RSS

14 Şubat 2011 Pazartesi

ARTHUR RIMBAUD / BİLİNMEYEN

BİLİNMEYEN


Izambard'a mektubunda "tüm duyuların düzenini bozarak bilinmez'e erişmek söz konusu" diyor.

Demeny'ye yazdığı mektuba bakalım: "Her söz zaten düşünce olduğundan evrensel bir dil de yaratılacak. (...) Ruha ruh olacak bu dil, düşüncede; koku, ses, renk diye ne varsa hepsini özümleyecek. (...) Demek ki şair, hayvanlardan bile sorumlu."

Sözün Simyası'na da bir göz atalım: "İmreniyordum hayvanların mutluluğuna. (...) Her yaratıkta, varlığını o yaratığa borçlu başka yaşamlar var gibi geldi bana, bir domuzu böylece sever oldum."

Şimdi bazı şiirlerini yeniden görelim Rimbaud'nun: "Durdu evliyaotları ve devinen çançiçekleri arasında bir tavşan (...) dua etti ebemkuşağına (...) değerli taşlar gizleniyor, çiçekler bakıyordu." "Sınırından ormanın çınlıyor, patlıyor, ışıyor düş çiçekleri (...) inen bir kilise, çıkan bir göl var." "Serin ve körpe aydınlıklarla dolmaya başlayan keçi yolunda, ilk tanışmam bana adını söyleyen bir çiçekle oldu. Çamlar arasında saçlarını dağıtan sarışın çağlayana gülümsedim."Bilinmeyene nasıl varılacak?


Izambard'a yazdığı mektupta "Tüm duygu ve anlamların bilinçli bir şekilde bozulup değiştirilmesiyle bilinmeze erişmek söz konusu burada" diyordu.

Sözün Simyası'ndaki bazı dizeler tanıma biraz daha açıklık getiriyor: "Yalın sanrıya alıştım: Düpedüz, fabrika yerine cami, meleklerce yapılmış bir tamburlar okulu, gökyüzünün yollarında atlı arabalar, bir gölün dibinde salon; canavarlar, gizemler görüyordum..."

Sanırım Bilinmeyen'e Rimbaud sanrıyla, hayalle ve düşle ulaşmaya çalıştı. Tüm duygu ve anlamlar değiştirilip bozulacak, ama bunlar bilerek yapılacak. Nitekim zaman zaman bilinmeyene ulaşmak için alkol ve afyona başvurduğu olur, ama bunun yanıltıcı bir görüntü olduğunu anlayıp deneyiminden vazgeçer. Örneğin Cehennem Gecesi şiirine afyon yutarak başlar, ancak bilinçaltının afyonla uyarılmasına, afyonun düş ve sanrılarına rağbet etmez. "Okkalı bir ağu yuttum. - Üç kez cennetlik olsun bana ulaşmış öğüt! - İçim yanıyor. Buruyor kollarımı, bacaklarımı ağunun şiddeti, biçimsizleştiriyor, yere vuruyor beni. (...) Görür gibi olmuştum, iyiye ve mutluluğa dönüşümü, esenliği. Betimleyebilir miyim hayali? Cehennemin havası hiç sevmez ilahileri. Milyonlarca çekici yaratıklardı onlar, tatlı tinsel bir konser, güç ve barış, soylu tutkular, bunlar gibi bir şeyler? (...) - Yeter! Kulağıma fısıldanan yanılgılar, büyüler, yalancı kokular, çocuk çağlar müziği. (...)" der.

Rimbaud afyonun yarattığı yalancı sanrıya, sayıklamaya, yalancı görüntü ve yalan düşe Yıkıcı (Barbar) şiirinde de, "yok onlar" diyerek karşı çıkar: "Kanayan et çadırı ipeği üstünde denizlerin ve kuzey çiçeklerinin (yok onlar)..."

Demek ki, esriklikle, düşlerle, afyonla bile bilinmeyene varmak zor. Geride tek sanrılarla en iyi uyum kuran sözcüklerin büyüsü kalıyor. Bu büyüyü, aslında Rimbaud'dan önce Nerval ve Baudelaire de araştırmıştı. Kitap kurdu Rimbaud'nun Nerval'den hiç söz etmemesi çok ilginç. Oysa, daha yıllar önce Nerval, Yaldızlı Dizeler sonesinde bilinmeyenin kapısını açacak anahtarı veriyordu:

İnsan özgür düşünür, sen misin tek düşünen
Yaşamın her nesnede can bulduğu dünyada
Elindeki güçlerde özgürlüğün var ama
Verdiğin öğütlerin tümünden başka Evren.

Her çiçek aynı ruhtur doğada filizlenen
Saygı duy hayvandaki devinip duran ruha
Her şey duyarlı, her şey senden güçlüdür daha
Bir aşk gizemi vardır her madende dinlenen.

Bir göz seni izliyor kör bir duvarda bile
Unutma, madde varsa ona bağlı söz de var
Kullanma nesneleri hoyrat bir amaç ile

Her karanlık varlıkta gizli bir tanrı yaşar
Ki O'nun gözlerinden yeni bir göz doğuyor
Her taşın kabuğunda saf bir ruh çoğalıyor.


Şairi "voyant" (bilici) kılmak ve bilinmeye ulaşmak Baudelaire'in de tutkusu. Rimbaud şiir dilinden söz ederken "ruha ruh olacak bu dil; koku, ses, renk, ne varsa düşüncede hepsini özetleyecektir" diyor.

Nerval gibi Baudelaire de bilinmeyene, koku, ses ve rengi yansıtan, özetleyen sözcükler büyüsüyle ulaşmak ister, İletişim sonesinde. şunları yazar:


Bir tapınaktır Doğa, direklerinden akan
Anlaşılması güç, karışık sesler duyulur
Ve kişi, tanıdık gözleriyle ona bakan
Simge ormanlarından geçip yola koyulur.

Aydınlık gibi geniş ve gece gibi kara
O derin birlik içinde, sesler, kokular, renk,
Uzaktan uzağa karışan yankılara denk
Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta.


Rimbaud, bilinmeyene götüren büyük formülü Nerval'den ve "Şairlerin Tanrısı" dediği Baudelaire'den mi alıyor?

Öyle de olsa, Illuminations ve Cehennemde Bir Mevsim'le kendinden önceki ozanların çoğunu aşıp, en büyük çağdaşlarından daha bir öncelik ve güvenle, hem çağının hem de gelecek kuşakların şiirine damgasını vuruyor.


Erdoğan Alkan

Hiç yorum yok: