RSS

6 Temmuz 2010 Salı

SAMUEL BECKETT / ASAL SAYILAR MATRİKSİ – WATT VE MURPHY ÜZERİNE

ASAL SAYILAR MATRİKSİ – WATT VE MURPHY ÜZERİNE

Samuel Beckett / A New Aproach / 1970 Çeviren: Zeynep Çiftçi


1942'de Beckett ilk romanı Murphy'i Fransızcaya çevirdi ve 5 yıl sonra Murphy Fransızca olarak yayınlandı.1942-45 yılları arasında İngilizce olarak Watt'ı yazdı. Ama bu roman ancak Beckett'i üne kavuşturan Godot'yu Beklerken'in başarısından sonra 1953'te yayınlandı. Bu ikinci romanda ilk romanda ele alınan temalar da geliştirilmiştir.

W'att ölmeden önce Murphy'nin dönüşmüş olduğu şizofren­dir. Watt ile Murphy'nin özdeşliği Watt: "bir zamanlar Londra' da olduğu sıralar­da, adlarına varıncaya dek yakından tanı­dığı takımyıldızlara" göndermede bulunduğu zaman da belirginleşir. Başka yazar­ların daha önceki eserlerinde ölen kahramanlarını yeniden canlan­dırdıkları görülmektedir. Ama, Murhpy hakkında söylenecek daha çok şeyi olan Beckett Üçleme ( Mollay, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan) okuyucusunun daha açık seçik anlayabileceği bir manevrayla, ona yeni bir isim vermeyi tercih etmiştir.

Romanın başlangıcı Murphy'nin at­mosferini andırır. Bir daha karşılaşmaya­cağımız üç karakter arasında geçen ko­mik ve açık sohbet ile açılır Watt… Bu romanda Murphy'nin aksine, İrlandalı dörtlünün maceraları gibi bir yan olay ör­güsü ile karşılaşmayız.


Üç kişi tramvaydan inerek istasyona doğru yürü­yen Watt'ı görürler, aralarında geçen ko­nuşmadan Watt'ın yumuşak, iyi huylu, evsiz, büyük bir olasılıkla üniversite öğre­nimi görmüş, süt içmekten hoşlanan, dürüst, ara sıra biraz tuhaflaşan, büyük kırmızı burunlu bir adam olduğunu, içle­rinden birine uzun zamandır ödeyememiş olduğu 5 şilinlik bir borcu bulunduğunu öğreniriz. Dışarıdan görüldüğü kadarıyla Watt içe dönük, zararsız bir serseridir. Tekerlekli süt arabasını iten bir hamala çarpması, Watt'ın ayrı kimliğinin göster­gesi olan simgesel bir edimdir, İstasyonda peronun her iki ucunda süt varilleri dur­maktadır. Hamal uçtaki varilleri birer bi­rer öteki uca taşımakta, sonra bu işlemi öteki uçtaki variller için tekrarlamakta ve bu bir döngü halinde sürmektedir. İnsa­noğlunun sonsuz çabalamalarının bir tab­losudur bu. Sürekli bir şeyleri değiştirme­ye çalışmakta, oysa ki her şey aynı, hiç de­ğişmeden süregelmektedir, Watt, bunun üzerine hamalın görevinin "belki de itaat­sizlik ya da işini aksatmaktan ötürü ken­disine,verilen bir ceza" olduğunu düşü­nür.

Bu durum bize. Dostovevski'nin Ölüler Evinden Anılar'da, bir suçluyu intihara götürecek olan o gerçekten o ezici ceza için yaptığı tanımlamayı hatırlatır: " ... hemen ardından tam tersi yönde aynı işlemi gerçekleştirmek üzere; bir kaptan bir başka kaba su ya da bir yerden bir başka yere bir miktar toprağı aktarmak.."

Bu küçük şanssız karşılaşmadan sonra, Watt, önce boş olduğunu öğrendiğimiz bir kompartımana girer. Ama tren hareket ettiğinde Spiro adında iri yarı, dinî ve açık saçık konuları Bcuk Mulligan'ı hatır­latır bir biçimde karıştıran bir adamla yolculuk ettiğini anlarız. Spiro aylık, po­püler bir Katolik dergisi çıkarmaktadır. Bir okuyucu dergiye şu soruları sormuş­tur: "Bir fare ya da başka bir küçük hay­van ayindeki kutsal ekmeği yer. !) Yuttu­ğu Gerçek Beden'i sindirir mi, sindirmez mi? 2) Eğer sindirmezse kutsal ekmeğe ne olmuştur? 3) Eğer sindirirse, küçük hayvanı ne yapmak gerekir?" Bay Spi­ro'nun birinci ve üçüncü soruları uzun uzun yanıtladığını öğreniriz. Ama bizim gibi, Watt da onu işitmez çünkü o sırada kimi kez tamamen, kimi kez kısmen anla­dığı, kimi kez de hiç anlamadığı, içinden yükselen o sesi dinlemektedir ...

Beckett sıra dışı bir mistiktir. Mistik deneyimin yoğun bir mutluluk verdiği ruh ve Tanrı'nın, o tek varlığın birleşme­siyle yaşamın kutsandığı ve huzur dolu Nirvana'ya ulaşıldığı düşünülür hep. Hı­ristiyan azizleri, Buddha ya da doğu bil­geleriyle bağdaştırılır bu deneyim. Ama Beckett'in dünyasında varlığımızın teme­linin, "Ben"in yok olma korkusuyla ka­çındığı korkunç, dipsiz bir kuyu olduğu­nu görürüz. Öteki mistikler için (St. John gibi) bu, gerçek birleşmenin gerçekleş­mesinden önce tüm mistiklerin yaşamak zorunda olduğu iyi bilinen bir evredir, ama Beckett kahramanları onun ötesine geçemezler.

Hem Murphy, hem de Watt normal du­yu algılamasının geçerliliği ile ilgili olarak düşünce tarihinin o en eski sorularından birini gündeme getirirler. Akıl hastaları­nın çarpık olarak değerlendirilen algıla­maları mı, yoksa mistiklerin aşkın algıla­maları mıdır yanıltıcı olan, yoksa her ikisi de normalden farklı ve eşit derecede ge­çerli midir?.

Duyularımızla algıladıklarımızı işler gi­bi gözüken tutarlı bir dizgeye dönüştürürüz usumuzda. Ama eğer görme duyu­muz gökkuşağının tüm renklerini ayıra­masa, örneğin, sadece x ışınlanı, işitme duyumuz da duyabildiğimiz en yüksek notanın 10 oktav üstünü algılayabilseydi, acaba nasıl bir dünya olurdu algıladığımız? Şüphesiz usumuz gene bir model olustururdu, ama şu ankinden son derece farklı olacağı kesin .

Algımıza belli biçimleri kabul ettirdiği­mizde, dış dünyadan neyi algılayacağımızı otomatik olarak seçtiğimiz düşüncesi psi­koloji-psiyatri alanında son derece tanıdıktır. William James (Psikolojinin İlkele­ri) bir taş bloğunun içinde gizli olan bin­lerce heykelin içinden sadece belli birini yontan heykeltraş örneğinden yola çıkar. " Öteki heykeltraşlar öteki heykeller, öteki uslar, tekdüze ve açıklanamayan bir kar­maşadan doğan öteki dünyalar. Benim dünyam milyonlarca eşit şekilde derin ve onu biçimleyenler için eşit şekilde gerçek olan dünyalardan yalnızca biridir ."

İnsanların çoğu aynı dünyayı algılar ve bu, tek, gerçek dünya olarak kabul edilir. Ama sıra dışı ruhsal durumlarda, farklı bir seçim yapılabilir ve bizim normal dünya­mızla uzlaşamayan bir başka gerçek dün­ya ortaya çıkabilir. Bir şizofrenin usunda farklı bir dünya algılaması söz konusu olabilir. Bu, belki tutarlı ve değişmez bir dünya değildir. Ama onun bizim normal dünyamızla iletişim kurmasını engelleye­cek denli yoğundur, öyle ki gelişmiş bir toplum onu ancak akıl hastanesine bir hasta olarak kabul edebilmektedir. Oysa hastanın gördüğü dünya, doktorunun gör­düğü kadar geçerli olabilir. Bu durumda bizim gibi normal insanların dış gerçekli­ği algılayışının çarpıtılmış olduğu ve Bla­ke'in imgeler dünyasının gerçekliğe, en az Doktor Johnson'un sağduyusu kadar ya­kın olabileceği de söylenir.

Watt'ın bozuk bir dille konuşması ilk bakışta okuyucuya Beckett'in komik etki yaratmak için kullanmış olduğu bir dil oyunuymuş gibi gelebilir. Aslında Watt'ın anlatısında gördüğümüz bu biçimsel çarpıtmalar şizofrenik konuşma bozukluk­larına ait tipik birer örnektir. Psikiyatrik araştırmalarda kaydedilmiş olan bazı an­lamsız sözcük dizilerinin, sondan başa okunduğunda veya sözcüklerin yerlerini değiştirildiğinde son derece mantıklı ifadeler olduğu belirtilmiştir. Örneğin, Doktor Navratıl (Schizophrenie und Sprache) doktorunu "Tzrarebo rehgat netug" şeklinde selamlayan hastanın söy­lediklerini sondan başa tekrar ederek "Guten Tag Herr Oberarzt" dediğini or­taya çıkarmıştır. Benzer şekilde Watt'ın o dönemdeki konuşmalarına bir örnek verelim: "Zög niçi, kulos ekel, kılnarak eltük. Kaluk niçi, ınıt kazu, ınıt kazu. Net niçi, ah ritkis, ah ritks. Nurub niçi, ülfük ukok, ültük ukok. Lid niçi, tög, dat, tög, dat."

Tümce ya da sözcüklerin bu şekilde tersine çevrilmesi hasta tarafından ken­diliğinden gerçekleşir, bilinçli bir şekilde bunların provası yapılmaz.

Bireyin varoluşunun tanıklarla kesin­lenmesi Becektt'in öteki yapıtlarında da rastladığımız ve felsefede "Varolmak al­gılanmaktır (esse est percipi)" biçiminde formüle edilmiş olan kuramdır.

Hiç yorum yok: