Samuel Beckett A New Approach /1970
G.C.BARNARD
Beckett'in ilk romanı Murphy 1938'de yayımlanmıştı. Bir dolu gerçek ötesi kişisiyle, şamatacı, gülmece ögelerine fazlasıyla yer veren bir başyapıttı bu. Ama bir yandan da Beckett'in gelecekteki yapıtının tohumlarını taşıyordu; gerek oyunlarında, gerekse romanlarında izleyeceği izlekleri burada bulmak olasıydı. Murphy kişiliği Watt'ın, Moran'ın Malone'un, Molloy'un bir öncüsüydü. Romandaki davranış biçimleri güldürücü olsa da temel yer alan izlekler ciddi ve felsefiydi. En önemlileri us ve dış dünya (bedeni de içeren arasındaki ilişkinin doğası; gerçekliğin temelde usa sığmazlığı ve insanın gerçek kimliğini arayışıydı.
Biçemde bu ilk roman, geleneksel biçimde yazılmış olmasıyla daha sonrakilerden ayrılır. Yazar olayları betimleyip yorumlayışla, konuşmaları aktarışıyla bir anlatıcı kimliğindedir. İçerik ise, bildik romanlardan çok farklıdır. Dikkatsiz bir okuyucu anlatının komik ögelerine kapılarak, özellikle göndermeler şeklinde ya da üstü kapalı olarak verilmiş pek çok önemli vurgulamayı atlayabilir.
Romanın kahramanı Murphy eski bir teoloji öğrencisidir. Daha sonra, doğaüstü güçleriyle tanınan okültist Neary'nin yanında eğitim gören Murphy nişanlısı Counihan' dan kaçarak İrlanda' dan Londra'ya gelir. Burada Celia adlı bir fahişeyle birlikte bir oda kiralayıp yaşamaya başlar. Bir tekbenci olan Murphy için en büyük mutluluk kendini dış dünyadan soyutlamak ve usunda yaşamanın hazzını duymaktır. Sokaktan yükselen seslerden hoşlanmaz: " Ait oldukları ve Murphy'nin var gücüyle dışlamaya çalıştığı dünyaya hapsediyorlardı onu" Soyunmuş ve sallanan koltuğuna sıkıca bağlanmış, gözleri kornişin silmesi üzerinde soluklaşıp küçülen alaca bulaca bir lekeye dikilmiş olarak kendini hipnotize eder ve usunda, düşlerinin dünyasında yaşamaya başlar.
Celia, doğal olarak, Murphy'nin kaçmak istediği dış dünyaya aittir. Murphy, kendinde sevdiği parçasıyla Celia' dan nefret eder ama kendinde nefret ettiği parçasıyla, yani bedeniyle, Celia'yı sever. Bununla beraber, okuyucu daha romanın başlangıcında Neary' den Murphy'nin romantik bir aşık olamayacağını öğrenmiştir.
Murphy'nin kendine aşık ruhsal "ben"i ile dünyevi, bedensel "ben"i arasındaki çelişki yaşadığı sorunları körükler. Aslında Murphy ev sahibesiyle ismdaki son derece iyi niyetli bir anlaşmaya bağlı olarak tek başına yaşamını gavet rahat sürdürebilecektir. Murphy ye gereğinden fazla kabarık faturalar çıkaran ev sahibesi, Murphy'nin zengin ve iyi kalpli amcası bunları ödediğinde komisyonunu düştükten sonra bile, Murphy'ye yeterince gelir kalmaktadır. Ancak bu gelir Celia'nın da Murphy ile yaşaması için yeterli değildir. Murphy'nin kendine ne kadar ihtiyacı olduğunu bilen Celia, Murphy'nin her ikisini de geçindirebilmek için çalışmasını sağlamaya kararlıdır.
Dış dünya ile herhangi bir ilişkiye girmekten nefret eden tekbenci kahramanımız doğal olarak Celia'nın çalışma önerisini geri çevirir ve Celia Murphy'yi terkeder. Ama Murphy dayanamaz; iş arayacağına söz vermesi üzerine Celia geri döner. Murphy'ye rehber olacağı düşüncesiyle bir Hint fakirinden Murphy'nin yıldız falını alır. Daha sonra romanda önemli bir rol oynayacak olan bu değerli bilgi, Murphy'ye, şu ya da bu işi kabul etmemesi için sayısız gerekçe sağlar.
İş arar gibi göründüğü böyle günlerin birinde bir kafede 4 penilik öğle yemeğinin ardından 1 fincan fiyatın 1.83 fincan çay içmeyi başarmış olmanın keyfini çıkarırken, Murphy Ticklepenny ile karşılaşır. Ticklepenny akıl hastanesinde çalışan bir erkek hastabakıcıdır
Hastaneden ayrılmak istemekte ama erken ayrılıp aylığını kaybetmeyi göze alamamaktadır.
Bekçiliğe yeteneğini ve delileri etkileyen bir göz gücüne sahip olduğunu haber veren burç falını düşünen Murphy, görevi kabul eder. Ticklepnny resmi olarak çalışır görünecek böylece aylığından olmayacaktır. Bu iş hallolunca, Murphy, beş çeşit bisküvitini yemek için parka gider ve her türlü yeme olasılığını kafasından geçirdikten sonra, her gün değişik bir düşen içinde yerse bunu yüzyirmi farklı biçimde gerçekleştireceği sonucunu çıkarır. Watt' da ve MoHoy'da da olasılık hesaplarına ilişkin aynı saplantılı tutum görülür.
Murphy'nin usunun çözümlenmesine ayrılan altıncı bölüm oldukça önem taşıyor. Murphy'nin usu dış dünyaya sıkı sıkıya kapalı olan ama kendi içinde dış dünyada var olan gerçek ya da sanal her şeyi içeren oyuk bir küre olarak tanımlanıyor. Murphy için bedensel ve ussal edimler, birbirinden son derece bağımsız olmalarına karşın eşit derecede gerçektir. Murphy edimlerin gizemli bir biçimde ussal koşutları olduğunu, bununla beraber bedensel koşutları olmayan ussal edimlerin de varlığını kabul eder. Usunun "gerçek" bölümü hem ussal hem bedensel deneyimlerini, sanal bölümü ise sadece ussal deneyimlerini algılamaktadır. Gerçek bölüm aydınlık, sanal bölüm ise karanlıktır ve her ikisinin arasındaki bölüm yarı aydınlıktır.
Günlük yaşamın sıradan, uyanıklık evresinde Murphy "usunun hüzün verici bir alışkanlığıyla düşünebilir hatta yorumlamalarda bile bulunabilirdi. Akılcı bir davranış parodisine benzetebiliriz bunları. Ama bilinç dediği şeyin bütün bunlarla bir ilgisi yok. " Koltuğunda sallanarak vücudunu yatıştırdığında, usunda yaşamaya başladığında yaşamın gerçek hazlarını tadar Murphy. Bedensel koşutları olan biçimleri içeren aydınlık bölge bir düşler alemidir. Burada Murphy'nin en büyük zevki bedensel deneyimi tersine çevirmek, gerçek yaşamda bedensel olarak yemiş olduğu darbeleri ussal olarak geri savurmaktır. Bu "köpeksi bir yaşamın parlak bir özeti(nde)… tüm bedensel fiyaskolar çılgınca bir başarıya dönüşüyordu. Kısaca bu durum düşlerle kendini avutma halidir.
Murphy, doğal olarak, dış dünyaya karşı sürekli bir ilgisizlik içinde ve tam anlamıyla uslarının karanlık bölgesine gömülmüş olarak yaşayan akıl hastalarına kendini yakın hisseder. Hastaları normale döndürmek amacıyla uygulanan yöntemler "psikiyatrların sürgün diye tanımladığı bedensel ve ussal deyimi barınak; iyiliksever bir dizgeden kovulmuş olarak değerlendirilen hastaları da müthiş bir fiyaskodan kaçmış kişi ler olarak değerlendiren" Murphy'ye son derece ters gelmektedir.
Biraz abartarak, psikotik bir hastayı müthiş bir fiyaskodan normalliğe sığınan bir birey olarak değerlendiren Murphy'nin, kendinden yaklaşık 20 yıl sonra şizofrenik davranışı tanımlayacak olan modern psikiyatristlerle hemen hemen aynı anlayışa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Modern psikiyatri şizofren bir hastanın davranışını bireyin ailesi ya da ait olduğu toplumsal grup ile arasında var olan ve bireysel özgürlüğü yıkıp, kısıtlayan ilişkiler ağzını kırma çabası olarak tanımlar. Bu psikiyatristler toplumumuzun psikolojik anlamda değil, sadece istatistiksel verilere göre normal olduğuna ve şizofreni teşhisi konmuş bir hastanın özünde, gerçek çöküntüden kaçınabilmiş pek çok kişiden daha aklı başında olabileceğine inanırlar. Normal davranış, aile, eğitmen ve toplumsal grup tarafından bireye benimsetilmiş, görünüşte, bireyin iyiliği amacını güden ama aslında içten içe zarar veren, ruhsal baskı ve akli dengesizliği de beraberinde getiren bir davranış biçimidir. Çoğu insan düzene uyum sağlar; kişilikleri ve ruhsal yapılan belli oranda zarar görse de yaşamlarını bir sorun yokmuş gibi sürdürürler. Ama pek çoğu da yaşamın çelişki ve çatışma dolu beklentilerinden dolayı kötürümleşir, çözümleyemediği sorunlarla yüz yüze gelir. Örneğin bir anne oğluna sürekli olarak kendisine yalnız bırakırsa ne denli mutsuz, ama aynı zamanda, iyi bir kızla doğru bir evlilik yaparsa ne kadar mutlu olacağından söz edebilir. Eğer oğul baş kaldıracak denli sert, boyun eğecek denli yumuşak değilse, bu çelişki onun ruhsal sağlığını bozacaktır. Dr. Cooper Psikiyatri ve Karşı-Psikiyatri adlı eserinde "Delilik insanın değil, bir ilişkiler sisteminin içindedir; hasta olarak adlandırılan kişi bu sistemde yaşamaktadır. Şizofren( eğer bir tanımlama gerekliyse), rahatsız bir toplum davranışının belirleyici bir özelliğidir. yorumunu yapar.
Tüm farklılığına, toplumsallık karşıtı davranışına, usdışı ve sonsuza yönelik tuhaf saplantısına karşın, Murphy tam anlamıyla akıl hastası birey değildir. Halüsinasyonlar içinde yaşamaz, gaipten sesler de duymaz; dış dünya ile ilişkisini düzenleyebilmektedir. Ama kendisinin "büyük dünya" şeklinde tanımladığı dış dünya ile kendi kendini özgürce sevebildiği usundaki "küçük dünya" arasındaki kesin ayrımının bilincindedir. O, son derece aklı başında olarak "küçük dünya"yı tercih eder ve dışardaki "büyük fiyasko"yu reddeder.
7 Temmuz 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder