SAMUEL BECKETT- SON YAZAR *
*Son Yazar Samuel Beckett/ Yazarın kendi başlığı / Işık Ergüden
1906-1989 yılları arasında yaşamış bir yazar olmak, bütün yirminci yüzyılın çaresiz tanığı olarak, hayallerin, umutların, mücadelenin, yenilginin, ve düş kırıklığının öznesi ve nesnesi olmak, başlangıçların ve sonların -ama bir türlü kesin ve mutlak bir sona ulaşamayan, sürmekte olan, yeni başlayan sonların- yazarı olmak: Beckett olmaktır.
Modernliğe bağlı umutların olduğu kadar, modernlik-karşıtı umutların da yıkıldığı bir çağda, görüntü, gürültü ve hız çağında suskunluktan ve kımıltısızlıktan başka ne kalır "karşıt" olabilecek? Görüntü, gürültü ve hız bir yanılsama değil midir aslında suskunluğu ve kımıltısızlığı gizleyen? O halde nedir gerideki "hiç"ten başka? Böyle bir zamanda, hiçliğin içini oymak dışında, sesteki sessizliği ve sessizlikteki sesi, kımıltıdaki kımıltısızlığı ve kımıltısızlıktaki kımıltıyı yazmak dışında nedir yazarı yazar yapan, Beckett yapan?
Görüntü, gürültü ve hız çağı: Teknolojinin, iktisadın ve her alandaki iktidarın ezdiği insan, iki dünya savaşı ve bölgesel savaşlar, katliamlar ve toplama kampları, insan yaşamının anlamını açıklamakta yetersiz kalan din ve felsefe, onca bel bağlanan Batı uygarlığının -ve simgelediği modern değerlerin- çözülmesiyle birlikte değeri en aza indirgenen insan, "ölen tanrı" nın hayaletinin yeryüzüne saçtığı kötülük... İronik bir "altın çağ" parodisi.
1984 yılında sorulan bir soruya, "Beklentiler: Sıfır; Umutlar : Sıfır" cevabını verir Beckett. Yaşamının her evresinde verebilirdi bu cevabı. Yine de var olunan, yaşamın üstlenildiği ve eserler verilen bir yerdir "sıfır" noktası. İnsanın -ve Beckett'in muamması bu olmalı. "Hep denedin, Hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil."
Terk edilmişlik, saçmalık, mahkumiyet, suçluluk, zamanın ve mekânın dışındalık, kendine ve ötekilere yabancılık, güçsüzlük, müstehcenlik, iğrençlik ... Geçmiş değerlerle ilişkisini koparmış, geleceğin değerlerini yaratamayan insan sadece anlamsız bir dünyaya fırlatılmış ve yalnız değildir, attığı her adım, her düşüncesi, her duygusu da hayal kırıklığına ve aşağılanmaya mahkumdur; her proje, daha oluşurken kaynağını kurutur, çürür ve tersine döner.
Her şey bize ihanet etmektedir: Yaşam, ötekiler, kendi gövdemiz, en kişisel düşüncelerimiz, en tutkulu duygularımız ... Ve biz, sakatlanmış, dilsiz, gövdesiz, karanlığın içinde amaçsız dolaşırız ve dolaşmaya mahkumuz -ama çoğu kez kımıldayamadığımızdan mahkûmiyetimiz işkenceye dönüşür; bu acınası halimizde birazcık olsun yücelik yoktur, gülünç bir trajedidir her şey ... İnsan, hayvansı işleyişlerin egemen olduğu bu iğrenç yaşamda kendi fiziksel aşağılığını sürekli hissederken, "dünya" denen toplumsal olgunun vazgeçilmez varlığı olmanın ve yeryüzü"ndeki tüm yaratıklar gibi "ölüm"e yazgılı oluşun ikilemini de sonsuz bir tedirginlik olarak yaşamaya devam eder bir "Beckett metninde yaşar gibi ..."
Hiçbir yere götürür Beckett -hiç olan insanların hiç için hareket ettiği hiçin dünyasına: Hiçlik ve Her Şey evrenine. Beckett'in bizi kara mizahla ve acı alayla soktuğu bu evrende, mizahın ve alayın üşüten doruklarından, insanın trajedisine (kendi trajedimize) duyduğumuz merhamet duygusuyla ineriz yeryüzüne: Gövdemiz yaralı, aklımız noksan ... Bu bir yolculuk mudur? Hiçbir yere götürmemiştir ki bizi Beckett!
Hiçlikten doğan yazı
Bir oyun bozandır Beckett. Bütün geleneksel anlamların paranteze alınıp yerine başkalarının konduğu (Sartre'm devrimi, Camus'nün başkaldırıyı önerdiği) bu yokluk ortamında Beckett'in yaptığı sadece bir ifşa, bir ihbardır: İsyan etmez, gözetler; saçmayı yargılamak için saçmanın dışında durmaz, içine yerleşip bu ilk, temel anlamsızlığa gönüllü olarak girer ve kahramanlarını -biz okurlarını da- asla oradan çıkarmaz.
Ama ne olursa olsun bir şeye gönderir kelimeler -Beckett? Düzyazısındaki ve şiirindeki garip ilgisizlik ve mantık soğukluğu yazının yaşam deneyiminden değil, yazının kendisinden -yani hiçlikten- doğduğunu anlatmaktadır ... Beckett metni: Kendinden başka hiçbir şeyin amacı ve aracı olmadığı için tüm evren olabilen edebiyat ... Yazmak: Boşlukta konuşmak, karşında biri varken- herhangi birine söylenmeyen kelimeleri, hiçbir dolaysız etki iddiasında olmayan, alet olmayan, sadece imge olan kelimeleri telaffuz etmek ... Yazı: Özneyle -yazarla ve okuyucuyla- arasına sürekli mesafe kovan ve kaçan sesler.
"Anlaşılmayı" beklemeyen kitaplar yazarıdır Beckett; "hiç" ile bir şey yapar ve bu bir şeydir. "Buradaki tek anlam," der Georges Bataille, " kendi tarzında bir anlam, belki bir anlam parodisi, kısacası içimizdeki anlamlar dünyasını anlaşılmaz hale getiren ayrı bir anlam olan anlamsızlıkta yatar." Anlatının taklit edebileceği bir dünya yoktur ve anlatırken anlattığının başka bir şey olduğunu anlar insan asla her şey anlatılamaz, hep bir şey unutulur ve eğer her şey söylenirse, hiçbir şey söylenmemiş olur. Çünkü her şeyin söylendiği bir dünya bitmiş, tamamlanmış, ölü bir dünyadır:oysa son, ölüm değildir, gelecek olan, ama ne zaman geleceğini kimsenin bilmediği, sadece geleceği bilinen şeydir. Bitirmek bu sona doğru yürümektir ve son, sona doğru götüren yoldur, bu anlamda her şeyin çoktan bittiği söylenebilir -daha baştan itibaren. "İnsan, bitmeye mahkumken bitemeyen varlıktır." Dolayısıyla, yaşamı anlamsız kılan ölüm değildir. Tersine, eylemlerimize anlam vermemizi buyuran ölümdür, ama tüm yaşam ölümsüz gibi yaşanır: Hiç olarak.
Bu yüzden, insanın biri olma, bir şey anlamına gelme çabasıyla birlikte başlar mutsuzluğu da; ve bütün bilgelik ve mutluluk, bizi iyi kötü sona doğru taşıyan anonim ve durgun akıntıya (katılıncaya kadar) yaklaşmaktadır. Murphy, bu ilk Beckett romanı, hiç olmak, dünyadan, gövdesinden ve ruhundan kaçmak isteyen Murphy ile hiç olmasına izin vermeyen ötekiler arasındaki çatışmanın romanıdır. Alay ve hiciv güçlükle gizleyebilir buradaki trajediyi. Ikinci roman Watt ise, toplumla ilişkisini sürdürmek isteyen, ancak bunda başarılı olamayan, giderek dil düzeyinde de iletişim gücünü yitiren ve gidebileceği tek yer tımarhane olan bir diğer anti-kahramanın, Watt'ın hikayesidir. Her iki romanın da (görünür) bir başlangıcı, (kuşkulu) bir sonu vardır ve (muhtemelen) bir şey olur. Ama ses –anti kahramanların, diğer kişilerin (ve Beckett'in) sesi- konuşmaya önceden başlamıştır, sonra da devam edecektir, susması için hiçbir neden yoktur ve bizim yakalayabildiğimiz -okuyabildiğimiz- kelimeler sonsuz ve sonuçta hedefsiz bir söylemin parçalarıdır. Bu yüzden Beckett okumak hep aynı kitabı -ve hiçbir şeyi- okumaktır. Beckett'lı, söylemi bizi yaşam diye adlandırılan şeyin dehşetine maruz bırakırken, kitap(lar) da bize sadece kitap olduğu duygusunu verir ; kelimelerin gerçekdışı sıralanışı, sözün her adımda kendi boşluğuna neden olan kendiliğinden yürüyüşü ...
Edebiyatın sessizliği
Son yazarın ölümüyle birlikte edebivatın yok olacağı günü hayal eden (Beckett'in belki en yakın olduğu yazar) Maurice Blanchot, son hakikatın ;sessizlik olduğunu ve edebiyatın sessizliğin doruk noktasında sona ereceğini düşünür. Sessizliğe yazarak varılacaktır. Çünkü Blanchot'nun dediği gibi, " her edebi eser, bizden söz ederken bize yönelen bu konuşkan sonsuzluğa karşı sıkı bir savunma - ve yüksek bir duvardır." Söylemek istediğini söyledikçe daha azını söyleyen, hiçbir şey söyleyen Beckett romanları hem bu "konuşkan sessizliğe" karşı bir barikattır, hem de sonu gelmez bir edebiyat olarak sonu gelmez bir yenilgiye mahkumdur. Söz 'le sessizliğin, varlık ile hiçliğin çakıştığı noktayı bulmuştur Beckett:Son yazar! Söz, sözsüzlük, kelimesizlik, kımıltısızlık, bedensizlik-kaos öncesi: Bugün .
Tarihin dışına çıkmış bir çığlıktır, bir kımıltı bir sus işaretidir Beckett…Ama tarih devam etmekte ... O halde, insanı bu sıfır noktasından ne çıkaracak?
Değişim için kuşkusuz gerekli olan karanlıkta, sonun çoktan burada olmadığını, bitmeyenin sonunun gelmediğini kim iddia edebilir ki? Beckett'in, "son yazar"ın sesi bütün tınısını buradan alır -Murphy'nin, Watt'ın (biz çağdaşlarının) sesi de.
Biz çağdaşları, Türkçe' de yaşayanlar, yıllardır okuruz Beckett üzerine yazıları, Beckett'ten çevirileri ... Yine de ruhuyla, kalemiyle Türkçe okumak isterseniz Beckett romanlarını; en sadık, en güzel "ihaneti" öneririm: Uğur Ün çevirilerini; yani;
Watt (Ayrıntı Yay., Aralık 1993)
ve Murphy (Ayrıntı Yay., Ekim 1994)
Ve yakında: Mollüy, Malone Ölüyor ve
Adlandırılamayan ... yine Uğur Ün' den ve Ayrıntı Yayınları'ndan. -
6 Temmuz 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder