RSS

24 Nisan 2010 Cumartesi

ATTİLÂ İLHAN / ŞİİRİ ÜZERİNE KONUŞMA

Konuşanlar: Hasibe Ayten / Yunus Koray
Sesimiz, 1 Ocak 1980



Hasibe Ayten. Çok yönlü bir sanatçısınız. Roman, senaryo, fıkra yazarlığı, denemecilik, eleştiri de, el attığınız yazın alanları. Ama en çok ozan olarak tanınmaktasınız. Bu nedenle söyleşimizi şiir üzerine yapmak istiyorum. Belki alışılmış bir soru. Sormadan edemeyeceğim. Şiire nasıl başladınız?
Attila İlhan -İlk şiirimi ilkokulun üçüncü sınıfında yazdığımı, birkaç kere belirtmiştim. 1933 filan olmalı. Şiirin adı 'ilkbahar'dı, sadece 'çiçekler' ve 'kelebekler' kafiyelerini hatırlıyorum. Bir yıl sonra, tarihte okuduğumuz için olacak, Attila diye bir şiir yazmıştım, o zaman İzmir'de Karşıyaka'da oturuyoruz, yalıdaki evde, babama okudum, beğenmedi. İyi ama, bu anlattıklarım şiire başlamak sayılabilir mi ?


H.A.: - 1946 CHP şiir yarışmasmda Cebbaroğlu Mehemmed Destanı adlı destansı şiiriniz ikincilik almıştı. O zaman ünlü bir ozan olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, Çakırm Destanı ile üçüncüydü. Bu olayla ilgili anı ve izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
A.İ.: - 1946 şiir yarışmasına nasıl katıldığımı, Duvar adlı şiir kitabımın son basımında, 'meraklısı için notlar' bölümünde ayrıntılı olarak anlattım: gerçekte yarışmaya, şiirin metnini benden alan amcamla babam, benim namıma katılmışlardı. Sorunuzu fırsat bilerek bir noktayı belirtmek isterim, armağanı kazandığım zaman kimsenin tanımadığı bir şair adayı değildim ben, o dönemin sosyalist çevreleri ve dergileriyle ilişkim vardı: Daha 1943'de "Yeni Edebiyat"ta, 45/46'da Türkiye Sosyalist Partisi 'nin organı "Gün" dergisinde bazı şiirlerim yayımlanmıştı, yalnız öğrenci olduğumdan, bu tür işlere kalkıştığım için daha önce bir kere belgelendiğimden; bu şiirlerin bazılarını adımla, bazılarını takma adlarla yayımlıyordum. Yine de söylediklerimin doğruluğunu kanıtlayan belge, armağanı kazandığım duyulduktan sonra "Gün" dergisinin okurlarına yaptığı küçük açıklamadır. Bu dergi 2 Mart 1946 tarihli 7. sayısının ikinci sayfasında, şöyle bir not yayımlamıştı: "CHP şiir müsabakasında ikinci mükafatı, Ağıt adlı uzun şiirini GÜN 'ün ikinci sayısında okumuş olduğunuz arkadaşımız Attila İlhan 'ın kazandığını sevinçle öğrendik. Biz de arkadaşımızı tebrik ederiz. "

40 yıllarında, edebiyat çevrelerinde, ikisi iktidardan yana, ikisi iktidara karşı, dört ayrı grup vardı. İktidar dediğim faşizan İnönü (CHP) diktası. Bunlar birinci kademede, Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Yaşar Nabi, aracılığıyla, Garip üçlüsünü; Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'i tutuyorlardı. İkinci kademede, Suut Kemal Yetkin 'in 'himayesinde' görünen Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Oktay Akbal, Salâh Birsel, Fahir Onger, Naim Tirali ve Fazıl Hüsnü yer alıyordu. Bu iki grup CHP diktasının 'resmi' sanatçılarından oluşmuşlardı. İktidara yandaştılar. Karşı yanda ise, solda sosyalistler ve aşırı sağda ırkçı/turancılar yer alırdı. Sosyalistler arasında, Niyazi Akıncıoğlu, Ö.F. Toprak, A. Kadir, Suat Taşer, Cahit Irgat, Mehmet Kemal, Rıfat Ilgaz, Sabri Soran vb. sayılabilir. Ben, Ahmet Arif, Arif Barikat (Damar), Şükran Kurdakul, bu takımın şair adayları arasındaydık. 1946 Armağanı’nın ilginç yanı, sosyalistlerden birinin, CHP yandaşı iki şair, Cahit Sıtkı ve Fazıl Hüsnü arasında yer almış olmasıydı.


H.A. Kırk yıla yaklaşan şiir serüveninizde nasıl bir gelişme gösterdiniz? Bol imge, Divan şiiri 'nden yararlanmış, yüksek sesle okumaya elverişli renkli bir şiir, şiirinizin şekli, özellikleri. . . Bu şiiri oluşturmada hangi ozanların etkisi oldu?
A.İ.: - Şiirimin nasıl bir gelişme gösterdiğini değerlendirmek bana düşmez, bunu eleştirmeciler, ya da edebiyat tarihçileri -değer bulurlarsa- yapacaklardır. Bu şiirin oluşmasında, sandığınız gibi, sadece bazı ozanların etkisi, ya da katkısı olmadı; tam tersine, sinemadan resme, romandan toplumsal bilimlere değin, şiir dışında bir sürü disiplinin katkısı oldu. Çocukluğumdan beri süregelen sinema tutkumu hesaba katmadan, şiirimin doğru değerlendirilebileceğini sanmam. Bunun gibi, diyalektik yöntemin özelliklerini öğrenmemin, şiir oluşturmamda önemli katkıları olduğuna eminim. Elbet, çok eski yıllardan bu yana sevdiğim ozanlar oldu, hep aynı kalmasalar, zaman zaman değişseler de, adlarını rahatlıkla vermişimdir, yine de verebilirim: halk ozanlarından, Dertli, Bayburt'lu Zihni, Dadaloğlu, Gevheri. Divan ozanlarından Bakî, Nedim. Çağdaşlarımızdan, elbette Nazım. Bunlar, şiirde “kan gruplarımızın” uyuştuğu ozanlar. Bir de, böyle bir yakınlık içinde olmadığım, ama önemsediklerim var: Şeyh Galip ve Nail-i Kadim, Karacaoğlan ve Yunus Emre, Yahya Kemal ve Ahmet Muhip Dranas.


Yunus Koray.: - En çok sevdiğiniz şiir kitabınıza en çok sevdiğiniz birkaç şiirinizi ve gelmiş geçmiş ozanlarımızdan en değerli bulduğunuz beş tanesinin adım gerekçeleriyle birlikte söyleyebilir misiniz?
A.İ.: - Bende belirli bir şiir kitabını sevmek, belirli bir ozana bağlanmak tabiatı yoktur, hiç de olmamıştır. Zaman oldu ki, Nazım 'ın kitapları yasaktı, şiirleri el yazmaları halinde elden ele dolaşıyordu, o tarihte “835 Satır” ı … Gece Gelen Telgraf'ın çoğu şiirlerini, Benerci Kendini Niçin öldürdü ve Taranta Babu 'ya Mektuplar' ın önemli kısımlarını, Kurtuluş Savaşı Destanı'nın hemen hemen tamamını, ezberime almıştım. Fransız şiirinin tadını almaya başladığım sıralar Apollinaire 'in bazı şiirleri, Aragon 'un bazı kitapları dilimden düşmedi. Şiiri sevmenin gerekçesi, şiirin kendisini sevdirebilmesidir. Günlerdir Cenab Şahabettin 'in bir mısraı zihnimde dolaşıyor, gerekçesi ne, bu ozanı asla benimsemedim, yakın da bulmadım, ama o mısradaki sihir neyse, kendisini şıp diye bana kabul ettirdi. Cenab'ı eleştirmek, hatta yermek için bin neden sayabilirim ama, bunların hiçbiri o mısraı bana unutturamaz.


Y.K. Günümüz dünya şiiri açısından bakılacak olursa bugünkü Türk şiirini nasıl değerlendirirsiniz, dünya çapında önemli saydığınız ozanlarımız var mı ?
A.İ.: - Dünya şiiri içinde Türk şiirini değerlendirebilecek kadar, sorunu bilmiyorum. ömrümde hiç okumadığım şairler var, bazı ülkelerin şiirini ancak kötü çevirilerinden tanırken, nasıl oranlama gibi bir densizliğe kalkışabilirim. Bizde bu tür oyunlar Türk okurundan ilgi görememiş bazı ozanları ve yazarları, Tanzimatçı saplantılarımızdan yararlanarak, değerlendirebilmek için yapılıyor. Yalnız Osmanlı/Türk şiir geleneğinin, sıradağ dorukları diyebileceğim öyle ozanlar vardır ki, rahatça başka ülkelerin ozanlarıyla aşık atabilir. Benim bazı Divan ozanlarından yaptığım yarım yırtık çeviriler, bazı Fransız dostlarımı altüst etmiştir.


Y.K.: - Belleğinizin oldukça güçlü olduğunu biliyoruz. Belki garip gelebilir ama şöyle bir başlasanız ezbere kaç saat şiir okuyabilirsiniz?
A.İ.: - Ozanların olur olmaz yerde şiir okumaları başından beri yadırgadığım bir tutum olmuştur. Doktorların, vırt zırt hastalarından söz etmeleri ne kadar yakışıksızsa, şairlerin şiirden ve şiirlerinden sözetmeleri de bence o kadar yakışıksız. Hele içki masasında kafayı bulup milletin birbirine şiir okuması, oldum olası sevmediğim bir şey. Belleğimin güçlü olduğu doğru. Yalnız, belleğimdeki şiirlerin neden orada bulundukları, araştırılırsa görülür ki, bu 'hafızlık' merakından ziyade, bazı siyasal zorunlulukların, bir zamanlar, şimdikinden ağır bastırmasından doğmuştur.

Y.K.Eleştirmen Asım Bezirci, bir yazısında "A. İlhan 'ın şiirinde, yer yer gerçeküstücüleri andıran değişik, güzel, alımlı imgeler, hem özün daha iyi belirtilmesine yararlar, hem de imgeyi yasaklayan Garip şiirine karşı bir tepkiyi açığa vururlar. Bu bakımdan İlhan " ikinci yeni hareketinin öncülerinden saymak yanlış olmaz," diye yazıyor, siz bu yargılamayı nasıl buluyorsunuz ?
A.İ.: - Asım Bezirci 'nin söylediği doğru, ama eksik. 40 kuşağındaki toplumcular, siyasal baskılarla “bertaraf” edilip de, ortalık “resmen” Garip'çilere kalınca 40 toplumcularının ikinci kuşağı olan bizler, ciddi bir eleştiri hareketi yapmayı gereksiniyorduk, hatırlıyorum, Şükran (Kurdakul) ve ben, bu amaçla bazı genç ozanları toplama, bir dergi ve bir bildiriyle ortaya çıkma tasarıları geliştirmiş, bu amaçla Marmara Gazinosu 'nda (Beyazıt 'taki) bir de toplantı yapmıştık. O toplantıya gelenler arasında Sabih Şendil'i, Edip Cansever'i hatırlıyorum. Sabih uysal görünmüş, Cansever ise, şiiri keyfi için yazdığını söyleyerek, daha çok eğilimli olduğu Birsel/Akbal/ Necatigil grubunun tutumunu sergilemişti. Tasarı kaldı. Sonra ben Nazım'ın kurtarılması kampanyasına katılmak amacıyla Paris'e gittim. Orada, 'Kendi Kendime Sanat Konuşmaları' diye bir estetik platform hazırlığı yaptım, hem 40 kuşağı aktif gerçekçilerinin, hem de Garip'çilerin toplumsal gerçekçi eleştirisini planladım, Türkiye 'ye döndükten sonra da, 'Mavi Hareketi' ya da 'Sosyal Realizm' diye bilinen kampanyayı başlattım. Büyük patırtı oldu. Zamanın gençleri harekete katıldılar, ne var ki soğuk savaş yıllarıydı, eleştirimizin toplumcu yanı şimşekleri derhal üzerine çekti, ağır baskılar başladı. Sonunda, Garip şiirine yöneltilen eleştirilerin estetik öğesi, birtakım genç sanatçılarca benimsenerek, İkinci Yeni dediğimiz soytarılık oluşturuldu.

Bunlar, Plekhanov estetiğinden aktardığım imge kuramını alıyor, ama toplumsal içeriğinden boşaltarak, ona biçimci bir özellik veriyorlardı. Böylelikle, hem bir 'yenilik' yapılmış; hem de 'tatlı canları' Menderes baskısından kurtulmuş, meyhanelerde rahatça sarhoş olabilme olanakları sağlanmış oluyordu. Derhal karşı çıktım. Hele 65 yılında, üçüncü Paris dönüşümde, bunların bir de toplumcu ayaklarına yattığını görünce tepem attı. 50'lerdeki Gerçekçilik Savaşı gibi, 60'larda da bir İkinci Yeni Savaşı verdiler.

Asım'ın söylemek istediği öncülük, Garip şiirine tepkideki ve imge kuramının savunulmasındaki öncülüktür; yoksa Hazret-i Asım da, Attila İlhan şiirinin İkinci Yeni şiirine, ancak bir şimendiferin bir rakı şişesine benzediği kadar benzediğini bilir. Mavi Hareketi ve Sosyal Realizm tartışmaları nedense pek incelenmez, biraz altı üstü karıştırılırsa, 50'lerde de, 60'larda da Marxist ve özgürlükçü bir platform üzerinde, hem Garip'çilere, hem İkinci Yenici'lere (bu iki dikta evcili şiire) son derece tutarlı, hayli esaslı eleştiriler yöneltmiş olduğu görülecektir. Görülecektir ya, bu takdirde, günümüzde sosyalistin önde gideni geçinen bazı zevatın ne mal oldukları da anlaşılacaktır, onun için, es geçiliyor.

Hiç yorum yok: