RSS

28 Mayıs 2011 Cumartesi

INGEBORG BACHMANN


26 MART 1956



Çev: Ahmet Cemal / Bu Tufandan Sonra
Metis Yayıları / 1990



(Aşağıdaki söyleşi, Münih’te, güzel sanatlar uzmanı ve kısa film yönetmeni Joachim von Bemstorffla yapılmıştır.)


BERNSTORFF: Size sormak istediğimiz soru, şu: Günümüzde şiir, tekniğin, günlük yaşamdaki koşuşturmanın en azından burada Kuzey Avrupa’da çok akılcı bir doğrultuda koşullandırdığı bir çevre tarafından gerçekten anlaşılabilme ve alımlanabilme olanaklarına hâlâ sahip midir? Bu ortamda şiirin yetersiz kaldığı, insanoğlunun bu koşuşturmasının altında ezilip gittiği, insanın şiire de kulak verecek zamanının kalmadığı, dahası bu ortamın şairleri veya geleceğin şairlerini bir anlatıma varabilme konusunda engellediği düşünülmelidir ya da düşünülebilir denebilir mi?

BACHMANN: Ortam şairleri engellemeyecektir, söyleyecek bir şeyle¬ri olduğunda, onları bir anlatıma varma konusunda asla engellemeyecektir; tersine, zaman böyle bir şeyi talep etmektedir; her dönem bir anlatımı talep eder. Buna karşın bir soru, doğal olarak hep sorulagelmektedir: “Bunca yoksul bir zamanda şairler neden?” Siz bu soruyu farklı soruyorsunuz ve şöyle diyorsunuz: “Yoksul bir zamanda neden şiirler?”


Bu, Hölderlin’in bir sözüdür. Gördüğünüz gibi, bu sorunun geçmişi epey eski.

BERNSTORFF: Hölderlin bunu bir yazısında mı .. ?

BACHMANN: Hayır, “Ekmek ve Şarap” adlı ağıtından alınma.

BERNSTORFF: Evet, zamana yönelik eleştirinin hiç kuşkusuz o dönemde de varolduğunu görüyorum; hem zaten şair ya da şiir yönünden her dönem tartışılabilir niteliktedir. Sorumu böylece de yanıtlamış sayılabilirdiniz. Dediğiniz şuydu: Bizim zamanımız, başka zamanlardan daha az yoksul değil. -Ama ben daha önce özellikle şiir açısından belli tehlikeleri beraberinde getiren akılcılıktan söz etmiştim. Ama öte yandan aynı akılcılığın hiç duyulmadık biçimde özgürleştirici bir yanı da var. Ve bence modem şiirde, sizin kendi şiirinizde de akılcı öğe belli bir rol oynuyor; eski görüntüler, metaforlar, geçmişin şiirinden alışageldiğimiz tasarımlar, bu akılcı öğenin etkisiyle çözülüp değişime uğruyor, ne dersiniz?-

BACHMANN: Evet, bütün bunlar değişiyor. Ama bu, gözde şöyle de canlandırılabilir: Dil, bir kentle karşılaştırılacak olursa eğer, eski bir kent merkezi, çekirdeği var, buna daha yeni kent bölümleri ekleniyor, en sonda benzin istasyonları ve trafiği dağıtmaya yarayan caddeler geliyor; kentin merkeziyle karşılaştırıldığında, dış kesimler belki çirkin görünüyor; ama onlar da kente ait ve günümüzün bir kenti bütün bunlardan oluşma.

BERNSTORFF: Aslında bu çok güzel bir görüntü ve aklıma hemen ikinci bir soru getiriyor. Pek çoğumuz, Rothenburg veya Nürnberg gibi ortaçağdan kalma kentlerde en çok kent merkezlerini beğeniyoruz, onların dışında kalanları ise -sizin de söylemiş olduğunuz gibi- çoğu kez soğuk, biraz çirkin, amaca uygunluk ilkesine uyulmada aşırıya kaçılmış buluyoruz; ama iş yeni’yi anlamaya geldiğinde, içinde yaşadığımız zamanı ve şiirimizi anlamaya geldiğinde, bu türden romantikleştirmeler birer yanlış ve birer engel değil mi?

BACHMANN: Pek çokları için bir engel.

BERNSTORFF: Bana bu yeni’yi anlatan birkaç şair veya şiir adı verebilir misiniz?

BACHMANN: En iyisi size, bu yeni’yi dile getirdiklerine inandığım ve daha genç kuşaktan olan birkaç şair adı vereyim, örneğin Günter Eich veya Paul Celan gibi.

BERNSTORFF: Bir şeye daha geri dönmek istiyorum, sizin şu eski kent örneğinize. Pek çokları var ki, hep eski şiir, geçmiş zamanların, Romantizm’in şiiri.

BACHMANN: İzninizle sözünüzü keseceğim. Özür dilerim ama, yapmamız gerekenin şiirleri, eski şiirleri eski kent merkezleriyle karşılaştırmak olduğuna pek inanmıyorum. Bence dilin kendisi bir kent sayılabilir; buna gittikçe yeni sözcükler eklenmektedir, eski şiirler eski sözcük malzemesiyle yapılmıştır, yeni şiirler ise eski ve yeni malzemeden. Bazıları da yalnızca yeni malzemeden.


BERNSTORFF: Tekniğin, uygarlığın, modern insanın sözcük dağarcığı da yeni’nin bir parçasıdır diye düşünüyorsunuz. Bu doğru, daha önce bulunmayan pek çok sözcük ortaya çıkıyor. Peki, ya eski şiirin artık müzeye kaldırılması gerektiğini düşünenlere ne diyeceğiz? Bu şiirin gerçi bize bir şeyler söyleyebildiğini, onları güzel bulduğumuzu, tıpkı eski müzelerdeki eski resimler gibi güzel bulduğumuzu, ama bu şiirlerin bize artık eskisi kadar dolaysız hitap edemediğini savunanlar var. Gerçi bu, öncü’lerden oluşma küçük bir çevrece ileri sürülüyor, ama bu da bir yanlış anlama değil.

BACHMANN: Evet, bir yanlış anlama, çünkü bir şiirin modernliği ile varlığını koruyabilmesi, birbirinden farklı şeyler, ve ben inanıyorum, en güzel eski şiirler veya eski zamanlardan kalma şiirler varlıklarını koruyabilmekteler...

BERNSTORFF: Yani bunlar, günümüzdeki herhangi bir güzel şiir gibi dolaysız ve aynı ölçüde bizi etkileyebiliyorlar. -Ayrıca ben de gerçek anlamda büyük sanatın zamandan tümüyle bağımsız varolduğunu, yani içinde yaratıldığı zamandan bağımsızlaştığını, insana bütün dönemlerde doğrudan seslenebildiğini söylemek istiyorum. - Son olarak bir sorum daha var, bu soru doğanın şiirdeki rolüne ilişkin. Mörike, Eichendorff ve Goethe’nin dönemlerinde burada, bizde doğa bugünkünden tümüyle farklı bir görünümdeydi. İçinde derelerin, dere kıyısındaki değirmenlerin bulunduğu, hışırtılı ormanlar henüz gerçekten vardı. Bütün bunlar bir romantizm değil; bunlar, o zamanın gerçekliğinin ta kendisiydi. Hepsi de bugün artık olmayan şeyler. Şimdi doğal manzaralarımız caddelerle, büyük anayollarla dilim dilim edilmiş konumda ve bitip tükenmeyen bir gürültü egemen, geceleri bile, büyük otobüslerin gürültüsü, tren istasyonları ise her yerde. Günümüzün manzarasında insanlar çok daha yoğun, doğa artık o eski anlamdaki kendine özgü yaşamından yoksun. Yalnızca uygarlığın bir uzantısından ibaret. İnsanların ve tekniğin mutlak anlamdaki egemenlikleri altında. Bundan çıkan sonuç, günümüzün bir şairinin artık eskisinin aynı görüntüler çizemeyeceği; çizdiği zaman ise -henüz zamanımızın etkisi altına tümüyle girmemiş, Romantizm döneminde yaşamakta olan bazı gençler, belki zaman zaman böyle şeyler çizmekteler- tarlaların, ormanıarın ve çayırların şairi olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Siz bu konuda ne dersiniz?

BACHMANN: Doğayı konu alan en iyi şairlerimiz, bu tehlikeden kurtulabildiler. Bu konuda Wilhelm Lehmann’ı, Karl Krolow’u ve Günter Eich’ı anımsatmam yeter sanıyorum.

BERNSTORFF: Başka deyişle, doğanın günümüzde bizim enlemleri¬mizde de henüz çok iyi işlenebileceği konusunda Lehmann’ı örnek göstermek istiyorsunuz, yani doğanın işlenebileceğini ve bu arada eski görüntüler, aşınmış görüntüler gibi tehlikelerden...

BACHMANN: Evet, Lehmann tam tersine çok sayıda yeni görüntüler, çok sayıda yeni metaforlar buldu; sonra, Günter Eich’ın “Kim ağaçların tesellisinden yoksun yaşamak isteyebilir ki?” gibisinden bir cümlesinde epey çaresizlik havası var. Ama öte yandan şair bu duruma da artık boyun eğmiş.

BERNSTORFF: Bir başka yönden, modem şiirin şimdi biraz doğanın arkasına bakmaya çalıştığı söylenebilir. Doğa görüntülerinin en azından kısmen teknik ve uygarlık tarafından yıkılmasının ardından, şimdi şair nesnelerin arkasına, nesnelerin yapısının arka planına bakmayı deniyor; bu da büyük bir olasılıkla soyut şiirin izlediği yollardan biri. Bilimin, atom un ve maddenin yapısına yavaş yavaş gittikçe daha çok ışık tutması, dünyaya ilişkin bilincimizde ansızın “atomlar”, “mikrokozmos” ve “makrokozmos” gibi sözcüklerin ortaya çıkması gibi, modern şiirde de verili olanın ve görüntüsel olguların yapısını aydınlatma girişimlerine hep rastlanıyor. Bu yüzden şiir daha karmaşıklaşıyor, daha soyutlaşıyor, ama bunun yanı sıra zamanımız insanına, yine bu zamana ait bir şeyi veriyor. Bu söylediklerimin doğru olduğuna inanıyor musunuz?

BACHMANN: Evet; ayrıca örneğin Mörike’nin veya Goethe’nin kullanmış oldukları türden eski görüntülerin artık kulanılamayacağına, kullanılmaması gerektiğine de inanıyorum, çünkü böylesi görüntüler dudaklarımızdan döküldüğünde, inandırıcı olamazdı. Bize düşen, kendi bilinç konumumuza ve artık değişmiş olan bu dünyaya uyan gerçek cümleler bulmaktır. Bunun da modem şiirde yeterince örneği var.

Hiç yorum yok: