Bir gün, Rimbaud’ya raslamasaydım, her gün biraz daha düşsever bir ozan olmaya doğru gider miydim? bilmem.
Arthur Rimbaud’nun, en çok, Une Saison en Enfer ile Illuminations’unu okudum. Bu da benim usu hor görmeme yetti.
Mallarmé ile Valéry, beni hiç bir zaman, Rimbaud kadar sarmadı. Bunu bugün daha iyi anlıyorum. Mallarmé’ye olsun, Valéry’ye olsun sözcüklere verdikleri önemden, soyut bir dil isteğimi onlarda bulmamdan, bağlandım. Şimdi ikisinin de betiklerini, yeniden, bir yere tutup kaldırmak istiyorum. Uslarına çok bağlı ozanlar. Anlama da belki onlarca kimse öylesine bağlanmamışlardır. Belki, anlama bunca: bağlanmalarını sevmiyorum. Uzun zaman sevişim, anlamın adamakıllı gizli oluşu, zor bulunuşu, belki, bu beni sardı onlarda.
Anlamın böylesine gizliliğini, Charles Chassé’nin Clés de Mallarmé adlı betiği, daha önemlisi, Albert Thibaudet’in Poésies de Mallarmé’si bir de, Franços Porche’nin Paul Valéry’si, bunu, gayet açık gösteriyor.
Oysa, Rimbaud’ya bağlılığım, usa, anlama o kadar bağlanmamasından geliyor. Anlam, Rimbaud için ayrı bir önem taşımıyor. Anlamsız mı Rimbaud? Hayır. Diyeceğim, önemli bir öğe değil onda anlam. Dylan Thomas’a, Cummings’e kimi Pound’a sarılışım da bununla ilgili: Rimbaud ile yakınlıkları.
Cummings’in bildiğim şiirleri, ya da Thomas’ın Poem in October , Fern Hill’i sevişim buradan geliyor. Rimbaud’da sevdiğimi, bilinçli bilinçsizlik diye tanımlayabilirim. Bunun için usu hor görüyorum dedim. Buna belki usu hor görüyorum demek gerek. Ama bir kez bunu diyeyim.
5 Mayıs 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder