RSS

20 Nisan 2010 Salı

MELİH CEVDET ANDAY / "TROYA ÖNÜNDE ATLAR " ÜZERİNE

M. Cevdet Anday
Varlık Dergisi, Kasım 1972


Bu derginin ekim sayısında çıkan «Troya Önünde Atlar» adlı şiirim için bir açıklamada bulunmak gereğini, önce orada kullandığım iki Hintçe ve bir Almanca söz dolayısiyle duydum. Fakat böyle bir işe girişince de, esin kaynaklarım, alıntılar ve konu üzerinde kısaca durmanın yararlı olacağı düşüncesine vardım.

Paris’in dağa atılması masalında, bana çelişkili görünen bir sorun bulagelmişimdir. Troya Kralı Priamos’un karısı Hekabe’nin, Paris’e gebe iken gördüğü korkulu düşü yorumlayan kâhin, doğacak çocuk yüzünden kente felâket geleceğini söylüyor; bu yoruma inandığı kesin olan baba, çocuk doğunca, yırtıcı hayvanlar paralayıp öldürsün diye onu İda’ya (Kazdağı) attırıyor. Çelişik durum şuradadır bence: Tanrılar istemlerini birtakım belirtilerle (bu arada düşlerle duyuruyorlardı, konumuzda tanrı sözcüsü kâhinin yorumuna inanılması, gerçekte tanrıların yargısına inanıldığını gösterdiği halde, nasıl oluyordu da ölümlü Priamos’un alacağı korunma tedbiri ile bu yazgıdan sıyrılınabileceğine güveniliyordu? Tanrıların saltık (mutlak) istemine inanç, savaşım yolu ile bu istemin alt edilebileceği görüşü ile birarada bulunabilir miydi?



Sorun, ilkçağlardan günümüze değin, değişik biçimlerde, tazeliğini korumaktadır. Tanrıları kurbanlar sunarak yatıştırma, tanrılardan kaçarak, gizlenerek korunma, zaman zaman da onlara karşı gelme, bir tanrıya karşı başka bir tanrının korunumuna girme umudu gibi çabalar ve eğilimlere mitolojilerde çokça rastlanıyor. Tek tanrılı dinlerde gene kurban, dua ve tövbe aynı işi görmektedir. Ayrıca. sözgelişi İslâmda irade-i külliye, irade-i cüz’iye biçiminde görünen bölünüm ise, kulun öteki dünyada cezalandırılabilmesi için bulunmuş gibi görünen bir sorumluluk töresini ortaya çıkarmaktadır; irade-i cüz’iye olmasaydı, kulun cezalandırılması olanağı ortadan kalkacaktı, bundan ötürü de kulun orantılı özgürlüğü kabul ediliyor. Demek konunun özü, insanüstü güçler isteminin saltık (mutlak) olup olmadığıdır. Doğa ve toplum yasalarına karşı bireyin durumu tartışmaları, konunun daha yeni biçimleri olarak görünür. Bireyin zorunluluk altında bulunduğu ya da özgür olduğu sorunu, Schelling’den Sartre’a değin çeşitli yorumlara yol açmıştır.

Paris’in dağa atılması konusunda ise, tanrıların istemi yerine geliyor sonunda. Demek çocuğun ölüme bırakılması, insan-üstü düzenin yenilmesini sonuçlandırmıyor; olsa olsa, sonuç belki geciktiriliyor denebilir, ama Paris dağa atılmasaydı da felâket gene zamanında ortaya çıkacaktı; çünkü Paris, dağ yerine kentte büyüyecek, gidip Helena’yı kaçıracak ve bu olay bir savaş nedeni olarak, biçilen süresi dolunca. belirecekti.

Bu konudan, tartışmağa katılmak için değil, şiirsel bir çalışmaya yön verebileceği umudu ile yararlanmayı kurdum. Gerçekte de bunların çoğunu. şiiri yazmadan önce değil, yazarken ve yazdıktan sonra düşündüm.

Çalışmalarım, başka sorunlarla da karşılaştırdı beni; geriye, gittikçe daha geriye baktıkça, tarihsel zaman başka bir biçime giriyor, hatta yok oluyor, ortaya anakronik bir geçmiş, giderek zamansız bir geçmiş bütünü çıkıyordu.

Bu geçmiş bir sıra olaylardan kurulu bir zincir değil, bütün bu olayların iç içe girdiği dural bir görünüm oluveriyordu artık. «Göçebe Denizin Üstünde» adlı kitabımdaki birtakım şiirlerde bu zaman sorununa takılmıştım, o zamanki düşüncelerimi daha da geliştirdim. Geçmişle gelecek birbirine karışıyordu ve şimdiki zaman şaşırtıcı bir kaypaklık içinde eriyordu. Sanki Paris’in doğması ile İlion’un yakılmasi arasındaki süre hiç geçmemişti ve bu bakımdan orakl (ona fal da diyebiliriz) tümden yitiririyordu anlamını, ya da zaman dışı bir saltığın kendi kendine konuşması oluyordu.

İlyada’nın XXIII. bölümünde arkadaşı Patroklos’un ölümünden dolayı girdiği yastan çıkan Akhileus’un. Akhalı kahramanlar arasında düzenlediği yarışmalar yer alır. Şiirimin birinci bölümünde bu yarışmayı, anakronik bir yöntemle işlemeğe çalıştım. Homeros’un, «ölümsüz», «tanrısal» gibi sıfatlarla anlattığı atların arasına başka tanınmış atları da sokmakla geçmişi zaman bakımından arılaştırmayı denedim. Böylece uzaktan bakıldığında düş, düşün yorumu, önlem ve savaş tek bir parça durumuna giriyordu. Bu yolla, konudan, zaman sorununa geçmek olanağını elele etmeği düşündüm.

II. ve IV. bölümlerde geçen Almanca dize Goethe’nindir, «Bütün tepelerin üstü sessizdir» anlamına geliyor. Orada Almanca bir sesi gereksedim. Dize’yi bulmakta bana yardım eden Haldun Taner’e teşekkür ederim. Dizenin alındığı şiirin adı, «Wanderers Nachtlied»dir.

V. bölümdeki «Yat sat tat ksanikam» ve «Santana ksana dharmas» sözleri Hintçedir. İlki, «Her şeyin süresi göz kırpmak kadar kısadır» anlamına, ikincisi de, «Geçici varlıkların anlarının dizisi» anlamına geliyor. ikisi de Budizmin temel ilkeleri niteliğindedir.

Hiç yorum yok: