RSS

28 Şubat 2011 Pazartesi

VINCENT Van GOGH, Theo'ya Mektuplar

Eylül 1888



İlişikte 30 karelik bir tualin küçük krokisi. Sonunda yıldızlı geceyi gece bir sokak fenerinin dibinde boyamayı başardım. Gök yeşil mavi, su koyu mavi, toprak yerler mor. Şehir mavi ve menekşe rengi, fener sarı, ışınları alt kızıl sarı ve bronz yeşile kadar gidiyor. Göğün yeşil mavi alanı üstünde Büyük Ayı yeşil pembe ışııtılıdır, göze batmayan solgunluğu gaz fenerinin sert altın sarısıyla karşıtlık halindedir.

Ön planda renkli iki figürcük: âşıklar.

Bir de 30 karelik bir tuvalin krokisi: ev ve çevresi bir kükürt rengi… güneşin ve saf kobalt bir göğün altında.

Motif öyle sert ki! Ama asıl istediğim onu yenmek. Çünkü korkunç güneş altındaki bu sarı evleri, gök mavisinin eşsiz serinliğini vermek. Toprak da baştanbaşa sarı. Bu baş krokisinden daha iyi bir desenini de göndereceğim, soldaki ev, bir ağacın gölgesinde bulunan, pembe ve yeşil panjurlu.

Her gün yemek yemeye gittiğim lokanta işte bu, dostum postacı solda, iki demir yolu köprüsünün arasındaki sokağın dibinde oturur. Boyadığım gece kahvesi tabloda görünmüyor, lokantanın solundadır...

Güç işe girişmek iyi geliyor bana.

Ama gene de - açıkça söyleyeyim mi? - korkunç bir din ihtiyacı duyuyorum - onun için de geceleri sokağa çıkıp yıldızları boyamaya gidiyorum, hep de böyle bir resim tasarlıyorum kafamda bir grup canlı arkadaş figürüyle...

Bu benediktin papazı meraklı bir adamdı herhalde. Geleceğin dini ne olabilirdi ona göre? Geçmişin derdi hiç şüphesiz aynı.

Victor Hugo der ki: “Tanrı ikide bir tutulan bir güneştir, şimdi herhalde böyle bir tutulma devresi geçiriyoruz...”


Bir dileğim varsa, bizleri rahatlatacak, avutacak bir inancı tanıtlama yolunun bulunmasıdır, böylece kendimizi hep suçlu ya da mutsuz duymaktan kurtulacağız, yalnızlığa ya da boşluğa düşme korkusuna kapılmadan ve attığımız her adımda başkalarına yapabileceğimiz kötülüğü çekinerek hesaplamak zorunda kalmadan yolumuzu olduğumuz gibi yürüyebileceğiz.

O garip Giotto var ya, biyografisinde deniyor ki hep hastalıklı, ama hep de coşkun ve fikir doluymuş, işte ben de insanı her anında mutlu, neşeli ve canlı kılan o güvene varmak isterdim. Parisin curcunasında değil de, köyde kasabada daha kolay varılır bu ruh haletine. Yıldızlı Gece ve Sürülmüş Tarlalar'ı seversen hiç şaşmam, başka tuvallerden daha rahat bunlar.

Çalışmam hep böyle giderse, para kazanma kaygılarım eksilir biraz, çünkü daha kolay yanaşır halk bunlara hele tekniğim de daha uyumlu olarak gelişirse. Ama bu Allahın belâsı mistral var ya, heyecanla çalınmış bir müzik gibi birbirini tutan, duyguyla birbirine sarılan tuşlar yapmama engel oluyor.

Kimi zaman korku verici bir zihin açıklığı var üstümde, bugünlerde öyle, tabiat o kadar güzel ki kendimi bilmeden çalışıyorum: tablo bir düş gibi çıkıveriyor ortaya. Biraz korkuyorum; bunun tepkisi kötü mevsimde bir melankoli olmasın…

Ama baş figürlerini çizme meselesini incelemekle önlemeye çalışırım.

Modelsizlik en değerli olanaklarımdan ediyor beni, ama pek aldırmıyorum ve peyzajla boyaya veriyorum kendimi, bu yolda nereye varacağımı bilmeden.

Biliyorum ki, modellere gidip, "ne olur bana poz verin" diye yalvarsam, Zola'nın Eser adlı romanlarındaki ressama benzemiş olurum.

Manet örneğin öyle yapmadı. Zola da kitabında söylemiyor resimde doğaüstü birşey görmeyenler nasıl yaptılar

Tolstoi'un "Benim Dinim" kitabı 1885'te yayınlanmış bile Fransa’da, ama hiçbir katalogda rastlamadım adına.

Ne bedenin ne de ruhun bir daha dirilebileceğine inanır görünmüyor. Üstelik cennete de pek inanır görünmüyor - demek ki bir nihilist gibi akla dayanarak düşünüyor - ama nihilisterle farkı şu ki insanın yaptığını iyi yapmasına çok önem veriyor, çünkü bundan başka bir varlığı yoktur insanın diye düşünüyor.

Ve ruh göçmesine inanmıyorsa da, onun eşdeğerine “yaşamın sürekliliğine - insanlığın ilerlemesine” inanıyor: gelecek kuşak insanlarının insanı ve insan eserini hiç aksatmadan sürdüreceklerine. Herhalde üstün körü avuntular değil verdiği. Kendisi de asilzade iken işçi olmuş, fotin yapmasını, soba tamir etmesini, çift sürmesini ve toprağı bellemesini bilirmiş.

Ben bunların hiçbirini bilmem, ama ruhunda kendini yenileyebilecek kadar enerjisi olan insana saygı göstermesini bilirim. Tanrım, yaşadığımız çağ bir tembeller aylaklar çağıdır diye yakınamayız, madem cennete pek inanmadıkları halde bu çeşit bir hayat süren bu tip insanlar yaşıyor dünyamızda.

Hiç yorum yok: