ASAL SAYILAR MATRİKSİ – WATT VE MURPHY ÜZERİNE
Samuel Beckett / A New Aproach / 1970 Çeviren: Zeynep Çiftçi
1942'de Beckett ilk romanı Murphy'i Fransızcaya çevirdi ve 5 yıl sonra Murphy Fransızca olarak yayınlandı.1942-45 yılları arasında İngilizce olarak Watt'ı yazdı. Ama bu roman ancak Beckett'i üne kavuşturan Godot'yu Beklerken'in başarısından sonra 1953'te yayınlandı. Bu ikinci romanda ilk romanda ele alınan temalar da geliştirilmiştir.
W'att ölmeden önce Murphy'nin dönüşmüş olduğu şizofrendir. Watt ile Murphy'nin özdeşliği Watt: "bir zamanlar Londra' da olduğu sıralarda, adlarına varıncaya dek yakından tanıdığı takımyıldızlara" göndermede bulunduğu zaman da belirginleşir. Başka yazarların daha önceki eserlerinde ölen kahramanlarını yeniden canlandırdıkları görülmektedir. Ama, Murhpy hakkında söylenecek daha çok şeyi olan Beckett Üçleme ( Mollay, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan) okuyucusunun daha açık seçik anlayabileceği bir manevrayla, ona yeni bir isim vermeyi tercih etmiştir.
Romanın başlangıcı Murphy'nin atmosferini andırır. Bir daha karşılaşmayacağımız üç karakter arasında geçen komik ve açık sohbet ile açılır Watt… Bu romanda Murphy'nin aksine, İrlandalı dörtlünün maceraları gibi bir yan olay örgüsü ile karşılaşmayız.
Üç kişi tramvaydan inerek istasyona doğru yürüyen Watt'ı görürler, aralarında geçen konuşmadan Watt'ın yumuşak, iyi huylu, evsiz, büyük bir olasılıkla üniversite öğrenimi görmüş, süt içmekten hoşlanan, dürüst, ara sıra biraz tuhaflaşan, büyük kırmızı burunlu bir adam olduğunu, içlerinden birine uzun zamandır ödeyememiş olduğu 5 şilinlik bir borcu bulunduğunu öğreniriz. Dışarıdan görüldüğü kadarıyla Watt içe dönük, zararsız bir serseridir. Tekerlekli süt arabasını iten bir hamala çarpması, Watt'ın ayrı kimliğinin göstergesi olan simgesel bir edimdir, İstasyonda peronun her iki ucunda süt varilleri durmaktadır. Hamal uçtaki varilleri birer birer öteki uca taşımakta, sonra bu işlemi öteki uçtaki variller için tekrarlamakta ve bu bir döngü halinde sürmektedir. İnsanoğlunun sonsuz çabalamalarının bir tablosudur bu. Sürekli bir şeyleri değiştirmeye çalışmakta, oysa ki her şey aynı, hiç değişmeden süregelmektedir, Watt, bunun üzerine hamalın görevinin "belki de itaatsizlik ya da işini aksatmaktan ötürü kendisine,verilen bir ceza" olduğunu düşünür.
Bu durum bize. Dostovevski'nin Ölüler Evinden Anılar'da, bir suçluyu intihara götürecek olan o gerçekten o ezici ceza için yaptığı tanımlamayı hatırlatır: " ... hemen ardından tam tersi yönde aynı işlemi gerçekleştirmek üzere; bir kaptan bir başka kaba su ya da bir yerden bir başka yere bir miktar toprağı aktarmak.."
Bu küçük şanssız karşılaşmadan sonra, Watt, önce boş olduğunu öğrendiğimiz bir kompartımana girer. Ama tren hareket ettiğinde Spiro adında iri yarı, dinî ve açık saçık konuları Bcuk Mulligan'ı hatırlatır bir biçimde karıştıran bir adamla yolculuk ettiğini anlarız. Spiro aylık, popüler bir Katolik dergisi çıkarmaktadır. Bir okuyucu dergiye şu soruları sormuştur: "Bir fare ya da başka bir küçük hayvan ayindeki kutsal ekmeği yer. !) Yuttuğu Gerçek Beden'i sindirir mi, sindirmez mi? 2) Eğer sindirmezse kutsal ekmeğe ne olmuştur? 3) Eğer sindirirse, küçük hayvanı ne yapmak gerekir?" Bay Spiro'nun birinci ve üçüncü soruları uzun uzun yanıtladığını öğreniriz. Ama bizim gibi, Watt da onu işitmez çünkü o sırada kimi kez tamamen, kimi kez kısmen anladığı, kimi kez de hiç anlamadığı, içinden yükselen o sesi dinlemektedir ...
Beckett sıra dışı bir mistiktir. Mistik deneyimin yoğun bir mutluluk verdiği ruh ve Tanrı'nın, o tek varlığın birleşmesiyle yaşamın kutsandığı ve huzur dolu Nirvana'ya ulaşıldığı düşünülür hep. Hıristiyan azizleri, Buddha ya da doğu bilgeleriyle bağdaştırılır bu deneyim. Ama Beckett'in dünyasında varlığımızın temelinin, "Ben"in yok olma korkusuyla kaçındığı korkunç, dipsiz bir kuyu olduğunu görürüz. Öteki mistikler için (St. John gibi) bu, gerçek birleşmenin gerçekleşmesinden önce tüm mistiklerin yaşamak zorunda olduğu iyi bilinen bir evredir, ama Beckett kahramanları onun ötesine geçemezler.
Hem Murphy, hem de Watt normal duyu algılamasının geçerliliği ile ilgili olarak düşünce tarihinin o en eski sorularından birini gündeme getirirler. Akıl hastalarının çarpık olarak değerlendirilen algılamaları mı, yoksa mistiklerin aşkın algılamaları mıdır yanıltıcı olan, yoksa her ikisi de normalden farklı ve eşit derecede geçerli midir?.
Duyularımızla algıladıklarımızı işler gibi gözüken tutarlı bir dizgeye dönüştürürüz usumuzda. Ama eğer görme duyumuz gökkuşağının tüm renklerini ayıramasa, örneğin, sadece x ışınlanı, işitme duyumuz da duyabildiğimiz en yüksek notanın 10 oktav üstünü algılayabilseydi, acaba nasıl bir dünya olurdu algıladığımız? Şüphesiz usumuz gene bir model olustururdu, ama şu ankinden son derece farklı olacağı kesin .
Algımıza belli biçimleri kabul ettirdiğimizde, dış dünyadan neyi algılayacağımızı otomatik olarak seçtiğimiz düşüncesi psikoloji-psiyatri alanında son derece tanıdıktır. William James (Psikolojinin İlkeleri) bir taş bloğunun içinde gizli olan binlerce heykelin içinden sadece belli birini yontan heykeltraş örneğinden yola çıkar. " Öteki heykeltraşlar öteki heykeller, öteki uslar, tekdüze ve açıklanamayan bir karmaşadan doğan öteki dünyalar. Benim dünyam milyonlarca eşit şekilde derin ve onu biçimleyenler için eşit şekilde gerçek olan dünyalardan yalnızca biridir ."
İnsanların çoğu aynı dünyayı algılar ve bu, tek, gerçek dünya olarak kabul edilir. Ama sıra dışı ruhsal durumlarda, farklı bir seçim yapılabilir ve bizim normal dünyamızla uzlaşamayan bir başka gerçek dünya ortaya çıkabilir. Bir şizofrenin usunda farklı bir dünya algılaması söz konusu olabilir. Bu, belki tutarlı ve değişmez bir dünya değildir. Ama onun bizim normal dünyamızla iletişim kurmasını engelleyecek denli yoğundur, öyle ki gelişmiş bir toplum onu ancak akıl hastanesine bir hasta olarak kabul edebilmektedir. Oysa hastanın gördüğü dünya, doktorunun gördüğü kadar geçerli olabilir. Bu durumda bizim gibi normal insanların dış gerçekliği algılayışının çarpıtılmış olduğu ve Blake'in imgeler dünyasının gerçekliğe, en az Doktor Johnson'un sağduyusu kadar yakın olabileceği de söylenir.
Watt'ın bozuk bir dille konuşması ilk bakışta okuyucuya Beckett'in komik etki yaratmak için kullanmış olduğu bir dil oyunuymuş gibi gelebilir. Aslında Watt'ın anlatısında gördüğümüz bu biçimsel çarpıtmalar şizofrenik konuşma bozukluklarına ait tipik birer örnektir. Psikiyatrik araştırmalarda kaydedilmiş olan bazı anlamsız sözcük dizilerinin, sondan başa okunduğunda veya sözcüklerin yerlerini değiştirildiğinde son derece mantıklı ifadeler olduğu belirtilmiştir. Örneğin, Doktor Navratıl (Schizophrenie und Sprache) doktorunu "Tzrarebo rehgat netug" şeklinde selamlayan hastanın söylediklerini sondan başa tekrar ederek "Guten Tag Herr Oberarzt" dediğini ortaya çıkarmıştır. Benzer şekilde Watt'ın o dönemdeki konuşmalarına bir örnek verelim: "Zög niçi, kulos ekel, kılnarak eltük. Kaluk niçi, ınıt kazu, ınıt kazu. Net niçi, ah ritkis, ah ritks. Nurub niçi, ülfük ukok, ültük ukok. Lid niçi, tög, dat, tög, dat."
Tümce ya da sözcüklerin bu şekilde tersine çevrilmesi hasta tarafından kendiliğinden gerçekleşir, bilinçli bir şekilde bunların provası yapılmaz.
Bireyin varoluşunun tanıklarla kesinlenmesi Becektt'in öteki yapıtlarında da rastladığımız ve felsefede "Varolmak algılanmaktır (esse est percipi)" biçiminde formüle edilmiş olan kuramdır.
6 Temmuz 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder