RSS

15 Haziran 2010 Salı

YAHYA KEMAL BEYATLI / SANATI

MUZAFFER UYGUNER

Yahya Kemal, şiirlerinde hayat, ölüm, aşk, anı deniz, tarih gibi temleri işlemiştir Onun şiirlerinde, çocukluğunda karşılaştığı olayların izlerini de buluruz. Çocukken, annesi, onu dizinin dibine oturtur dinden, Hz. Muhammed’den söz edermiş. Sonra, on bir yaşında iken annesinin ölümünü görmüş, onu unutamadığını her zaman ve her vesile ile söylemiştir. Tanpınar, ölen annesinin -onun üzerinde büyük etkisi olduğu kanısındadır. Evlerinin karşısındaki mezarlık, mezarlıkta yatan ölüler, onun duygusal hayatını etkilemiştir. Bilindiği gibi, Yahya Kemal'in çocukluğunun bazı günleri de Rakofça kırlarında, sınırın ötesinde kalan atalarının armağanı topraklara bakmakla, atalarının at koşturduğu günleri düşünmekle geçmişti. Kendisini bilmeye başladığı yıllarda Tesalya savaşını ve onun kötülüklerini görmüştür. Gazi Ethem Paşa ordularının Atina'ya doğru zaferle yürüyüşleri onu da bütün Balkan Türkleri gibi sevindirmiş, coşturmuştur.

Yahya Kemal'ln aşk yönü de pek erken başlamıştı. Anılarına göre, daha beş yaşında iken Üsküp'de, Redife adında bir kızı sevmiş, 12 ve 15 yaşlarında yeni aşk serüvenleri geçirmiştir.

Henüz sekiz yaşlarında iken, Leskofça göçmenlerinden Hüseyin adlı lalası, ona, Battal Gazi Destanı'ndan parçalar okur; Budin, Belgrad türküleri söylerdi. Annesi ise Kur'an öğretir, Yazıcızade Mehmet'in Muhammediyye'sini okurdu.

İşte, Yahya Kemal'in üzerindeki ilk etkiler bunlardır. Daha sonraki yıllarda. Paris'te Parnasse'çı ozanlarla ve sombolizm taraftarları ile karşılaştı. Birçok kez aşık oldu. Bir çok şiirlerinin yazılmasında ilham veren Celile Hanım ve daha başka hanımlar bulunduğunu biliyoruz.

Yahya Kemal, ilk şiirini, 12 yaşında iken, aşık olduğu Redife için yazdığını söylemektedir. Demek oluyor ki ilk şiirini 1896 yılında yazmıştır. İlk şiirinin yayınlanış tarihi ise 1901 dir. Üsküp'den gönderilen bu şiir, İstanbul görüntü1erini konu olarak almıştır. Başkaları ise, yayımlanan ilk şiirinin, Abdülhamid II. nin tahta çıktığı günü kutlamak için hazırlanan İrtika dergisinin 1 Eylül 1902 tarihli özel sayısında Üsküp Belediye Reisi İbrahim Beyzade Agah Kemal imzasıyla çıkan şiiri olduğunu söylemektedirler. Bu, bir “muhammes” dir.

Paris'e gittiği sıralarda Divan şiirinin etkisi altında bulunuyordu. Paris'de yeni bir şiir havası buldu. Fransız ozanlarının toplandığı kahvehanelerde şiirin manevî havasını da aldı. Şiir dinleyerek geçen saatler boyunca Divan şiirimizi de düşünmüştür elbette.

Bilindiği üzere, Divan şiiri "mazmun" ardında koştuğundan, şiirdeki bütünü ihmal etmişti. Dilde ayrı bir anlayışı sürdüren, fakat son yıllarda bu dil anlayışını yitiren halk şiirimiz de divan şiirine yaklaşmağa başlamıştı. Tanzimat edebiyatı ise divan şiirini esas alarak Fransız şiirini örnek tutmuştu. Divan şiirinin birçok özellikleri Tanzimat şiirinde devam ederken, Fransız şiirinin bütünlük anlayışı da yerleşmeğe başlamıştı. Servet-i Fünun şiiri ise, Fransız şiirini öykünmeye yönelmişti, diyebiliriz.

Yahya Kemal, o sıralardaki Fransız şiirini o zamanın ünlü ozanlarından dinlemiş, incelemiş ve etkisi altında kalmıştı. Şiiri, "musikiden başka türlü bir musikî " içimizin ahengi" olarak düşünmeye başlamıştı. Prof. Vehbi Eralp onun bu düşünceleri ile ilgili olarak şunları söylüyor: "Yahya Kemal'in mısrayı mısra yapan şeye derunî ahenk adını vermesi ve bununla söylenen şiire öz şiir, ya da tad şiiri demesi, 1913 yılına rastlar; Fransa'da rahip Henri Bremond'un aynı görüşü ortaya atması 1925 de oluyor, hem de aynı deyimleri kullanarak…Aslında 19 uncu yüzyıl sonlarından beri, öz şiir görüşü havalarda dolaşır bir halde idi; Bremond'la Yahya Kemal, birbirlerinden habersiz, bu görüşü yakalamış olacaklar. Burada, Newton'la Leibnitz'in, ayrı ayrı yollardan giderek, sonsuz küçükler hesabını aşağı yukarı aynı yıllarda. bulmalarına benzer bir hadise karşısındayız. İşte Yahya Kemal bu görüşle işe koyuldu; elinde estetikçilerin "altın oran" dedikleri bir ölçü vardı. Bir yandan şiirlerini bu ölçüye göre söylüyor, bir yandan da şiirimiz bu ölçünün terazisinde tartılıyordu."

Yalnızca öz şiiri ele almanın şiirimize bir yenilik getirmeyeceği de açıktı… Eski şiirimizin ve eski ozanlarımızın bir yenilik getirmeleri söz konusu olamazdı. Eski şiirimiz, "mazmun”a saplanmış ve bu yüzden ilerleyememişti.


Yahya Kemal'in şiir yazdığı günlerde ise şiirimiz teşbih, istiare gibi şiirin alfabesinden birtakım araçları ardına takılmış gidiyordu. Oysaki şiir bir kalb işidir. O yılların edebiyat topluluğu olan Fecr-i Âti ozanları arasında, bu bakımdan görüş ayrılıkları vardı ve bu yüzden de o topluluk dağılmaya yüz tutmuştu. Gene o sıralarda Selanik'de, Genç Kalemler hareketi başlamış, Türk dilinin, ve edebiyatının ulusallaşması sorunu ciddi olarak ele alınmıştı. Daha sonraları İstanbul'da da bu yolda çalışmalar başlamış, Türk Ocağı kurulmuştu.

Yahya Kemal de Türkçülük bilincine varmıştı. Ancak, o, Türkçülüğü Anadolu dışına taşırmıyordu. Bu bilinç, bu anlayış, onun şiirinin temellerinden biri olarak ortaya çıkmıştı. Bunun yanında, şiirindeki çeşitli etkilerden de sıyrılması gerekiyordu. Zamanla bundan da sıyrılmış, yurda döndüğünde, eskiden yazdıkları ile hiçbir ilgisi bulunmadığını söylemiş, gerçekten de eskiden yazdıklarından bambaşka şiirler yazmıştı. Yazdığı şiirlerin kusursuz olmasına özellikle itina gösteriyordu. Bu yüzden çok titizlikle yazıyor, pek az şiir yayınlıyordu. Yazdıklarının çoğunu o günlerde hemen yayınlamamış, onları dost kümelerine okuyup etkilerini görmek istemiştir.

Yahya Kemal'in, Paris'ten sonra yayınladığı ilk şiiri "Bir Sâki" olup, Yeni Mecmua'nın 7 Mart 1918 tarihli 34 üncü sayısında çıkmıştır, O yıllarda, "Milli Edebiyat" akımı iyiden iyiye yayılmıştı. Dildeki Türkçülük onun da şiir dilinde kendini göstermiştir.

Ahmet Haşim, bu konuda, Ruşen Eşref'in “Diyorlar Ki” adlı kitabına giren bir konuşmasında şunları söylüyor: "Türkçülüğün en güzel nazariyesini bu şair getirdi. Onun tasvir ettiği Türkçe’de terkip ne kadar yoksa, o kadar da hece vezni ve (uçgaç), (olgaç) nev'inden kelimeler de yoktur. "Gerçekten de sıra ile yayımlanan yeni biçimdeki şiirlerinin dili, eski ozanların ağdalı dilinden çok ayrıdır. "Bu dil, ağzımda annemin sütüdür" diyen Yahya Kemal, Türkçe ile en güzel şiir örnekleri yayımlamaya başlamıştı. Bugün bile hiç güçlük çekmeden okunan yazar, Viranbağ, Akıncı, Ses, Açık Deniz o günlerde yayınlanmıştır.

Şiirde kullanılan dil konusunda kendine özgü bir dil anlayışı vardır. Bu anlayış, halkın sokakta, evde kullandığı sözcükleri halkın kullandığı anlamda kullanmaktır. En iyi bildiği bir söz için bile kitaplara baktığını söyleyen Yahya Kemal, o söz yanlış, ise, yanlışlığın kitapta olduğunu açıklamıştır. Halkın kullandığı sözcükler için de aynı incelemeyi yapmış "Türk'ün kullandığı sözü, Türk'ün kullandığı anlamda kullanma" sloganını izlemiştir. "Zevrakçe" sözcüğünün yanlış olduğu söylenince, durumu derinlemesine incelemiş, bu sözcüğün kullanılabileceği sonucuna vardığını bir konuşmasında belirtmişti.

Nihat Sami Banarlı, “Yahya Kemal Yaşarken” adlı kitabında (s. 49-50), Yahya Kemal’in Türkçe hakkındaki görüşlerini şöyle özetlemektedir:

1- Şiirde yaşayan Türkçe’ye girmemiş hiçbir Arap, Acem ve Frenk kelimesini kullanmamak;

2- Yaşayan Türkçe’ye girmiş olan Arap, Acem ve Frenk kelimelerini onlara Türklerin verdiği ses ve mana içinde Türkçe addetmek;

3- Nahiv’de Türk milletinin cümleye verdiği mimariye şiddetle sadık kalmak ve Tatlısu Türkçesi'nin Servet-i Fünun şiirindeki tesirini kaldırmak;

4- Aşka, kahramanlığa, elemlere ve şevklere Türk milletinin verdiği ifadeyi gözetmek;

5- Şiirde rhytme'in lisan haline gelmesi demek olan halis mısraı bulmak ve böyle mısralardan müteşekkil manzumeyi, ilk mısradan son mısraya kadar, yekpare bir "rhytme terkibi" halinde terennüm. Etmek böylelikle şiiri nesre zıd bir terkip olarak yaratmak;

6- Şiiri o çıkış noktasından hareket ederek söylemek ki, bu şiir, önce bizi, bizim milliyetimizi bizim duygu ve düşünce dünyamızı söylesin. Fakat aynı şiir, bu milli atmosfer içinde bizi terennüm ederken, aynı ölçüde beri olsun. Bütün insanlığın duygu, düşünce, şevk ve heyecan alemlerinin müterennimi olabilsin.

Kısaca, Yahya Kemal'in şiirinde göze çarpan şey, "Türkçe duyu" ve "Türkçe duyuşu Türkçe deyiş haline kalbetmek" şeklinde büyük bir milli sanattır,"


Hikmet Dizdaroğlu bir yazısında, (Varlık, 414), "Yahya Kemal'in bir şair olarak başta gelen özelliği dil ustalığıdır. O, eşsiz bir dil ustasıdır" diyor.


Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1938 yılında Cumhuriyet gazetesi’nde yayınlanan yılında bir yazısındaki yerinde deyişiyle, "O, bizim dilimizi bulmuştur. Filvaki mey, muğbeçe, meyhane, sâki gibi kelimeler onun gazellerinde fazlasıyla mevcuttur. Buna rağmen, ona eski diyemeyiz."
Yahya Kemal, "eskinin kelimeleri ve lisana tasarruf şekli ile çok ayrı bir şiir yapmıştır…."


Bu konuda, Prof. Kenan Akyüz de “Batı Tesirinde Türk Şiiri” adlı antolojisinde (s. 604’te) şunları söylüyor: "Yahya Kemal'in dili; Fikret'in daha çok muhaverelere inhisar eden, Rıza Tevfik'in bir türlü düzen ve devam temin edemeyen, Mehmet Emin'in İstanbul konuşmasının sınırlarını aşan ve Mehmet Akif’in fazla halklılaşan ve hatta bazen argolaşan Türkçelerinden çok üstün nitelikte, sözleri, cümle kuruluşları, deyimleri ve edası ile, İstanbul konuşmasının çok temiz, çok çekici ve canlı bir örneğidir.

Yahya Kemal, Fransız ozanlarından çok şey öğrendiğini, Jean Moreas’tan şiirde ölçüyü (altın oran), bütünlüğü öğrendiğini söylüyor ve "Moreas bize tesir altında kalmadan mısralara bakarak hüküm vermeyi öğretti" diyor.

Bilindiği üzere, Mallarme, "şiir fikirle değil, sözcüklerle yazılır" demiştir. Bu görüşe Yahya Kemal de katılır. Adile Ayda ile yaptığı bir konuşmada, "şiirin asıl maddesi: “mânâ değil, lâfızdır” diyerek görüşünü açıklamıştır.

O’na göre ozanlık, manayı lâfza tahvil etmek sanatıdır. Fakat lâfız sözcüklerin yan yana getirilmesinden istiflenmesinden ibaret değildir. Şiir sözcüklerin özel bir ritm yaratmasından doğan bir sanattır. En önemli ögelerden biri de, dizedeki dalgalanma (ondulation) lar, ritm dalgalanışlarıdır.

'Teşbih ve istiare şiire hiç bir şey katmaz. Gerçek şiir, çeşitli bölümleri birbirine tamamlayan bir bütündür. Divan şiirimizde dizeye önem verildiğinden bu anlamda gerçek bir şiir yok gibidir.

Yahya Kemal, biçime fazla önem vermiş, Divan şiirimizin, gazel, şarkı, mesnevî ve rubai'sini kullanmıştır. Fransa'da kaldığı yıllarda, Fransız şiirinde önemli yer alan sone (sonnet) biçimini kullanmamıştır, Bazı şiirlerinde ise özgür kalmıştır.

Yahya Kemal, ölçü olarak Aruz ölçüsünü kullanmıştır. Yalnız bir tek şiirini, Ok adlı şiiri hece ölçüsü ile yazmıştır. Aruza bağlılığının nedeni olarak ahenge verdiği önemi gösterirler.

Şiirde ölçü konusunda, vaktiyle yazdığı bir yazıda, şunları söylüyor: Vezinler ister aruz olsun, ister hece, cansız birer âlettirler… Tıpkı mûsıkî âletleri gibi… Vezinler madem ki vardırlar, âhenge muhakkak elverişlidirler; çünkü vücutları başka türlü tefsir edilemez… Medeniyette her âleti ihtiyaç yarattığı gibi, vezinleri de hissiyatı teganni etmek ihtiyacı yaratır,"

Bu yazısında, Yahya Kemal hece ölçüsünü savunmuştu. Fakat şiirlerinde aksini yapmıştır.. Tanpınar'a göre, "bu tercihin sebebi aruzun dile getirdiği plastik yumuşaklık şekil alma kabiliyetiydi. Dikkat çeken şu ki; bu tercih, şiir hecelerin istifidir” diye yaptığı tarifle beraberdir.

Tanpınar biraz sonra da şunları ekler: “Fakat aruzu tercih etmesinin başka ve daha önemli bir sebebi vardır. En bilinçli sanatçıların bile muhtaç olduğu, o irticalî taraf nağmenin kendisi, Yahya Kemal’e arûz olarak geliyordu… Hiçbir şair ilk mısra denen şeyden büsbütün müstağni kalamaz… Yahya Kemal’e göre de gerçek dize, anlamın ve ritmin mükemmelliyetiyle doğar… “aynı mana bir başka şekilde ifade edilemez.”

İşte Yahya Kemal, anlam ile ritmin mükemmelliğini aruz ile sağlayabilmiştir… Bugün özgür ölçü ile yazılanları hece ile yazmadıklarından ötürü nasıl suçlamıyorsak, Yahya Kemal'i de aruzu kullandığı için suçlayamayız.

Yahya Kemal'de taklit ahengi de eski ozanlardan ayrılık gösterir. Doğadaki sesleri dizelere dağıtmada ve ses yinelenmesindeki (alliteration) ustalığıyla en iyi ahengi bulabilmektedir. Eski ozanlar ise doğadaki sesleri kendilerinde bulunduran sözcükleri kullanmak suretiyle bu dış ahengi sağlamaya çalışmışlardır. Yahya Kemal, imâle (uzatma) ile de ahenk sağlamıştır, Sözcüklerin bitiş ve başlayışındaki harflerin sesli ve sessiz olmasıyle elde edilen geçiş kolaylığı ve bundan doğan âhenk, şiirinde önemli yer tutar.

Yahya Kemal'in bütün şiirlerinde uyak kullanılmıştı. Zaten gazel,mesnevî, şarkı ve rubâinin gereği budur.

Yahya Kemal'e göre, şiirin konusu her şey olabilir. Hatta şiir toplumun lehine veya aleyhine de olabilir, yeter ki şiir olsun. Konuyu sınırlandırmak diye bir mesele olamaz. Şiirin içindeki duygu ve düşüncenin değil, şiirin şiir olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanır.


Konusunu tarihimizden alan şiirleri için suçlanması, insanlar savaş alanlarında ölürken, onun hep dünya ile ilgisiz yaşamasından ötürü eleştirilmesi üzülmesine sebep olmuştu. İki şiirinde (1918, 22 Ağustos 1922) Kurtuluş Savaşımızı konu olarak almış ise de, düzyazılarının bazıları doğrudan doğruya bu Savaş ile ilgilidir. Fakat, bu demek değildir ki vatan konusunda yazdıkları bu kadarla da sınırlıdır...


Şiirlerinin çoğu vatan ve memleket sevgisi ve heyecanı ile doludur. Üsküp’ten İstanbul'a geldiği zaman, o sıralarda uyanmış olan Türk milliyetçiliği bütünü ile sarmıştı onu. Paris'te bulunurken aldığı tarih kültürü ile "Malazgird'den sonra, önce Anadolu'ya yerleşen, sonra Rumeli'yi fetheden, daha sonra İstanbul'u alıp merkez yapan Türk’lüğü arıyordu. Osmanlı Türklüğü ve akıncı atalar, onun şiirinin başlıca temi olan vatan ve memleket, tarih ve geçmiş zaman'ın dayandığı temellerdir.


Açık Deniz, Akıncı, Mohaç Türküsü, Ok, İstanbul'u Alan Yeniçeriye Gazel, Selimname, Osmanlı İmparatorluğunun askeri ve siyasal başarılarını dile getiren şiirlerdir.


Şerefabad, Bir Saki, Sene 1140, ltri, Tanburi Cemil'in Ruhuna Gazel gibi şiirler de bu imparatorluğ'un kültür ve zevk: yönünü işleyen şiirleridir.

Ümitsiz ve karanlık Mütareke yıllarında ise gençliğe ve etrafına ümit ve iyimserlik yaymış, çeşitli gazetelerde yazdığı düzyazılarla Milli Mücadele hareketini desteklemiş Süleyman Sadi takma adı ile ateşli yazılar yayınlamıştır. 4 Mayıs 1921 tarihli İleri gazetesinde çıkan ve çıktığı zaman kızılca kıyamet koparan "Kurdun Dişisi ve Yavruları" adlı yazısı, savaş gücünü arttıran yazıların önemlilerinden biridir. Fakat, şiirinde Kurtuluş Savaşı'nın ve Büyük Zafer'in izlerini bulamayız. Neden? Bu soru hep cevapsız kalıyor.


Tarihte Osmanlı Türklüğünü esas alan Yahya Kemal, coğrafyada da İstanbul dışına pek az çıkmıştır. Tarih içinde Mercidabık, Avrupa savaşları dolayıslyla coğrafyaya da yer verir ve İstanbul dışına çıkar. Fakat İstanbul, fetihten itibaren geçen bütün zaman kadrosu içinde tarihî, doğal, sosyal bütün özellikleri ile ulusal varlığımızın bir sembolü olarak onun şiirlerinde yaşar. Anıları, aşkları ile İstanbul O’nun varlığının da bir parçası olmuştu. Bir gün bir tepeden, bir başka gün de "Bir Başka Tepeden" bakar İstanbul'a. "Erenköyü'nde Bahar"ı, Kanlıca'da "Eylül Sonu"nu geçirir; Cihangir'den Üsküdar'a bakarak gurubu seyreder. İstanbul, Boğaziçi güzellikler ülkesidir ve bu ülkenin bir semtini bile sevmeye ömür yetmez;. Varşova'da iken de gönlü "İstanbul'un en özlü sesiyle" doludur. "Yol Düşüncesi"nde ise vatan şehirlerini, "fetihler ufku Tekirdağ;" ile “İzmir”i kucaklar.

Yahya Kemal'e göre vatan bir kuram değil, ataların yattığı, yapıtların kurulduğu topraktır. Sülevmaniye'de Bayram Sabahı adlı şiirinde Süleymaniye Camii bir dünya, bir vatan olarak şiirleştirilir.

İnsan ve doğa onun şiirlerinde önemli yer alır. Doğa, bir hareket noktası ya da belli bir psikolojinin yalnızca harekete geçiricisi olarak karşımıza çıkar… Doğa ile ilgili şiirlerinde kuvvetli bir öznellik görülür. Gece, Akşam Musikisi gibi şiirlerini birer örnek olarak gösterebiliriz. Doğada onu en çok çeken "sonsuzluk"tur. Sousuzluğun çekiciliğine tutulan ve "insanın da biraz ilah olduğuna" (Deniz Türküsü, Vuslat) inanan Yahya Kemal, “Deniz” ve “Deniz Türküsü” gibi şiirlerinde insan ruhundaki sonsuzluğu da dile getirmek istemiştir.

Kişisel duyguları, düşünceleri, düşleri ve anıları da şiirlerinde geniş yer tutar. Bu arada ölüm de birçok şiirlerine konu olmuştur. Dünyada hiçbir şey sonsuz, ölümsüz değildir çünkü!. Yaşayanların da hayatlarında mevsimler vardır. Uzun bir sonbahar olan yaşlılıkta, artık her şey ölümün, sonun yaklaştığını söyler. Dostlar birer birer öteki dünyaya göçer. Bir gerçek olan ölümden korkulmaz. Asıl korkulacak ve zor olan ölmeden evvel ölmektir. "Ölüm âsûde bahar ülkesidir"

Yahya Kemal'in şiirlerinde, ölçü yüzünden bazı gereksiz sözcükler yer almıştır: O, bu, bir, ve gibi ..

Bunların yanında bazı deyiş zaafları, çetrefillikler anlama ya da kavrama uymayan ve hatta aykırı düşen sözcükler görülür.

"Ve serin serviler altında kalan kabrinde" dizesinde "kalan" sözcüğü anlamca yerini bulmamıştır.

"Öyle bir musikiyi örten ölüm" dizesinde de "ölüm" sözcüğü anlam ile bağdaşamamaktadır.

"Muhtemel görmüyor henüz gönlüm" dizesindeki "henüz" de yanlış kullanılmıştır, onun yerine başka bir sözcük kullanılması anlama daha uygun düşerdi.

"Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle" dizesindeki son sözcük de yerinde kullanılmamıştır.

"O ki, bir ihtişamlı dünyada" dizesinin "O ki bir" şeklinde başlaması da pek Türkçe sayılamaz. "Gelmekçün ikinci bir hayata" dizesinin ilk sözcüğü de Türkçe’mize uygun değil.

Yahya Kemal'in şiirlerinde, bazı dizelerin aynen tekrarlandığı, bazılarının da değişiklikle kullanıldığı görülür.

Sözgelişi, Telâki ve Ses şiirlerinin altıncı ve üçüncü dizeleri "Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde” şeklindedir. Hüzün ve Hatıra şiirinin dördüncü dizesi ile "Madrid'de Kahvehane" şiirinin altıncı dizesi de "Aksetti bir dakika uzaktan hayalime" dir.

Hüzün ve Hatıra şiirinin beşinci dizesi "Tenha Emirgân'ın Çınaraltı’nda kahvesi", "Madrid'de Kahvehane"nin yedinci dizesi olarak "Sakin Emirgân'ın Çınaraltı'nda kahvesi" şeklini almış; birinci şiirin altıncı dizesi "Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi", ikinci şiirin sekizinci dizesinde "Poyraz serinliğindeki yaprakların sesi" olmuştur. Bu gibi örnekler daha çoktur.

Yahya Kemal, şiirde etkilenmenin mümkün olduğunu kabul eder. Racine, trajedilerini Euripides'den aldığı gibi, Abdülhak Hâmid de Shakespeare'den etkilenmiştir. Kendisi de "Mehlika Sultan" şiirini Maurice Maeterlinck'in Serres Chaudes'unun etkisinde yazdığını, Biblos Kadınları şiirinin de Hérédia'nın Les Femmes de Byblos (Biblos Kadınları) adlı şiirinden esinlendiğini söylemektedir.

Bunun gibi, şiirlerindeki başka dizelerin başka ozanlarımızın dizelerine benzerlik gösterdiği tesbit edilmiştir.

"ölüm asûde bahar ülkesidir bir rinde" dizesi Muallim Naci'nin

"Haset o rinde ki asûdedir mezarında" dizesine;

"İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar" dizesi

Eşref'in "Kişi hissettiği nisbette yaşar" dizesine;

"Sicilya kızları üryan omuzlarında sebû" dizesi de

İhsan Raif'in “Üryan omuzlarında elmas sebûlar" dizesine benzemektedir.


Bunlar bir ozanın şiir değerini düşüren pek büyük kusurlar sayılamaz elbette. Ancak, uzun çalışmalar sonunda ortaya çıktığı bilinen şiirlerin bu kusurlardan da uzak olması gerekirdi. Dizeleri aynen ya da değiştirerek söylemesi bazı sözcükleri, yada kavramları tekrar etmesi, onun bir zaiki olarak gösterilmiştir. Belki öyledir.
Yahya Kemal, lehinde de aleyhinde de çok söz edilmiş bir ozanımızdır. Ancak, şimdiye kadar yazılanların onun sanat yönünden çok, kişiliği ile ilgili olduğunu görüyoruz.

Sözgelişi, o "insancı, soruncu, çağdaş ve evrimci" olmamakla suçlandırılmıştır. Bunun sanatı ile ilgisi yoktur. Bunun gibi övgü yazılarında da sanatı ile ilgili yönleri üzerinde durulmamıştır.

Onun sanatı üzerine yazılan en güzel kitap Tanpınar tarafından yazılmıştır. Fakat o kitap da, yazarının batı düşüncesine tutkun birisi olduğu halde, doğu metodu ile yazılmıştır. Bu kitaptan Yahya Kemal'in sanat özelliklerini derli toplu olarak öğrenmeye olanak bulamadık.

Yahya Kemal'in sanat değeri hakkında çeşitli yargılar verilmiştir. Fakat bunlar üzerinde çalışan ve bunları birleştiren bir kitaptan yoksunuz.

Ataç, onun kendine özel bir dizesi olduğunu söylüyor.

Tanpınar, Yahya Kemal adlı kitabında (s. 126) . onun için neo-klasik bir ozanımızdır, der. Daha sonra da şunları söyler Tanpınar: "Hakikatte o, bizim klasiğimizdir. Vezine, kafiye ve biçime verdiği önem, şiirlerinde teganniye yaklaşan üstünlüğü, mısra yapısı ve manzume bütünlüğünde bir yığın yenilik arasından olsa bile, geleneğe bağlı kalışı, ferdiden ziyade, umumide duruşu bir tarafa bırakılsın, her şairde mevcut olan ve eseri doğrudan doğruya veya dolayısıyla idare eden şahsi masalıyla da klasiğin -bizim klasiğimizin- içindedir." Prof. Vehbi Eralp de Yahya Kemal İçin adlı kitabında (s. 18-19) bu fikirden yanadır.

Yahya Kemal, şiirimizin önemli kişilerinden biridir. Düzyazılarına gelince, elimizdeki örneklerin azlığı karşısında, bu konuda kesin bir şey söyleyemeyeceğiz. Bu alanda da başarılı örnekleri vardır.



* (Muzaffer Uyguner'in notu)

Hiç yorum yok: