RSS

2 Eylül 2012 Pazar

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU



AĞAÇLAR VE BİZ



Tezek / Bilgi Yayınevi / Mart -1987


Bundan yirmi sene evvel Ankara'da, Bahçelievler'de bir ağaç büyüyordu. Henüz bir tutam maydanoz kadardı fıkara... Bir delikanlı, çömelmiş, ileride ağaç olacağını söyledikleri bu cılız, bu zavallı yaprakları seyrediyordu. Üflediği zaman yapraklar telaşla bir yana yatıyordu. Delikanlı kendini zorladı. Ama bu cılız yaprakların ileride gürbüz gövdeli bir ağaç olabileceğini bir türlü gözünün önüne getiremedi. Her gün merakla küçük fidanın başına çömeliyor, etrafında üreyen otları yoluyor. Fidan, korkudan büyümüş gözlerle delikanlının kırk beş numara pabuçlarına bakıyordu. Bu korkunç salapuryaların en ufak bir dalgınlığı, fidanı yedi kat yerin dibine sokabilirdi. Gel zaman git zaman, delikanlının kanı küçük fidana kaynadı. Küçük fidan her yaprağında korkudan açılmış gözleriyle büyümeye başladı. Delikanlı sabırsızdı. Fidanın büyümesi, serpilmesi için uğraşıyordu. Utanmasa onun cılız kulaklarından tutacak, bir an evvel boyatması için yukarı doğru çekecekti. Fidan birkaç sene içinde ancak bir gülfidanı kadar boyattı.

Delikanlı gene fidanın yanı başına çömelmiş, bir türkü tutturmuştu...



Ağaç ağaç
Telli ağaç, pullu ağaç
Gül fidanı boylu ağaç
Şamdan şamdan kolların aç
Uza, uza boyumu geç
Gölgene evimi kurayım.

Saksağanlar konsun dalına
Salıncaklar kurayım beline
Fenerler vereyim eline
Kurbanlar adayım yoluna



Aradan seneler geçti. Fidan büyüdü de büyüdü. Mükemmel bir mürdüm fidanı oldu. Boyu, efendisinin boyunu aşarken utandı.

- Acaba ayıp olmaz mı, diye düşündü. Ama sonra gölgesine ev, dalına salıncaklar kuracağını hatırladı. Telaşla büyümeye devam etti. Efendisi Bahçelievler'de bir katlı güzel bir ev yaptırdı. Fidan henüz birinci katın balkonuna uzanamıyordu. Efendisinin balkonlu odada yattığını bildiği için müthiş bir gayret sarfederek, oraya kadar dallarını uzattı. En iri meyvelerden birisini balkondan efendisine ikram etti. Ama hiç de efendisinin eline benzemeyen bir el sessizce uzandı. Kimse görmeden eriği kopardı ve:

- Yanlış kapı çalıyorsun mürdüm dedi. Senin efendin üst kata çıktı. Ben onun kiracısıyım.

Mürdüm hayretle başını kaldırdı. Efendisini üst katta gördü. Utandı. Sonra en güzel eriğini koparan kiracının elinden hırsla dallarını çekti sıyırdı.

Mürdüm ikinci katta oturan, efendisine ulaşabilmek için mürdüm üstü bir gayret sarf ederken, efendisi Bahçelievler'deki evini sattı. Yenişehir'de yedi katlı, yetmiş daireli bir apartmandır kurdu. Gel zaman git zaman benim yolum Bahçelievler'e düştü. Geçen hafta bir sabah uyandım ki penceremde bir erik dalı. Dalın üstünde kocaman bir erik… Eriğin yanı başında bir serçe. İçimi tarifsiz bir sevinç kapladı. Sadece mürdümeriğine bayıldığım için değil, erik ağacı boyunda bir evde uyanmış olmaktan doğan bir sevinç. Ağaçlarla evlerin aynı boyda olmasından doğan bir sevinç. Ağaçlarla senlibenli olmuş bir evden daha güzel ne olabilir diye düşünürken mürdümün sesini duydum. Aldı mürdüm.

Bir ağacım adım mürdüm
Efendim istedi büyüdüm.
Uzadım geçtim boyunu
Gölgeme kurdun evini
Uzadım evin boyunca
Serpildim sevgin boyunca
Betim bereketim belli
Eriklerim ballı ballı
Dallarım var yetmiş kollu.
Yoluna koymuşum başımı
Efendimi bekler dururum.
Eli değmezse elime
Mutlak kahrımdan ölürüm.
Yabancı al bu eriği
Götür efendime göster

De ki: Senin maydanoz mürdüm
Büyüdü ellerinden öper.

Mürdümü kopardığım gibi, yedi katlı apartmanın yedinci katına tırmandım. Bizimkinin efendisi yedinci katta oturuyor. Ve gübre üzerine çalışıyordu. Müthiş zengin olmuştu. Mürdümün selâmlarını ve sitemlerini ulaştırdım. Güldü, rafların birinden bir kutu suni gübre aldı.

- Bunu bol su ile mürdümün dibine dökün.

Bir kat daha serpilir. Meyveleri de bir kat daha büyür.

Yedinci katın penceresinden şöyle bir bakmak istedim. Başım dönüyordu!. Ankara'nın ağaçları yedinci kattan birer maydanoz fidanı gibi görünüyorlardı...

Mürdümün vefasız sahibine sordum.

- Erik ağacının yedinci kata kadar uzayabilmesi için dibine bundan kaç kutu dökmek lazım?

Mürdümün efendisi gülmeye başladı.
- Çok şakacısınız! dedi.

İnsanlarla ağaçların birbirine karışan kaderlerini düşünerek yola çıktım. Ağaç boyu, insan boyu, ev boyu, apartman boyu, derken İstanbul'da Sarıyer'de bir mezarlık hatırladım. Unutulmuş, kimsesiz bir mezarlık. Yan yatmış taşların yanı başında İnsanı korkutan boylarıyla mezarlık servileri uzanmıştı:

Hem niçin ağaç alıp başını
Bu kadar uzaklaşsın ölülerimizden
Servi boyundan utansın
Toprak şehvetinden ...


Durup dinlenmeden ölümden bahsettiğinden olacak, servilerle başım hiç hoş değildir. Evlerimizin yatışı ile onların göklere dikilişi arasında her zaman bir rahatsızlık duymuşumdur. Hele o bütün ağaçlara meydan okuyan boyları yok mu? Ama ağaç istediği kadar uzasın, bir türlü bizim apartmanların boyuna ulaşamayacak. Biz kat üstüne kat çıktıkça ağaç ne halt etsin. Ağaçlarla evler arasında bir düzen kurulmadıkça bir şehrin tadı tuzu kalır mı?

Ankara'nın en güzel yeri neresi deseler hiç duraklamadan: Bahçelievler derim. Evlerle ağaçlar orada ne güzel anlaşmışlar. Her evin meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçesi olunca çocukluk bambaşka bir tat alıyor. Her çocuk ağzını burnunu komşunun meyveleriyle değil, kendi bahçesindeki meyvelerle boyuyor. Erikler, kayısılar, kirazlar, vişneler. Hele o vişne ağaçları. Yaz rüzgârı bahçeyi dolaşırken vişnelere değer değmez, ateş alev tutuşuyor. Mahalleyi bir meyve balı kokusudur sarıyor.

Cennet, herhalde böyle bahçelerle süslü olmalı, diyorum. Herkesin bir evi, her evin bir bahçesi her bahçenin meyve dolu ağaçları.

Sonra başkalarının bahçesinde meyveleri taşlayan çocukları hatırlıyorum:

Cürmün çağla taşlamaktan
Yaran böğürtlen dikenlerinden
Ölümün ağulu dutlardan olsun.

Hiç yorum yok: