RSS

20 Nisan 2010 Salı

MELİH CEVDET ANDAY / TROYA ÖNÜNDE ATLAR

l. Koşu


Kör bir ozan anlattı bunları,
Atların da ruhu vardı Troya önünde,
Ta Hades’ten duyulurdu kişnemeleri,
Atsız bu kişneme ölüleri ürpertir,
Köpeği deliye çevirirdi.
Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,
Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı
İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.
Çünkü ölümsüz atları vardı,
Onları Poseidon vermişti babası Peleus’a,
Peleus da oğluna armağan etmişti.
Şimdi at!ar yas tutuyorlar Patroklos’a,
Yürekleri burkuk, toprağa değiyar yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına
O atları savaşta Aineias’tan almıştı.
Bir tanrı kurtarmıştı Aineias’ı.
Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,
Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,
Agamemnon’un kısrağı Aithe’yi, kendi atı Podargos’u.
Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.
Sonra Ruşen Ali kalktı, koştu Kır At’ı.

Her yanında çifte kanat
……………… Bilmez yakını ırağı

Kendini beğenmiş Tahta At’ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed’in damadı Ali’ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,
Gözleri iyi görmüyordu.
Başını yana eğen İskender’in Bukephalus’u
Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı.
Güneyden yana bakıyordu ikide bir,
Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.
Eleid’in Babeica’sı, derken Rocinante çıktı
Ağlayarak.
……………… Anlatma bana atları!

Bilirim ana rahminden gelir, gece, karanlık
Bir ahırda lâmba tutar biri, ışık titrer
Samanların üstünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu ...
Başını döndürür bakar, «Bana benziyor mu?»
«Sekili mi ayakları? »
……………… Anlatma bana atları!

Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık
Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan
Kanatlı Pegasos! Gençliğim benim, oğlum!
Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öeü, gövdesiz kuş,
Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarası.
Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,
Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen
Koşu ... Atlar, atlar. Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hâlâ toynakları.
……………… Anlatma bana atları!

Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup
Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,
Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.





II. Ağu


Duydun mu?

Bursalı oto tamircisi Mehmet’in duyduğunu?
Katran, balık ve çam tahtası kokulu,
Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin
Önceden bildi diye yakılacağını.
Ağulu yılan sokmuş Laokoon’u.
Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk
Rüzgârlı İllion kıyısında.
Kıyılarda birikir ölümün artıkları,
Yaşamın ve sevginin artıkları,
Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük,
Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi.
Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman.
Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz
Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında
Tortulanarak eski ölülerden.

…… «İzmir fuarından otobüsle dönerken
…… Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion’u. »

Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar,
Dresden’de, Köln’de, Münich’de,
Über allen Gipfeln ist Ruh ...
…… «Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor,
…… Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente.»

……………… Duydun mu?

Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde
Adları La, Li, Lu ...
……………… «Peki,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?
Şimdi herkesin ağzında bu konu.
Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda?
Parçalarını olsun bulamaz mıyız?
Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya?
Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa?
Olur, olmaz, olsa? »





III. Düş

......................................«Sabaha karşı,

gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren
Güvercin gibi sürekli aç bir saatta,
Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını,
Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını.»

Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın
«Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı.»

«Evet korktuk düşten, gereği buydu,
Elimizde değildi düşü yorumlamamak,
Yorumun gereğini yapmamak da öyle.
Çocuk büyüyünceye değin bekler yangın,
Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı,
Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna,
Şarap her zaman içilir ve bekletilir.
Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi,
Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi.
Bölmedik mi günü yediye, geceyi beşe?
Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi?
Biz atmadık ayı bunca uzağa doğumdan?
Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını?
Beklesin gizemli suda bekleyen kamış,
Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu,
Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak,
Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler.
Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler.
Sürer gider su, toprak, usun arsız otu.
Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven.
Sürer ölümsüz mutluluk, iç sıkıntısı.
Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak. »

……… «Ah çok çekmiş yorumcu!

Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte
Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı?
Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk,
Gene bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk.
Umutsuzluğumuzun umudu.

……… Git bul ormanda onu. »






IV. Dönü

Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü
Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın
Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını,
Tırmandıkça tırmanır çukur sularına
Göklerin.

……… Aşağıda.

Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış
Surlarla yedi kez ıssız kalmış deniz arasında,
Düşle yangının iki kanadı arasında,
Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan
Ve acele söğütleri ölümün dilinden
Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile
Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında
Dönüyordu atlar ... Yaşlananı görmedim hiç.

Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hâlâ toynakları.

Bir yanda armağanlar bekliyordu: Bir kadın,
Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak,
Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap.
Bağırmalar, nal sesleri, toz duman ...
Über allen Gipfeln ist Ruh

……… «Peki,

Dağa bırakılan çocuk ne oldu?»




V. Fal

«Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci
Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu.
Hem fal baktım. hem döğüşürdü yılmadan
Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş
Geçerken Fırat’ı. Aç bir köpektir fal.
Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.

Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin fall?
Macbeth’e kıral olacağını söyledim, olmadı.
Ama öldüreceğini söylemedim kıralı.
Zamanı uzatmak da elimde değil,
Kısaltmak da. Yat sat tat ksanikam.
Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti.
Yarın dündür, dünse daha gelmedi.
Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,
İniyor dağdan aşağı... Ne kadar zaman geçti?
Bilemem. O mu, değil mi, bilemem gene.
Bir lâmba yak, akşam başkadır ışığı,
Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.
Ama lâmba aynı lâmba.
Santana ksana dharmas. İnan, inanma. »

Hiç yorum yok: