GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın dünyası bizimkinden ayrı bir dünya değildir.İçinde yaşadığı dünya ile kurduğu dünya, tek bir dünyadır.
Boğucu, insanîliğini yitirmiş bir dünya, bir yabancılaşma dünyası; fakat yabancılaşmanın bilincine ulaşmış ve harikulâde ile mizahın parçaladığı bu evrenin çatlaklarından bize bir ışık, belki de bir çtkış yolu gösteren yıkılmaz bir umudun dünyası.
Bu derin ve canlı birliği duyabilmek için, peşin yargılara dayanan bir yöntemle, sanat eserini, Procuste'ün demirden yatağına yatırmak ve onda yalnızca, bir tezin roman şeklinde anlatılışını aramaktan ibaret olan yorumlamalar içinde kaybolmamak yeter.
Bu türlü yorumlamanın ilk örneğini tanrıbilimciler verdiler: Kafka'da, İsrail'in son peygamberini
bulduklarına inanıyorlardı; onda, "Tanrı'nın bağışlayıcılığına sığınan muhtaç bir ruhun çırpınışlarını" görerek bu ruhu vaftiz etmek istiyorlardı. Onu, Karl Barth'ın çömezi yerine koyanlar, eserini, olumsuz tanrıbilim eserile bir tutanlar vardı.
Öbür kutupta, Kafka'yı, kimi zaman kemirici bir karamsarlık içinde yıkılma halinde bir küçük burjuva, kimi zaman da toplumcu değilse de bir başkaldırıcı kimse olarak gören sözde Marxsçılar vardı.
Varoluşçular ise Kafka' yı, Sisyphe'in akıl almaz çabasına ya da Heidegger'in bunaltısına yamadılar. "Babama Mektup" a tutulmuş olan psikanalizciler, onda, Oiedipus kompleksinin belirgin örneklerinden birini keşfettiklerini sandılar. Doktorlar da bu oyuna katıldı ve 1917 de kendini gösteren verem hastalığında, 1913 ve 1914 te yazılmış olan Değişim ve Dava'nın kesin bir açıklamasını aramaktan çekinmediler! Bu yorumlamalar gitgide öyle çoğalıyordu ki, Kafka'nın eserinin büyüklüğü söz götürmez olmağa. başlıyordu.
Öyle ki, bugün Kafka'ya yanaşırken insanda "Kızgın Çalı" hikayesindeki kahramanın izlenimi oluyor; "Sık bir çalılığa düşmüştüm ... düşüncelerim arasında kaybolmuş rahatça dolaşıyordum, sonra birden kendime geldim!" Çalılık sanki etrafımda bitmişti. Dışına çıkamıyordum, kaybolmuştum!
"Çocuğum, dedi bekçi. Yasak bir yola girmişsin ; bu korkunç çalılığa geliyorsun, sonra da şikayet ediyorsun. Ama yine de, yabani bir ormanda değilsin. Bir genel park burası. Buradan çıkacaksın… ama biraz sabretmelisin, önce sana bir yol açacak işçileri aramam gerek; ondan da önce Müdürün iznini almalıyım. " (1)
Bu yorumlamaların, hatta birbirine en karşıt alanlarının bile, ortak özelliği, Kafka'nın eserlerini, anahtarı, ister bir din doğmasında, ister sosyolojik ya da psikolojik bir bilinçsizlikte, devrimci bir programda ya da marazi bir belirtide olan "kapalı" romanlar saymalarıdır.
Bu yorumlamalardan her birinin, gerçeğin bir parçasını ele aldığı inkar edilemez; yalnız, olsa olsa ona birer yaklaşma çabası olan bu yorumlamaların, eserin bütününü kapsayan bir yöntem olduğu ileri sürülünce derhal yanlışlığa. düşülmüş olur.
Kafka'nın eserinde dini bir yaşantı bulunduğu su götürmez; bağlı bulunduğu toplumsal sınıfın, kendi görüş ufkunu sınırlandırdığına şüphe yok; varoluş duygusu bakımından Kierkegaard ve ondan sonraki kuşakla arasında benzerlik olduğu da açık.
Fakat Kafka'nın eseri, bu tezlerden herhangi birisinin açıklaması durumuna indirgenemez; bir roman ya da bir destan, istiarelerle bezenmiş soyut bir fikir değildir.
Açınlayıcı (ifşa edici) bir mittir o.
Yeryüzünün ve gökyüzünün, içinde tek bir dünyayı meydana getirdikleri hayatın bir imajıdır. Bütün boyutları ile hayatın bir imajıdır: Aile ve meslek, evlenme ve din, makineler ve bürolardan kurulu sonsuz labirenti ile şehir, ham hayal ve yıkı1mayan, harikulade ve günlük gerçek ...
Kafka'nın evreni ve hayatı aynı toptan kesmedir: "Bu bir biyografi değil, elden geldiği kadar yokedilmiş unsurların bir araştırması ve keşfidir. Sonra da, tıpkı evi sallanan bir adamın, eski gereçleri kullanarak hemen oracıkta sağlam bir ev kurmak isteyişi gibi kendimi onun üzerine oturtacağım ben de. Bazan, inşaatın tam ortasında güç tükenir. Sallanan, fakat bütün bir ev yerine şimdi elde, yarısı yıkılmış, öbür yarısı yeni bitmiş bir ev yani bir hiç vardır, üzer insanı bu. Bunun arkasından hemen katıksız çılgınlık gelir, yani iki ev arasında yapılan kazak dansı gibi bir şey: kazağın,ayaklarnın dibinde mezarını kazana kadar çizmelerinin topuklarıyla toprağı eştiği, savurduğu bir dans ... " (2)
Sanat eseri ile hayatın gereçlerinin aynı olacağı su götürmez bir ilk gerçektir; Bir Savaş Tasviri'ndeki Prag'ın büyü1eyici varlığı, Babama Mektup ile Yargı ve Değişim'in havası arasındaki yakın ilgiler; kendi memurluk tecrübeleri ile Dava'daki yeryüzü ve gökyüzü bürokrasisi arasındaki bağıntılar; Şato ile Milena'ya Me'ktuplar arasmdaki ilgiler, hep bunu gösterir. Bu dünyada her yerde insan, gayrı insanîliğe batmış, şeyleşmiş, her şeyin akla uydurulduğu, hesaplı olduğu bir makinenin dişlileri haline girmiştir.
Bu adsız (anonyme) ve basamaklı (hiérarchisée) toplumda insan, benliğini kaybederek bir şey haline gelir; kişiliksiz ve garip bir şey… Gayri insanîliği, can çekişen Avusturya - Macaristan imparatorluğunun köhneleşmiş ve ezici toplum yapısında daha da belli olan sermaye dünyasıdır bu.
Fakat şairce yaratış ile hayatın birliği yalnızca onların aynı maddelerden yapılmış olmalarından değil, aynı tepkileri doğurup, dile getirmelerinden gelmektedir. Sonu belirsiz bir mücadelede birey, içinde tikel ve genel sorununun acı ile yer aldığı bir toplumu göğüslemektedir. Kafka, bu evren içinde kendisine bir yer bulmağa, onu anlamlı bütünlüğü içinde yakalamaya, hayatının anlamını, "hiç kimsenin vermediği bir emir" in haberciliğini yapmak rolünün anlamını keşfetmeğe çalışmaktadır. Eserlerinde, başkaldırma ile inancın, baş eğme ile bunaltının red ile özlemin, alay ile sorunun yanyana, içiçe bulunması ve çarpışması işte bu yüzdendir.
Kafka'mn dünyası, etrafını çeviren dünya ile kendi iç dünyası aynı dünyadır. Kafka bize bir başka dünyadan sözederken, bu başka dünyanın, bu dünya içinde olduğunu, hatta bu dünyanın kendisi olduğunu sezdirir bize. Çünkü insanın dünyası, aynı zamanda dünyada olmayan şey, karşı durduğu şeydir.
Dünyanın olumsuzluğu, onun duraklarından (moment) biridir. Kafka da bu duraklardan biridir. "Çağımın bana pek yakın olan olumsuzluğunu cesaretle taşıyorum ben. Bu olumsuzlukla savaşmaya değil, fakat bir dereceye kadar onu göstermeğe hakkım var. Zayıf bir olumluluğa da, olumluluk haline dönen aşırı olumsuzluğa da yatkın değilim ben ... Bir son ya da bir başlangıcım ben ..." (3) diyor.
Kafka bir umutsuz değildir. Bir tanıktır.
Kafka, bir devrimci değildir, Bir uyandırıcıdır. Eseri, onun dünya karşısındaki tutumunu ortaya
kor. Bu eser, bu dünyanın ne başı eğik bir kopyası, ne de bir ütopyadır. Bu dünyayı ne açıklamak, ne değiştirmek ister. Yalnızca bu dünyanın yetersizliğini duyurur ve onu aşmağa çağırır.
Cahiers'de Kafka ile okuyucusu arasında şu konuşma geçer:
« - Bu dünyanın en belirgin özelliği, köhneliğidir (Caducité), Bu dünyayla savaşacaksam eğer onun bu belirgin özelliğine yani köhneliğine saldırmam gerek. Bu hayat içinde yapabilir miyim bunu? Gerçekten yapabilir miyim bunu ? Hem de yalnız inancın ve umudun silahları ile değil.
« - Demek bu dünyayla savaşmak istiyorsun, hem de umutdan ve inançtan daha gerçek silâhlarla? Böyle silahlar şüphesiz var, fakat ancak belli şartlarda tanınabilir ve kullanılabilirler. Önce bu şartların sende olup olmadığını görmek isterim ...
« - Yoksa bile elde etmeğe çalışabilirim belki?»
« - Şüphesiz. Ama bunda ben yardım edemem sana.»
« - ... Madem ki öyle, neden beni önce sınamak istiyordun ?»
« - Çünkü sana yoksunu olduğun şeyi değil, bir şeyin yoksulluk olduğunu göstermek istiyorum.» (4)
Bu görevi yerine getirmek için Kafka, bu dünyanın tıpkısı bir başka dünya yaratmıştır. Çünkü bu başka dünya, kendi olumsuzluğunu, ta derindeki gayrı insanîliğinin gizli ve sancılı açıklanışını kendinde taşımaktadır.
Bu, yabancılaşmanın içinde yabancılaşma ile savaşmak demektir. Ya da Spinoza'nm sözlerini genişleterek söylersek, bu, nedenlerini ve kendini aşma yollarını bilmeyen bir yabancılaşmanın bilincidir.
Ana sorunu, eserle hayat arasındaki ilişkiler sorununu ele alabilmek için Kafka'nın eseri ile hayatındaki iç diyalektiği izleyeceğiz.
Kafka'nın dünyası ile gerçek dünya arasındaki birlikten söz etmiştik. Kendi öz varlığı, yaşadığı dünya ve o'nun çatışmaları düzeyinde bu birliğin diyalektik ikileşmesini göreceğiz: Yabancılaşmanın dünyası ve yabancılaşma bilincinin dünyası. Mülkiyet dünyası ve varolma dünyası. İkileşmiş insanların dünyası. Kafka, «Dava'nın kahramanı gibi hem "yetkili imza" hem de "sanık" tır. "O ve sahip oldukları, bir kişiyi değil, iki kişiyi meydana getiriyor; ve onları birleştiren şeyi kıran kimse, aynı darbe ile o'nu da kırıyor.» (5)
Bu ilk çe1işme, bir ilk red, bir ilk olumsuzlama ile aşılır; bu olumsuzlama yoluyla varlık, mülkiyet dünyasının pasifliği karşısında kendini, kendi öz faaliyeti içinde kavrar. Fakat, böylece özne kendini birlik içinde kavrayınca iç dünya düzeyinde birlik yeni bir bölünüşe uğrar.
Yabancılaşmanın bilinci ve bu bilincin özne ile nesne arasında, varolma ile mülkiyet arasında yarattığı trajik gerilimin anlamı açık değildir: bir din midir bu, yoksa bir başkaldırma mıdır?
Bu ikinci çelişme, başkaldırma ile dinin karşıtlığını yenmeye çalışan bir tasarı içinde aşılır bu sefer: bu, hem din gibi bir dünyanın anlamının ve yetersizliğinin yaşanmış tecrübesi, hem de başkaldırma gibi: onu aşmağa çağırış olan, artistik bir yaratış içinde çatışmanın nesneleştirilmesidir. Bu kurulan dünya düzeyinde bir iç çelişme ortaya çıkar: dil'in ve mit'in çelişmesi. Bunların birliği ve karşıtlığı, esere hareketini ve canlılığını verir. Kafka'nın son çabası, yani aşkınlığı belirtmek çabası onu dilde, gerçekleşmesi imkansız bir görevin peşinden koşmak zorunda bırakır: "Hep anlatılmaz bir şeyi anlatmağa, açıklanamaz bir şeyi açıklamağa çalışıyorum ben ..." (6) der.
Bu çözülmeyen çelişme, Kafka'nın alın yazısının ve bildirisinin çelişmesidir: "Bu arayış, İnsanlık dışı bir yola çıkıyor ... Bu edebiyat sınırlara saldırmaktan başka bir şey değil...» (7)
(1) La Muraille de Chine'de, Gallimard, s. 220
(2) Preparatifs de noce il la campaıgne'da "Cahiers" s.335-336
(3) Journal intime, Grasset s.2Z1
(4) Preparatifs ..... .'de «Les huit cahieris in octavo» s. 103
(5) Tentation au village, Grasset, 8. 41
(6) Milena'ya Mektuplar, s. 250
(7) Journal intime, s.529
16 Nisan 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
genç kızlarımızın yiyip içip gezdiklerinden bahsettiği yazıların bulunduğu (!)GÜZİDE(!) blogların dışında böyle kaliteli ve gerekli bir blogun olması beni şaşırttı açıkçası. faulkner'la ilgili sartre'ın yazıları bulunan, kafka üzerine bir inceleme bulunan, naom chomsky, jean baudrillard gibi insanların yazıları olan bir blog... helal olsun! ne denilebilir ki! sanırım bu konuda, yani paylaşımlarının kalitesi konusunda, benden önce de olumlu yorumlarda bulunanlar olmuştur. ancak ben de fikrimi belirtmeden geçemedim.
Yorum Gönder