RSS

8 Temmuz 2010 Perşembe

MELİH CEVDET ANDAY YAŞAMI / SANATI / ESERLERİ

BİZDEN SONRA


Haydi artık öl dediler bana
Ölmek istemiyorum demedim
Demedim ama
Şimdi bilmek istiyorum
Toprak gene bizim zamanımızdaki gibi mi sürülecek
Tezgâh başında çalışırken
Gene denizde, güneşte mi kalacak adamın aklı
Biz nasıl olsa öldük.
Artık ne çiçek koklamak,
Ne de ötekine berikine içerleyip
Rakıya sarılmak var bizim için
Hiç, hiçbir şey kalmadı.

Bari bizden sonra ne olacağını bilsek…



1915’te Istanbul’da doğdu. Babası avukattı. Kadıköy Ortaokulu’nu, Ankara Gazi Üniversitesini bitirdi. Önce Hukuk Fakültesine, Sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdiyse de devam etmedi.

1938 yılında sosyoloji öğrenimi için Belçika’ya gitti. Burada bir süre kaldıktan sonra II. Dünya Savaşı nedeniyle yurda döndü. 1942’den başlayarak Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde danışmanlık, Ankara Kitaplığı’nda memurluk ve gazetecilik yaptı.

1951’de Akşam Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Tercüman, Büyük Gazete, Tanin ve Cumhuriyet gazetelerinde fıkra yazarlığı, sanat sayfası yöneticiliği yaptı. Denemeler yazdı.

1954’den başlayarak Istanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde fonetik-diksiyon derslerine girdi. Buradan 1977’de emekli oldu. 1964-69 yılları arasında TRT Yönetim Kurulu’nda çalıştı. 1979’da UNESCO Genel Merkezi Kültür Müşaviri olarak Paris’e gitti. Hükümet değişince geri çağrıldı.



Melih Cevdet Anday önce;

Mikado’nun Çöpleri adlı oyunuyla 1967-68 İlhan İskender Armağanı'nını aldı.
Gizli Emir romanıyla 1970 Sanat Ödülleri Roman Armağanı
Tarjei Vesaas’tan Çevirdiği: BUZ SARAYI 1973’te TDK Çeviri Ödülü
Teknenin Ölümü - 1976 Yeditepe Şiir Armağanı
Sözcükler adlı kıtabı ile 1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü
Ölümsüzlük Gılgamış’la - 1981’de İş Bankası Ödülünü de aldı.


Melih Cevdet Anday lise yıllarında başlayan arkadaşlıklarıyla Orhan Veli ve Oktay Rıfat’la sonraları Garip akımı çerçevesinde oluşacak birlikteliklerinin temelini attı. Bu üçlünün daha lise yıllarında Sesimiz adlı duvar gazetesindeki etkinlikleriyle edebiyata ilgileri belirlenmişti.

Anday 1936’da ilk kez Varlık’ta yayınlanan UKDE şiiriyle varlığını duyurdu. Aynı dergide 1-2 yıl dönemin egemen şiir tutumuna öykünen şiirlerinden sonra 1938’den başlayarak ölçü ve uyak kurallarına boyun eğmeyen şiirleri yayınlanmaya başladı...

Sonra Varlık’ta artık yakından tanıdığımız çıkışlarıyla şiirimize yeni bir anlayış getirdiler. Lirizme, uyuma sırt çeviriyor, şiire girmez denilen konulara ve sözcüklere özellikle ağırlık veriyorlardı.

1941 yılında Garip dergisi çıkarıldı. Bunun önsözünde Orhan Veli temel ilkeleri açıklarken, “ölçü, uyak sınırlandırmasının kırmak/ şairânelikten kurtulmak, halkın beğenisini arayıp bulmak, klasik biçimlere başvurmamak, dize düşkünlüğünden kurtulup şiirde bütünlüğe yönelmek" gibi ilkeler bulunuyordu.

Garip’çilerin hep birlikte karşı çıktıkları “şairânelikten kurtulma” özelliğinden tümüyle kurtulamadığı görülür. Melih Cevdet Anday Garip’ten 5 yıl sonra çıkardığı “RAHATI KAÇAN AĞAÇ’ta uyak kullanarak geleneksel Türk şiiriyle uzak bağlar kurmaktan çekinmez.



RAHATI KAÇAN AĞAÇ


Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile dumamış
Allahın işine bakın.

Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi rüzgarı karı
Ay işiğina bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı

Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin




TOHUM


Dörtnala haberci ilkyazdan
Aşağıdan inceden beyazdan
Dumanı tüten sıcak tohum
Dolan kara toprağı dolan
Ulaş yeryüzüne ak tohum

Hey gücüne kurban olduğum
Dağ taş dinlemezdim hey aman
Göster o gül yüzünü göster
Önce yeşil yeşil bak tohum
Sonra sarı sarı gülüver

Donansın donansın daneler
kız oğlan, alaca kına
tarlalar sebil tek bedava
Ver güzelim ver yiğidim ver
Pir aşkına fakir aşkına

Anladım farkı neden sonra
Tohumdan başka şeymiş bitki
Bu küçük deli fişekteki
Ne ki ağaç mı allı pullu
Yoksa ayrılık mı başak mı ki?

Kim bilecek... Kapalı kutu
Ama bulut, yağmur bulutu
Gelir kararır nerdeyse
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde.


"Telgrafhane - 1952"




“TELGRAFHANE” 1947-1949 dönemi şiirlerini kapsar... Ve bu kitapta toplumsal sorunları işlemeye daha da ağırlık verir. Bu dönemde dili alabildiğine yalınlaşmış, büyük kent insanın günlük konuşmalarındaki kimi deyimlerden bol bol yararlanılmıştır. Bu dönemin en başarılı şiirlerden biri olan TOHUM’da ölçü ve uyağa büyük önem verilir.Ayrıca bütün şiir yarı gizli bir simgeyi yüklenir.



TELGRAFHANE

Uyuyamayacaksın
Memleketin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü artık sen o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku girmez ki...
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın...


1956 yılında yayınlanan YANYANA’daki şiirlerin bu doğrultuda ilerlediği görülür. Şiire geleneksel biçimler ağırlıkta girmiş, şiir dokusuna uyaklar hakim olmuştur. Alay ince yergi, lirizm, coşku yan yanadır...

Kullanılan sözcüklerde de bir değişme göze çarpar. Önceki dönemin ağaç, deniz, bitki, vb.. gibi somutlukların yanı sıra çağ, dünya, yeryüzü, doğa gibi soyut kavramlar kullanılmaya başlamıştır. Ozan artık belirli düşünceler üzerinde araştırma yaparken biçimin kusursuzluğuna iyiden iyiye özen göstermektedir.

Süregiden değişim üzerinde düşünürken, Garip anlayışının 1950-55 döneminde, özellikle şiire yeni başlayanlar arasında olağanüstü yaygın bir etkisi olduğunu, bir zamanların yeniliğinin artık iyice eskidiğini de göz önünde tutmak gerekir.

Gerçekten de dönemin dergi sayfaları bu şirin kötü kopyalarıyla dolmuş, şiir giderek küçük basit olayların aktarıldığı, bütün gücü az sayıdaki dizelerin içine sıkıştırılmış küçük bir buluşta olan tür haline getirilmişti. Bütünüyle birbirine benzeyen bu şiirlerin altında imza olmasa kimin yazdığını çıkarmak neredeyse olanaksızdı...


Gelen giden yok. Bir titreşimdir bu
durağan fulyanın üstünde ara
bir diyapozon gibi titremekte. Kırlangıç
tarihsizdir. Belleğim sarsılıp duruyor denizde

martı bir uçta kanat, bir uçta ses.
Ya sabah, ya öğle. Gemici ve bulut.

Güneş ve yağmur… kıl payı bir dengede.
Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz
ölülerle gecelerle sümbüllerle...



Melih Cevdet Anday kitabının üzerinden uzunca bir zaman geçtikten sonra, 1963’de KOLARI BAĞLI ODYSSEUS’u yayınladığında edebiyat çevrelerinde belirli bir şaşkınlık görülür. Daha öncenin açık, anlamını kolay ileten tadına kolay varılan şirinin yerini; konusunu mitolojiden alan, kapalı tadına güç varılan bir şiir almıştı.

İnsanoğlunun doğa karşısında gelişimini, “Nerdeyiz? Nereden geliyoruz? Bütün müyüz parça mıyız?” gibi zaman bağlı olmayan sorularla irdeleyen “zamansız” bir şiir!

Kolları Bağlı Odysseus ve ardından gelen GÖÇEBE DENİZİN ÜSTÜNDE ve TEKNENİN ÖLÜMÜ bir arada düşünüldüğünde Anday’ın toplumsal sorunları aktarma ve uyarma gibi daha önce şiirlerinde yer alan görevleri düz yazıya aktardığı görülür... Ve salt şiire ulaşmak istediği....

1960 sonrasında hem Türkiye genelinde, hem Türk şiiri ortamında bir çok şey değişmiş, daha önceleri şiirin sözcülük etmeye çabaladığı kimi konular başka uzmanlık dalları tarafından gündeme getirilip tartışılmaya başlanmıştır.

Anday’ın kendisi de deneme ve makaleleriyle bu tartışmalara katılmakta, görüşlerini bildirmektedir… Öte yandan şiirin bünyesine uymayan konuları, insanlar arası durumları 1965’ten sonra yayımlamaya başladığı romanlarında ele alabilmekte, oyunlarında çağdaş insanın yerleşik değerlerle ve düzenle çatışmasını irdeleyebilmektedir...

Böylece artık kimi görüşleri aktarmak ve yaymak yerine; yaşam doğa dünya tarihsellik gibi felsefenin yıllar boyu uğraştığı konularda yoğunlaşmak olanağını yakalamıştır. Felsefeye bile öncülük edebilecek, biçim yönünden kusursuz, anlam yönünden okudukça derinleşen bir şiire ulaşılmıştır.

Anday’ın ozanlığı tüm şiirlerinin derlendiği “SÖZCÜKLER” de de görülebildiği gibi durmadan gelişmiş, sürekli bir gelişme göstermiştir.



4.

Ey çocukluk , mutluluk simyacısı!
Alevini bul getir yanmış bakırın
Batı bulutundaki alı indir yere
Ne oldu tomurcuğun içindeki ısı
Kırmızı yıldızla mı damladı altın
Saydam sapın özündeki ambere
Bul getir korkusuz büyücü, gizci başı!



5.

Yerin üstünde gördük bunu unutma
Herkes yeniden yaşadı ve unuttu
Kalıntılarla uzak / anılarla yakın
Kendi görüntünde bir kırmızı karaca
Ne güzel yangındı o yangın
Herkes yeniden yaşadı ve unuttu
Yaktığımız mutluluğu unutma


6.

Ey doğa, büyük doğa ,sağır kral!
Tasında mermer yaz yağmuru
Kesik bacağında güneş halhal
Çağırıyorsun eski bahçene çocukluğu
Sendin senin mutlu uyruğundu
Sonra baktım pencereme vuran dal
Görünüp görünüp yok oldu.



7.

Ekşi salkımdan şarabı çıkaran kim
Toprağı ateşten, ateşi sudan
Bitkiyle, böcekle, benimle oluşan
Sonra kitaplarda okuyup öğrendiğim
Görünmez ışınlar, iç içe yörüngeler
Bensiz mi yanar, bensiz mi döner
Yasaların içgüdümdü benim


9.

Şimdi ondan ne ki kaldı
Unutulmuş bir kapı belki kaldı
Değişmez biçim, arı renk, ölümsüz birlik
Zorunlu kendiliğindenlik
Anılarla geldi gitti kaldı
Artık eski bahçelerde değildik



10.


Duyular eski ağaçlarım benim
Her gece bütün kuşlarını yiyen
Alaca bulaca fener alayı
Unutup gidilmiş körebelerim
Bilinçsiz bir inatla yeniden
Yeniden boyuna yeniden
Kurup kaldırıyorsunuz bu sofrayı





Yapıtları Rusça, Fransızca, İngilizce, Bulgarca, Yunanca’ya Sırp ve Polonya dillerine çevrilmiş, UNESCO’nun Carrier Dergisi 1971 yılında O’nu; Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.

İlk şiiri Varlık Dergisi’nde yayınlandığında 20 yaşlarında bir gençti.

Orhan Veli ve Oktay Rıfat’la birlikte Türk Edebiyatını derinden sarsacak olan "Garip akımı" nın kurucuları arasında yer aldı. Türk şiirinde giriştikleri temizlik hareketi amacına ulaştığında, bütün diğer arkadaşları gibi Melih Cevdet Anday da yaptıklarıyla yetinemezdi.

“Göçebe Denizin Üstünde” adlı kitabında şiirde yeni arayışlara yöneldi; roman, deneme, anı, gezi, tiyatro oyunu gibi, edebiyatın hemen hemen her dalında ürünler verdi. Bir dünya şiiri mirasçısı olduğunu düşünerek, Batının-Doğunun ülkesinin şiir evreninde yeni yollar aradı: Homeros’tan Eliot’a, Ezra Pound’a, Japonlar’ın Haiku’larından Karacaoğlan koşmalarına kadar geniş bir şiir birikiminden beslenen bir şiir yolcusu olduğunu hissettirdi.

Şiirinde evrensel temaları bilinçle ele aldı, özgün bir şiirsel yaratıcılıkla ortaya koydu. O’na göre şiir; bilinen sözcüklerle bilinmeyen sözler yaratmak demekti... Şiir hiçbir düşüncenin duygunun taşıyıcısı değildi, bunlar olsa olsa şiir için bahaneler olabilirdi.


Melih Cevdet Anday; roman, oyun, deneme türlerinde de usta olduğunu yapıtlarıyla kanıtlamış bir edebiyatçımızdır. Doğa-insan toplum ilişkilerinin irdelendiği roman ve oyunlarında psikolojik derinliği olan sorgulama yöntemini uyguladı. Aklın irdeleyici, sorgulayıcı gücünden yararlandı. Karşı çıktığı düşünceleri çarpıtmadan, serinkanlı bir yaklaşımla ele aldı; açık aydınlatıcı bir dille tartıştı. Dogmalara karşı bilincin özgürleşmesini savunan M.C. Anday, anı ve gezi türü yazılarında da yer yer denemenin tadını hissettirir.

Uzun süre gazetelerdeki yazılarıyla geniş okur kitlesine ulaştı.

Melih Cevdet Anday’ın şiirinde iki ayrı dönem vardır.

Biri Orhan Veli ve Oktay Rıfat’la birlikte başlattıkları, Türk şiirinde Birinci Yeni diye de adlandırılan Garip Akımı dönemi, diğeri ise Kolları Bağlı Odysseus ile 1963’te başlayan ikinci dönem...

Melih Cevdet Anday’ın, Garip Akımı ekseninde yazdığı şiirleri (yaklaşık 84 şiir) Rahatı Kaçan Ağaç 1946, Telgrafhane 1952 ve Yanyana 1956 adlı kitaplarında toplanır. Başlangıçtaki birkaç şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır.


Garip üçlüsü şairaneliği bir yana atıp, yaşamın sıradan yanlarını gündelik dille, ironik bir tarzda şiirleştirdi. Benzer yanlarına rağmen bu üç şairin ayrımları da vardı.

Melih Cevdet Anday’ın şiiri Orhan Veli’ye göre daha öznel, daha az yerel, daha evrensel temalar içerir. Melih Cevdet, savaş yıllarının yoksulluğunu küçük insanın dünyasına taşırken öfkelidir, suçlayıcı bir tavır takınır. O bu dönemde kendini Ahmet Haşim’in , Cahit Sıtkı Tarancı’nın A. M. Dranas’ın şiirlerine yakın bir duyarlılık içinde bulur. “Rahatı Kaçan” dünyada rahatı kaçmış insanın bazen ironik, bazen yergi dolu dili, Anday’ın şiirlerinde de bazen etkisini hissettirir. Bu şiirler yüksek sesle okunmaya elverişli değildir.

M.C.Anday’ın öbür arkadaşlarına kıyasla daha fazla hissedilen duygululuğu, Garip döneminde de düşünceyle bağ kurmak istemesinin ilk ipuçlarını vermeye başlamıştır.

Telgrafhane ile başlayan şiirinde yeni banzetmelere, yeni temalara, düşünceyle duyguyu kaynaştırmaya çalıştığı görülür. Doğayı imgelere çevirmeye çalışır, öz yaşamsal deneylerini şiir diline dönüştürür: barış, doğa, çağ, doğanın çeşitli varlıkları, doğa-insan diyalektiği öne çıkmaya başlar...

İroninin yerini zaman zaman coşku, tepki ve düşünce alır. Ama Anday’ın poetiğinde duygu da, düşünce de, bilgi de şiirin kendi değildir; sadece bahaneleridir. Bu konuda şöyle düşünür: “Hiçbir konu, hiçbir tema gerçekte şiiri yaratmaz Ortaya çıkarmaz. Onlar birer bahanedir. Şiir asıl yazılırken ortaya çıkar.”


Kolları Bağlı Odysseus ile başlayan şiirlerinin merkezine doğa-zaman- insan diyalektiği yerleşir. Yeryüzü, gökyüzü, güneş, gece, şafak, öğle, ikindi kısaca evren ve zaman, oluş içinde şiirle kuşatılmak istenir. Çiçekler, tohumlar, aylar, zamanın parçalanışı, parçalanmanın ruhu ve biçimi, kaotik herşey özgün imgelerde varlık bulur. “Her şey erken ve her şey geç” o an zamanı, yanılsamalı dünyayı, gören öznenin görünen nesne; eden eyleyen öznenin, edilen- eylenen nesneye dönüşümü ve bunlarda gerçekleşen yabancılaşmayı yakalamak ister. Böylesi bir şiir dünyasının “bahanelerinin” başında elbette mitolojinin kahramanları, tarihin trajedi kahramanları, Kirke’den Darpne’ye, Gılgamış’tan Odysseus’a, Truva kahramanı Patrokles’ten Timur’a kadar herkes vardır.

Bahanelerin bazıları arasında da ilginç buluşmalar gerçekleşir. Homeros, aydınlanmacı düşünce, doğu gizemciliği ve şiiri, Yunan tragedyaları... Atlar: Patrokles’in atlarıyla, Hz Muhammed’in Burak’ı, Köroğlu’nun Kırat’ı, Karacaoğlan’ın arkadaşı at vb.. ) Bütün bunların ardında şairin bir yandan şimdiki zamanla geçmiş arasında, öte yandan da çeşitli toplumlar arasında benzerlikler bularak bir bütüne varmaya çalışması yatar; "doğayı belli başlı öğelere indirmek, tarihi sadeleştirmek....”


günfrfd / 1998

Hiç yorum yok: