Batı taklitçileri olmuş, devran döner gibi olunca da toplumcu bir şiir hevesine kapılmışlardır . Ne var ki, yöntemi bilmez, yenileşmenin içerikte (muhtevada) olması gerektiğini kestiremezler, bu yüzden ufak tefek şekil değişiklikleriyle saltanatlarım sürdürmeye uğraşırlar. Çoğu dil bilmez, bilenler ya okumaz ya da gereksiz şeyler okur, bu da fikir üretimlerini, bileşim güçlerini düşürür. Yaşlandıkları için heyecanları körelmiş, imge düzenleri kalıplaşmıştır. Kolaylıkla bin mısra döktürebilir. Fakat okurda tek heyecan uyandırmazlar ... Bu arada daha müthiş bir şey olmuş, Türkiye ulusallaşmasını endüstrileşmeye doğru geliştirmiştir. Bunun koşullardaki (içerikteki) değişikliklerini bu eski toprak şairleri algılamayacak kadar kemikleşmiş, algılayabilseler bile "esthetique" denklemlerini çözemeyecek kadar tembelleşmişlerdir. Şu içinde yaşadığımız çoraklıktır işte, lafta güçlü şairlerimiz vardır, ama, ülkenin bütünü tanımaz, etkileri hiç mesabesindedir, yine de onlar eş dost kollamalarıyla büyük şairliklerini sürdürürür, hatta dengini düşürürse otuz beş milyonluk bir ülkede üç tartışılabilir oyla resmen "şair-i azam" seçilirler. Şiirde ulusal bileşimimizi gençler başaracaktır.
Hani bazı siyasal iktidarlar ömürlerini belirli olağanüstü durumların sürmesine bağlı görürler, bu yüzden de içgüdüsel olarak olağanlaşma eğilimlerini önlemeye çalışırlar, şiirimizin Olimposu da statükoyu korumak eğilimiyle yenilere o kadar da fırsat vermemek yolundadır. Bir meraklısı kurcalasın bakalım, dergilere ne kadar yeni şiir gelir, ne kadarı yayın olanağı bulur! Ya da neden dolayı yayımlananlar piyasa "conformisme "ine en uygun şiirler arasından seçilir?
Genç kuşağın şairleri yukardan ağır bir baskı altındadırlar. Bunu, biri nesnel, biri öznel iki örnekle tanıtlayacağım: Has edebiyat alanına çıkmamak gençlerin çoğunu alt-şiir kanallarına itmekte, gündelik gazetelerde, magazin dergilerindeki şiir sayfaları içlerinde bir sürü değerlisi de olan imzalarla dolup taşmaktadır. Acaba bu gençlere gerekli ilgi gösterilirse, hepsi bu yavanlık yolunu tutarlar mıydı? Bu nesnel örnek, özneli de şu: Çalıştığım gazetede haftada bir "edebiyat-sanat" eki veriyoruz ... Yazar ve şairlerin tanınmamış olması şart. İki yılda 70 civarında ele gelir imza çıkardık, 10 kadarı daha şimdiden en kabadayı şairlerle aşık atabilirler, yarın öbür gün mutlaka edebiyatımızda isim olanları çıkacaktır, oysa dergilere başvurduklarında çokluk ilgi görememişlerdi.
Gençleri bekleyen tuzaklar da az değildir hani: Bir kere Batıcılık tuzağı var ya, onun tam karşıtı da var. Ulusal bileşime malzeme toplayacağım diye eski sanatımızı öğrenirken bu defa o sanatı bu koşullar içinde yineleme hatasına, bileşim dinamiğini unutup "tekrar tekdüzeliğine” düşmek. Bir de toplumcu şiir vereceğim diye akıl almaz sloganları ardı ardına sıralamayı, handiyse bir çeşit "yığma inşaat" yapmayı bırakmalıdırlar. Sonra kendilerini Halk şiiri malzemesiyle kısıtlamaları, Divan şiirini tüketim şiiri diye bir kenara atmaları yanlıştır. Halk şiiri nereden üretim şiiri oluyormuş bir bilsek. Bizde aşıklar köy köy gezen abdallardır ki, üretime fiilen katılmadıktan başka, üstelik, köylülerden geçinirler. Yok, üretim eğer yazdıkları şiirse- ki bu doğrudur - aynı üretimi Divan şairleri de yapmaktadırlar ... Onlar da belirli bir ümmet toplumu bileşiminde, üstyapının önemli bir bölümünü oluşturmuşlardır. O kadar ki Halk şiirini de bir güzel etkilemişlerdir. Demek, okuma yazması bile kıt olan aşıklara kadar ulaşabiliyorlarmış! Bu bakımdan, genç şair ulusal bileşimini ararken kendini özgür hissetmelidir. Özgür, dinamik ve cesur. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Attila İlhan
(Milliyet Sanat Dergisi, 2 Mart 1972)
Olağan galiba şöyledir: Derebeyi ekonomisinden pazar ekonomisine geçen toplum, toplumsal planda uluslaşma sürecini tamamlarken, sanat planında ulusal bileşimini yapar. Bu bileşimin yöntemi bilimsel yöntem, içeriği (muhtevası) uluslaşma sürecinin içinde taşıdığı çelişkilerdir.
Bu çelişkiler, ekonomiden toplumsal yaşantıya, oradan toplumsal psikolojiye, toplumsal psikolojiden de sanatçının psikolojisine yansır, oradan bir eser olarak çıkarlar. Sanatçının, sistemin iç çelişkilerinden şu ya da bundan yana olması, ulusallık niteliğini değiştirmez. Zira ulus toplumbilimsel bütün olarak (sentez olarak) o çelişkileri yapısında içerir.
Olağan böyledir ya, bizde böyle olmamıştır. Derebeylik ekonomisinden pazar ekonomisine geçişimiz, yabancı mal üreticilerin yararına gerçekleşmiştir. Bunları sömürgelere başarıyla uyguladıkları bir reçeteyi bize de uygularlar, uluslaşma süreci nasıl saptırılır, sömürgeleşmeye doğru götürülürse sanat planında uluslaşma da öyle yozlaştırılır, Batılılaştırmaya götürülür.
Tanzimat'tan bu yana Türk şiiri, bu dramın dışına çıkamamış, ulusal bileşimini arayacak yerde, Batılı bir şiir olmak düşünün ardına düşmüştür. Bu ilkin telifçi (tanzimat) sonra taklitçi (Edebiyat-ı Cedide) eğilimler halinde görülür. Klasik nazmın çözülüşü ulusal nazmı yaratacak yerde taklitçi ve yozlaşmış bir Batılı şiiri çıkarmaya çalışır. Gerçekte bu, öteki üstyapı kurumları gibi, şiirin de ulusun kalabalığından koparılması, yani öncü intelliigensia'nın, tarihsel kılavuzluk görevinin önlenmek istenmesidir. Önlenir. O kadar ki, Türk sanatçıları düpedüz başka kültürler için çalışırlar.
Cumhuriyet'le uluslaşırız, şiirimiz de uluslaşmaya heveslenir, fakat Mustafa Kemal'in ölümünden sonra, uluslaşmaya paralel olması gereken ulusal bileşim (terkip) çabası durur, yeniden taklit yörüngesine girilir; 1940 ve 1950 yıllarında beliren iki yenilikçi akım, Garip ve ikinci Yeni akımları, bu nitelikleriyle Edebiyat-ı Cedide'den farksız yabancı akımlardır. Yabancılıkları, şiirin geniş okur yığınlarına dağılmasını engellemiştir. Oysa, yapılması gereken, bilimsel yöntemle ulusal bileşimi aramak, bunun için de çağdaşlaşmayı şiirde, önceki şiir halkaları üzerine yeni koşullara uygun bir halka olarak bağlamaktı. Yapabildiğimizi pek sanmıyorum.
Türk şiirini izleyen bir okur için durum, hep eski ve aynı filmleri gösteren bir sinema gibidir. Ortalıkta adı dolaşan şairler 40 ya da 50 kuşağının şairleridirler. Bunlar edebiyata Batılı olmak niyetiyle girmiş, dehşetli Batı taklitçileri olmuş, devran döner gibi olunca da toplumcu bir şiir hevesine kapılmışlardır . Ne var ki, yöntemi bilmez, yenileşmenin içerikte (muhtevada) olması gerektiğini kestiremezler, bu yüzden ufak tefek şekil değişiklikleriyle saltanatlarım sürdürmeye uğraşırlar. Çoğu dil bilmez, bilenler ya okumaz ya da gereksiz şeyler okur, bu da fikir üretimlerini, bileşim güçlerini düşürür. Yaşlandıkları için heyecanları körelmiş, imge düzenleri kalıplaşmıştır. Kolaylıkla bin mısra döktürebilir. Fakat okurda tek heyecan uyandırmazlar ... Bu arada daha müthiş bir şey olmuş, Türkiye ulusallaşmasını endüstrileşmeye doğru geliştirmiştir. Bunun koşullardaki (içerikteki) değişikliklerini bu eski toprak şairleri algılamayacak kadar kemikleşmiş, algılayabilseler bile "esthetique" denklemlerini çözemeyecek kadar tembelleşmişlerdir. Şu içinde yaşadığımız çoraklıktır işte, lafta güçlü şairlerimiz vardır, ama, ülkenin bütünü tanımaz, etkileri hiç mesabesindedir, yine de onlar eş dost kollamalarıyla büyük şairliklerini sürdürürür, hatta dengini düşürürse otuz beş milyonluk bir ülkede üç tartışılabilir oyla resmen "şair-i azam" seçilirler. Şiirde ulusal bileşimimizi gençler başaracaktır.
Hani bazı siyasal iktidarlar ömürlerini belirli olağanüstü durumların sürmesine bağlı görürler, bu yüzden de içgüdüsel olarak olağanlaşma eğilimlerini önlemeye çalışırlar, şiirimizin Olimposu da statükoyu korumak eğilimiyle yenilere o kadar da fırsat vermemek yolundadır. Bir meraklısı kurcalasın bakalım, dergilere ne kadar yeni şiir gelir, ne kadarı yayın olanağı bulur! Ya da neden dolayı yayımlananlar piyasa "conformisme "ine en uygun şiirler arasından seçilir?
Genç kuşağın şairleri yukardan ağır bir baskı altındadırlar. Bunu, biri nesnel, biri öznel iki örnekle tanıtlayacağım: Has edebiyat alanına çıkmamak gençlerin çoğunu alt-şiir kanallarına itmekte, gündelik gazetelerde, magazin dergilerindeki şiir sayfaları içlerinde bir sürü değerlisi de olan imzalarla dolup taşmaktadır. Acaba bu gençlere gerekli ilgi gösterilirse, hepsi bu yavanlık yolunu tutarlar mıydı? Bu nesnel örnek, özneli de şu: Çalıştığım gazetede haftada bir "edebiyat-sanat" eki veriyoruz ... Yazar ve şairlerin tanınmamış olması şart. İki yılda 70 civarında ele gelir imza çıkardık, 10 kadarı daha şimdiden en kabadayı şairlerle aşık atabilirler, yarın öbür gün mutlaka edebiyatımızda isim olanları çıkacaktır, oysa dergilere başvurduklarında çokluk ilgi görememişlerdi.
Gençleri bekleyen tuzaklar da az değildir hani: Bir kere Batıcılık tuzağı var ya, onun tam karşıtı da var. Ulusal bileşime malzeme toplayacağım diye eski sanatımızı öğrenirken bu defa o sanatı bu koşullar içinde yineleme hatasına, bileşim dinamiğini unutup "tekrar tekdüzeliğine” düşmek. Bir de toplumcu şiir vereceğim diye akıl almaz sloganları ardı ardına sıralamayı, handiyse bir çeşit "yığma inşaat" yapmayı bırakmalıdırlar. Sonra kendilerini Halk şiiri malzemesiyle kısıtlamaları, Divan şiirini tüketim şiiri diye bir kenara atmaları yanlıştır. Halk şiiri nereden üretim şiiri oluyormuş bir bilsek. Bizde aşıklar köy köy gezen abdallardır ki, üretime fiilen katılmadıktan başka, üstelik, köylülerden geçinirler. Yok, üretim eğer yazdıkları şiirse- ki bu doğrudur - aynı üretimi Divan şairleri de yapmaktadırlar ... Onlar da belirli bir ümmet toplumu bileşiminde, üstyapının önemli bir bölümünü oluşturmuşlardır. O kadar ki Halk şiirini de bir güzel etkilemişlerdir. Demek, okuma yazması bile kıt olan aşıklara kadar ulaşabiliyorlarmış! Bu bakımdan, genç şair ulusal bileşimini ararken kendini özgür hissetmelidir. Özgür, dinamik ve cesur. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder