"ŞİİR SANATI"NIN SORUŞTURMASINA CEVAP
Attila İlhan/Şiir Sanatı,Mayıs 1967
Yenilikçi Türk şiirinin ana sorunu aynı zamanda Batılı ve Türk olabilen esthetique bir bileşime varabilmek sorunudur.
Tanzimat dönemi ozanları olsun, onun ardından gelen Edebiyat-ı Cedide dönemi yazarları olsun, sorunun bileşimci ve özgül niteliğini kavramış görünmemektedirler.Onların çoğu bileşimden çok doğulu ve batılı özellikleri özümlemiş halde değil de, yan yana taşıyan sindirilmemiş bir telifçilik yapmışlardır.
Ciddi bileşim denemeleri bence hececiler döneminde başlamıştır. Ama bu işi başlangıçtaki ünlü hececiler yapmamışlardır.
Beaudlaire yöneliminde bir şiiri Türk şiir geleneğine bağlamak, buradan kişisel olduğu kadar ulusal bir bileşime gitmek girişimi Necip Fazıl’da belirmektedir. Necip Fazıl’ın başladığı işi, kendi kişilikleri ve özellikleri doğrultusunda geliştiren iki başka ozan üstünde durulması gereken yapıtlar vermişlerdir. Ahmet Muhip Dranas ve Cahit Sıtkı Tarancı…
Çatalın öteki ucunda, yenilik atılımı daha dikkati çeken, başka bir bileşim denemesi vardır ki, o da toplumsal gerçekçi sanat yöntemini hem halk şiiri hem de Divan şiiri geleneğine bağlamak başarısını gösterebilmiştir. Bu bileşim Nazım Hikmet’in özellikle Şeyh Bedrettin Destanı’ndan sonra geliştirdiği yolu açmış, bu yolun kişilikleri değişik irili ufaklı başka ozanları da olmuştur.Bunların arasında Hasan İzzettin Dinamo’nun adı özellikle anılabilir…
Türk yenilikçi şiiri bir bileim şiiri olarak bu yönde gelişecek iken, Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide yenilikleri karakterlerinde, demek ki kopyacı ve öykünmeci Garip Hareketi ortaya çıkmış, ulusal ve Batılı gelişme, yeniden yoz bir 'telifçiliğe' dönüşmüştür.
Toplumculuğun sanat dışı baskılar altında tutulması bir yandan, içlemci öteki şiiri deneyen ozanların Garip'çilere katılması öte yandan, Türk şiirini tek tip bir şiir kılığına sokmuş, üstelik derinliğini, geleneksel sağlamlığını ve sesini yitirmesine yol açmıştır.
Yeni bir bileşim denemesi toplumsal gerçekçi yöntemle Garip'çilere karşı yapılmak istenmiş, yeni ozanların katılmasıyla başlangıçta başarılı da görülmüş, ne var ki sanat dışı baskıların işe karışması, Türk şiir tarihinde hiç görülmemiş bir yozlaşma dönemi demek olan ikinci Yeni döneminin başlaması sonucunu vermiştir. Yakın tarihimizde birinci yeni (Garip Hareketi) birinci diktanın, ikinci Yeni ise ikinci diktanın sanat düzlemindeki belirtileri olarak dikkati çekmektedir. İki diktanın soyutçu ve gerici özellikleri sanat akımlarında da vardır. Hiçbir şekilde ulusal değillerdir.
27 Mayıs Devrimi Türk şiirini yeniden toplumsal yöntemlerle ulusal özünü işlemek, giderek, hem Türk, hem Batılı bir bileşim yapmak yoluna sokmuştur. Bu yolun üstünde okuyucu zaten ozanlarını beklemektedir.
Yalnız edebiyat türleri değil, sanat türleri arasındaki etki ve karşıt etkileri ben olumlu bir yönden almak taraflısıyım. Zaten, ne denirse densin, bu türlerin birbirlerinden ayrıldıkları sınırları kesinlikle tespit etmek olacak iş değildir. Eğer söz konusu türler şiirden bir şeyler alıp götürmüşlerse, onun yerine mutlaka şiire bir şeyler de getirmişlerdir. Hüner ozanın bu katkıları kavrayıp özümleyip yaptığına aktarabilmesinde. Ozan, çağının olanaklarına sağır kalırsa, yaptığı şey, verdiği ürün, çağının insanını etkilemez, bir bakıma çağının insanı da ozana sağır kalır.
Radyo, televizyon, sinema gibi araçları kullanmak şiirin de hakkıdır. Ben, artık bunlar var, şiirin fonction'u kalmadı kafasında hiç olmadım. Şiir de gelişiyor, o da önüne çıkan her fırsattan faydalanmasını bilmeli! Akıllı ve bilgili ozanlar yapmışlar bunu, doktor Siegmund Freud'un buluşlarını gerçeküstücü şiir ne de usturuplu kullanmıştır. Marxiste toplum bilimin verilerini toplumcu gerçekçi ozanlar nasıl da esthetique bir bileşim içerisine oturtuvermişlerdir. Marinetti, Mayakovsky, Apollinaire'den bu yana endüstri uygarlığının öğeleri nasıl da şiirin özüne kadar işlemiştir. Şimdi radyonun, si nema ve televizyonun getirdiklerinden yararlanmak da bizim işimiz. Becerebilirsek okuyucumuzla kontağımız kopmaz, beceremezsek 'bermutad' suçu onun üstüne yıkar, kendimizi temize çıkardığımızı sanırız. Ama kim kendini uzun boylu aldatabilmiş ki?
Şiirin görevi eskiden beri ne idiyse odur, toplumsal ve insancıl bir görevdir bu, hem tek tek, hem toplu olarak insanları daha iyi bir yaşamaya götürmek, çağlarını kapsamalarına destek olmaktır. Bana sorarsanız, yığınlara seslenebilen araçlar, bu görevi yerine getirmek konusunda şiirin ayağını çelmez, tersine işini kolaylaştırır.
24 Nisan 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder