RSS

15 Haziran 2010 Salı

YAHYA KEMAL BEYATLI / HAYATI

Yahya Kemal, 2 Aralık 1884 tarihinde Üsküp'de doğmuştur. Bütün kaynaklar, asıl adının Mehmet Agâh olduğunu belirttikleri halde, kardeşi Reşat Beyatlı bir konuşmasında (Varlık, sayı 492) Ahmet Agâh olduğunu söylemektedir. Babası icra memurluğu ve Üsküp Belediye Başkanlığı yapmış olan İbrahim Naci (Bey), annesi akrabalarından Dilaver (Bey) in kızı Nakiye Hanım idi. Dünyaya geldiği ev, İshakiya mahallesinde Gazi İshak Camii ve medresesine yakın mezar1ıklarla çevrili bir bahçenin içinde bulunuyordu

Yahya Kemal'in ana ve baba tarafı dedelerinde birleşmektedir. Ozan Leskofçalı Galip, annesinin amcasıdır. Ataları, Niş, Vranya ve Leskofça çevresinde yönetim görevlerinde çalışmış ve bilinen ilk atası 1377 yılında Niş’i alan Yahşi (Bey) komutasında bulunan Çankırılı Şehsuvar Bey den dolayı Şehsuvarzadeler adı ile anılagelmiştlr. Yahya Kemal soyadı kanunu çıktığı zaman Şehsuvar adının Türkçesi olan Beyatlı'yı nüfus kütüğüne kaydettirmiştir.

1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonunda toplanan Berlin Konferansının, Bosna-Hersek'i Avusturya--Macaristan İmparatorluğuna bırakması sonunda, Yahya Kemal'in baba tarafı Üsküp'e taşınmıştır. Niş'te bulunan topraklarının çoğu, Sırbistan’da, yalnızca Rakofça köyünde olan çiftlik, Osmanlı ülkesinde bulunuyordu.

Yahya Kemal, çocukluk çağlarını Üsküp yöresinde, babaannesinin çiftliklerinde geçirdi. Arasıra Rakofça çiftliğine gider, ata armağanı bu topraklarda gezer, sınırın öbür tarafında kalan topraklara bakardı.

Annesi 1835 yılında, Yahya Kemal henüz on bir yaşında iken veremden. ölmüştür. Bu ölüm, onun hayatında önemli bir yer almıştır. Yahya Kemal, annesini dindar bir kadın olarak anımsar, dizlerinin dibinde oturup dinsel kitaplar okuduğunu söylerdi. Annesinin ölümünden sonra, babası 1898 yılında ikinci kez Mihrimah Hanım ile evlenmiştir. Babası da 1943 yılında Kemalpaşa'da, kaymakam olan kardeşi Reşat Beyatlı 'nın yanında ölmüştür.

Mezarlığa karşı, Karaağaçlar altındaki evde büyüyen, Rakofça kırlarının özgür havasını alan Yahya Kemal, ortasından Vardar nehri akan ve "uzakta karlı dağlar" ile çevrili olan Üsküp de beş yaşında iken (1889) Muradiye Camii yanındaki "yeni mektep 'e başladı. Adı yeni olan bu okulda öğretim eski idi 1811 yılında bu mahalle okulundan ayrıldı. Üsküp Valisi Ahmed Eyüp Paşa’nın açtığı yeni metodlarla öğretim yapan "Mekteb-i Edep’de okumaya başladı. Okuyup yazmayı bu okulda öğrenen Yahya Kemal, güzel, zayıf, sevimli bir çocuktu ve "parlak zekâsı", parlak kişiliği ile, az zamanda kendini göstermişti Burada Selanikli galip Bey ve Hafız Ferit gibi hocalardan ders görmüş, bu okuldaki dört yıllık öğreniminden sonra 1813 Üsküp İdadisi’ne girmişti. Bu arada Türk -Yunan (Tesalya Savaşı çıktığından, ailesi Selanik'’taşınmış, Yahya Kemal de Selanik İdadi’sine başlamıştı. Selanik ile Üsküp arasında gidip gelmeler yüzünden öğrenimi aksamış, sonunda öğrenim için İstanbul'a, gönderilmişti.

Annesinin akrabalarından Abdurrahman Paşazade İbrahim (Bey) in yanma gelen Yahya Kemal, Mekteb-i Sultani’ye devam edecekti. Kayıtlar dolduğundan, okula yazılamadı ve bir yıl sonra Robert College’e yazılmak üzere İstanbul da kaldı. Bazılarına göre, o yıl Vefa İdadisinde, kardeşine göre ise Kadırga’da Tefeyyüz Okulunda okudu. Fakat gerçek şu ki, o yıl içinde İbrahim Bey’ in Sarıyer'deki konağına devam eden Kanuni Hacı Arif Bey ile Paris'ten dönmüş bulunan Şekib (Bey) i tanıdı. Şekib (Bey) in anlattığı sürükleyici ve ciddi Avrupa anıları Yahya Kemal'de etkisini göstermiş, Avrupa'ya gitme isteğini uyandırmıştı. Bu dönemde Yahya Kemal, bu iki kişinin etkisinde kalmış, ilk şiirlerini Malumat ve İrtika gazetelerinde bu yıl içinde yayınlamıştır. Bazılarına göre bu sırada sıkıntılı bir hayat yaşamıştır. 1903 yılında, bir Fransız acenta memurunun yardımı ile Paris'e kaçtı. Bu kaçışta politik hayata atılmasının, İstibdada karşı tutumunun da etkisi bulunmaktadır.

Paris'te Prens Sabahattin, Ahmet Rıza ve Dr. Abdullah Cevdet ile ilgi kurmuş, para bakımından da bir hayli sıkıntı çekmiştir.Sonraları para durumunu düzeltmiş, ciddi bir öğrenim yapmayı düşünmüş, Fransızcası zayıf olduğundan, bir yıl Marne nehri kıyılarındaki Meaux Kolejine devam ederek,Fransızca öğrenmiştir. 1904 yılında Paris Siyasal Bilgiler Okulu (L’école ibre des Sciences Politiques’ nun dış ilişkiler bölümüne yazılmıştır. O zaman Albert Sorel, Albert Vandal ve Louis Rénon gibi bilginler, okulun en iyi öğretmenleri idi. Yahya Kemal, Albert Sorerin derslerini hiç kaçırmazdı. Tarih bilgisini ve tadını ondan alan Beyatlı, ulusal tarihimizi aynı metodlarla inceleme hevesine kapıldı. "Narin yapılı, mütenasıp endamlı, zekî nasiyeli, tatlı ve derin bakışlı" çok, sevimil bir genç olan Yahya Kemal, başları döndüren Genç Türklük (Jounes Tures) havasının, ruhları saran özgürlük sevdasının etkisiyle Paris’e kaçtığı halde, siyasal toplantılara ve konuşmalara ilgi göstermemiş, yazarların gazetecilerin ve sanatçıların toplantılarına katılmaya başlamıştır. Quartier Latin'de Ruo des Ecoles'deki evinden doğruca Saint Michel Bulvarı üzerinde bulunan Souflé veya Vachette kahvehanesine gider, o çağın ozanlarını dinlerdi. Usta olarak tanınan ozanlarla en gençlerin toplantılarına katılmış, yazdıklarını okumuş günlerini bu şiir havası içinde geçirmiştir. O ylllarda Baudelaire, Mallarme ve Verlaine büyük ozanlardı. Bir gazelinde dediği gibi o sıralarda "koyu bir Baudelaire-perest" idi. Paris'e gelmeden önce, Abdülhak Hamit’i Tevfik Fikret’i… ve cenap Şehabettin’i okuyup benimsemişti... Fakat Paris'de Parnassien bir şiir havası vardı, şiire sembolizmin iç musikisi de giriyordu. Fransız ozanlarının bilinçli ve ısrarlı şiir ve dil çalışmaları, Türk şiiri üzerinde nasıl çalışılması gerektiği yolunda Yahya Kemal’i düşündürtmüş, Türk şiirini ve zevkini Arap ve Acem etkisinden kurtarmak düşüncesi çekici görünmüştür.. Mallarme "bir dize, sözcüklerin yanyana dizilmesinden meydana çıkar" diyordu. Yahya Kemal, bu sözlerin, Jose Maria de Hérédia'nın ve Leconte de Lisle'in destanî şiirlerinin etkisinde kalmıştı. Fakat Fransız şiirlerine öykünmemiş, "Fransızların Fransızcada yaptıklarını Türkçe’de Türkçe selikasına göre yapmak gayesini" gütmüştü. Yabancı şiir havası, onu kozmopolitliğe götürmemiş, kişiliğini eritememiş, aksine, ulusal kültürümüze ve tarihimize bağlanmasına vesile olmuştur.

Paris'te ilkin, Baudelaire'in kendi düşüncelerine ve kendi duygularına garip bir çağrışımla çok benzeyen bazı dörtlüklerini yüksek sesle tekrarladığı halde, sonraları Verlaine'i sevmeye, onun gibi mahalle adları altında şiirler yazmaya başlamıştı. Epik yönleri ile Victor Hugo'yu sevmişti, Jean Moreas'dan "altın ölçü" de denilen oran'ı öğrendiğini açıklamıştı.


1906 yılınd.a Abdülhak Hamlid’i görmek için Londra'ya gitti!. 1908 yılında okuldan ayrıldı, fakat Meşrutiyet'in ilanı üzerine öteki Genç Türkler gibi hemen yurda dönmedi. Paris'te kaldığı bu süre içinde İstanbul'daki gelişmelerle ilgileniyor, gelenlerden bilgi alıyordu. Bu ara, İstanbul'a gelmiş, fakat huzursuzluklar, İttihat ve Terakki Fırkası ile İtilaf Fırkası arasındaki kavgalar yüzünden tekrar Paris'e dönmüştür. Bu son gelişi sırasında gene ozanlarla birlikte yaşamış, Fransa’nın Bretagne kıyılarına kadar uzanmış, bir ara İsviçre'ye geçmişti.


1912 yılında kesin olarak İstanbul’a döndü. 1913 yılında Darüşşafaka'ya edebiyat ve tarih öğretmeni olarak atandı. Daha sonra da Medresettü-l –vaizinde uygarlık tarihi öğretmeni oldu. 1911 Haziran'ında kurulan Türk Ocağı'nda, çeşitll yerlerde tarih ve edebiyat üzerinde konuşmalar yapıyordu. Abdülhak Şinasi Hisar'a göre, "O zamanlarda Yahya Kemal, genç, güzel, gürbüz, kuvvetli, neşeli ve lafazan görünüyordu." Paris'te edindiği edebiyat ve tarih bilgilerini çevresindekilere duyurmaya çalışıyor, şiirlerini okuyordu. Türk şiir ufkunda bir yıldız gibi görünmüştü. Yayınlanmayan dizeleri ağızdan ağıza dolaşmaya başlamıştı. "Akdeniz Uygarlığı" görüşünü, Türklük bilincini, Türk tarihi anlayışını yaymaya çalışıyordu. 14 Ekim 1915 tarihinde İstanbul Üniversitesi Uygarlık Tarihi hocalığına atandı. Bu atanmada Ziya Gökalp'in büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Bundan sonra 1919 da Batı Edebiyatı., 1922 de Türk Edebiyatı derslerini okuttu.

İstanbul'a döndükten sonra, Peyam gazetesinde Süleyman Sadi imzasıyla "Çamlar altında muhasebe" başlığı ile yazılar yayınlamaya başladı. Ayrıca, İleri, Tevhid-i Efkih, Tavus, Nedim gibi gazete ve dergilerde de yazıları çıkıyordu. Şiirleri Yeni Mecmua'da 1918 yılından sonra "Bulunmuş Sahifeler" genel başlığı altında yayınlanıyordu. Birinci İnönü Zaferi’nin kazanıldığı günlerde ilk sayısı çıkan Dergah dergisinin yönelticisi ve yöneticisi idi, ilk sayılarında birer "musahabe" si yayımlanmıştı.


Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul'da öğretmenliğe devam etti, yazılar yayımladı. Savaş bittikten sonra Lozan Barış Konferansına danışman olarak katıldı. Ekim 1923 de, İkinci Büyük Millet Meclisine Urfa'dan milletvekili seçildi. 12 Mayıs 1924 tarihinde üniversiteden ayrıldı. 1925 yılında, Ankara İtilafname’sinin lehimize değiştirilmesi için Fransızlarla yapılacak görüşmelere temsilci olarak atandı ve güney sınırlarımızın düzeltilmesi işlerinde başarılı bir çalışma yaptı. Bu çalışmalarının armağanı olarak 1926 yılında Varşova Orta Elçiliği’ne gönderildi, üç yıl sonra, 1929 yılında Madrit Orta Elçiliği’ne nakil oldu.1931 yılında Lizbon Orta Elçiliği de ek olarak verildi. İspanya'da iken İspanya tarihi ve edebiyatı ile ilgili çalışmalar yapmıştır. 1932 yılında İspanya'dan ayrıldı, Paris ve Bükreş yolu ile yurda döndü. 1934 yılında Yozgat'tan, 1935 yılında Tekirdağ'dan milletvekili seçildi. 1943 yılına kadar milletvekili olarak çalıştı, o yıl seçimi kazanamadı ve C.H.P. Estetik Danışmanlığı’na atandı.. 1946 ara seçimlerinde İstanbul milletvekilli seçildi ise de 3 ay sonra yapılan asıl seçimleri kazanamadı. 1948 yılında Karaşi Büyük Elçiliği’ne atanarak Pakistan'a gitti. Bir yıl sonra 1910 yılında, yaş haddinden dolayı emekliye ayrıldı. Dönüşünde Milli Reasürans Şirketi Yönetim Kurulu üyeliğine verildi.


Emekliliğe ayrıldıktan sonra, sık sık hastalanmaya başlamıştı. 1931 yılında, Paris'e ve 1951 yılında da Roma'ya gitti. ömrünün son yıllarını Park Otel'de geçirmiş,hiç evlenmemiştir. Çeşitli aşk maceraları olduğu söylenir. Prof. Vehbi Eralp'e göre, "onun gerçekten aşık olduğunu gösteren" şüphe götürmez deliller vardır.

Yahya Kemal, 1949 yılında, “Hayal Şehir” adlı şiiri ile İnönü Şiir Armağanı'nı kazandı.

Devamlı olarak bronşitten rahatsız olan Yahya Kemal, 10 Ekim 1958 günü tedavi edilmek üzere Cerrahpaşa Hastanesine, yatırıldı. Orada üç hafta tedavi gördü. Kendisine sık sık kan veriliyordu. Devamlı olarak kanamadan ve kansızlıktan yakındığından Paris'te tedavisine karar verilmişti. İyiliğe yüz tuttuğu bir sırada, bir iç kanaması sonunda 1 Kasım 1958 sabahı komaya girmiş, o gün saat 9.50 de ise gözlerini hayata kapamıştı. Cenazesi, 2 Kasım 1938 günü Cerrahpaşa Hastahane’sinden alınarak Fatih Camiine getirilmiş, öğle namazından sonra cenaze namazı kılınarak Üniversite merkez binası önünde özel bir tören yapılmış, Rumelihisarı mezarlığına gömülmüştü.

Yazdığı şiirleri ve düz yazıları sağlığında kitap halinde yayınlamayan Yahya Kemal, şiirlerini yayınlamayı düşünmüş kitaplarının düzenini yapmış ve bugün yayımlanan adları seçmiştir. Şiirleri, bir yayınevi tarafından "24 Şiir ve Leyla" adı ile yayımlanmıştı. Bu kitap haber verilmeden çok kötü ve özensiz bir biçimde basılmıştır. İçinde 23 şiir ile bir beyit bulunmaktadır.


Tanpınar, 1919 yılındaki Yahya Kemal’i şöyle betimler:


“Orta boylu, toplu, yuvarlak çehreli, güzel, derin bakışlı bir adam içeriye girdi. Herhangi bir mesleği, namus ve haysiyetiyle kabul edecek genç bir adamdı bu. İyi ve otoriter bir memur olabileceği gibi, sekiz asır cemaatimizin bel kemiği olan, o temiz işçi ve rahat vicdanlı zanaatkarlardan biri de olabilirdi. Özel bir itinası yoktu. Temiz traş olmuş, temiz giyinmişti. İlk işi, fesini çıkarıp masaya koymak oldu. Saçları sonuna kadar, olduğu gibi ikiye taranmıştı. Güzel,tombul, işçi elleri vardı.”


Tanpınar, Yahya Kemal adlı kitabının bir başka yerinde de şunları söylüyor:

“Tanıdığımız ve gördüğümüz Yahya Kemal çok dengeli bir adamdı. Büyük depresyon anları, kapanışları yok değildi. Fakat kendisini yenmesini bilirdi.” Prof. H. Vehbi Eralp da “Yahya Kemal İçin” adlı kitabında şunları yazıyor: “Dostluğunda samimi idi, ama laubaliliğe tahammül edemezdi. Dostlarına en gizli düşüncelerini söyler, yazılmasını hiç istemediği halde, tezgahtaki şiirlerinden parçalar okurdu.. Merak ve ısrar en çok eleştirdiği unsurlardı. Hayatında bir an doğallıktan ayrılmamış; olduğundan başka türlü görünmeye özenmemiştir.”

Nadir Nadi ise, 2.8.1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde. "kendi şiirlerinden mısralar okur, Osmanlı tarihinden vakalar anlatır, sırasına göre, politik taşlamalarını yapar, adam çekiştirirdi. Yerin dibine batırdığı birine ertesi günü rastlayacak olsa, her şeyi unutur, adamı bağrına basardı” diyor, sonra da şunları yazıyor: "Çağdaşı olan, hatta genç ozanlardan hemen hiçbirini beğenmezdi. Yeni kuşak edebiyatçıları arasında, 'fena değil istidadı var' dedikleri olurdu; fakat ona sorarsanız “Yahya Kemal'den üstün bir ozan gelmemişti bu ülkeye.”


Bu son sözleri Sermed Sami Uysal'ın Yahya Kemal’le Sohbetler adlı kitabının bazı sayfaları doğrulamaktadır. Orada okuduğumuza göre, Sait Faik, cahilin biri; Ahmet Haşim "öz şiir" deyimini ondan duymuş bir ozan; Halit Ziya bir "hiç"dir.


Nadir Nadi. 17 Ağustos 1964 tarihli Cumhuriyet'te aynı sözleri tekrarlamıştır. Yahya Kemal'in tarihçi yönü hakkında ise şunları yazdı: "Osmanlı tarihini, kafasının iç cebine yerleştirmişti. Olayları anlatırken, belli başlı kişilerin karakterini ilginç çizgilerle önümüze sermesini bilirdi. Kronoloji yönünden çok sağlamdı belleği. Bununla beraber, tarihi bilgisinin sentetik bir niteliğe ulaştığını sanmıyorum.”


Yahya Kemal yaşarken ve öldükten sonra lehinde ve aleyhinde birçok yazı yazılmıştır. Lehinde olanlar, hayranlık taşıyor, aleyhinde olanlar ise onu yeriyordu. Kendisinin eleştiriye hiç tahammülü yoktu etrafındakiler de onun eleştirilmesine tahammül edemiyorlardı. Onun gerçek kişiliğini ortaya çıkaran incelemenin henüz yapılmadığını belirtmek isteriz.

Yahya Kemal'in ölümünden sonra "Yahya Kemal'i Sevenler Cemiyeti", 1960 yılında da İstanbul Fetih Cemiyetine bağlı "Yahya Kemal kurulmuş “Yahya Kemal Müzesi açılmıştır.

Şiirleri üç kitap (Rubailer ile Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş bir kitapta olarak yayınlanmış, düzyazılarından bir bölüğü de iki kitapta toplanmıştır.

Hiç yorum yok: