RSS

2 Mart 2011 Çarşamba

VINCENT Van GOGH, Theo'ya Mektuplar

Petit – Wasmes, 26 Aralık 1878
Borinage - Hainault




Bil ki Barinage'da hiç resim yoktur, bir resmin ne olduğunu bilmezler genellikle. Bu yüzden de Bruxelles'den ayrıldığım günden bu yana sanat diye bir şey görmedim. Ama gene de çok ilginç bir resim havası var buralarda, her şey konuşuyor gibidir, her şeyin kendine özgü bir karakteri var.

Bu son günler, Noel’den önceki güneşsiz günlerde kar yağdı. Her şey Ortaçağ tablolarını andırıyordu, Köylü Breughel'in ve onun gibi kırmızı ve yeşilin, akla karanın özgün etkisini çarpıcı bir canlılıkla vermeyi başaran daha bunca ressamın tablolarını.

Burada gördüklerim bana örneğin Thijs Maris'in, ya da Albert Dürer'in eserini hatırlatıyor. Burada çalılar arasından geçen oyuk yollar var, yıllanmış eğri büğrü ağaçları acayip biçimde kökleriyle Dürer'in «Atlı ve Ölüm» adlı ofortunda görülen yola tıpatıp benzer.

Bu son günlerde, akşamüstü, güneşin battığı saatte maden işçilerinin evlerine dönüşünü seyretmek çok çekiciydi. Bu adamlar karanlık madenden gün ışığına çıktıklarında kapkaradırlar, baca temizleyicilerine benzerler. Evleri çoğu zaman küçüktür, onlara ev değil de kulübe denebilir, çukur yolların kenarına, ormana, tepelerin yamaçlarına dizilmiş, serpilmiştir bu evcikler. Şurada burada yosunla örtülü damlar görülür, geceleri sevimli bir ışık sızar ufacık camlı pencerelerden.

Bizim Brabant bölgesinde meşe ağacından baltalık orman ve fundalıklar, Hollanda’da top tepeli söğütler ne kadar çoksa, burada da kara böğürtlen çitleri o kadar çoktur bahçelerin, tarlaların ve sürülmüş toprakların çevresinde. Son günlerde yağan karın üstünde bu çalılıklar beyaz kağıt üstüne yazılmış bir yazıya benziyor; İncil sayfaları gibi...


Bu hafta Aziz Paulus'un bir metnini yorumladım bir toplantıda: «Ve Paulus'a gece Makedonyalı bir adam göründü ve karşısına dikilip yalvardı, dedi ki: Makedonyaya gel ve yardım et bize.» (Acta XVI. 9)

İşte bu metni incelerken İncil'le avutulmaya susamış, tek gerçek Tanrıyı tanımaya can atan bu Makedonyalının görünüşünü anlatmaya çalışıyordum ki herkes kulak kesildi. Onu gözümüzde nasıl canlandırmalı: "güzellikten hiç pay almamış, acı ve yorgunluktan çizik çizik olmuş bir yüzü; ama tükenmez besiye, özellikle Tanrı sözüne susamış ölmez bir ruhu vardı" dedim.

İsa'ya gelince, o çetin bir hayat süren bir işçiyi avutabilecek, gönlünü rahatlandırıp pekleştirebilecek güçte bir Tanrıysa, kendisinin de sonsuz acılar görmüş, İnsanın bütün çilelerini çekmiş, Tanrı'nın oğlu olduğu halde, bir marangozun oğlu olarak yaşamış ve Tanrı buyruğunu yerine getirmek için otuz yıl fakir bir marangozhanede yaşamış olduğundandır.

Tanrı insanın da yeryüzünde İsa gibi yaşamasını ister, yoksulluğa katlanıp büyük şeylere göz dikmekten sakınmasını ve İncil'den ders alarak iyi yürekli ve alçak gönüllü olmasını buyurur.

Hiç yorum yok: