RSS

2 Eylül 2012 Pazar

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / SAĞDAN FINDIK SAY!

HORON



At Üzerinde Aşıklar




SAĞDAN FINDIK SAY!


Oy Tirabzan Tirabzan
İçi kalayli kazan
İçinde bulunur mu
Benum derdumu yazan

Tirabzandan çıktım başum selamet
Giresuna gelduk kopti kıyamet
Metropolit vatan sana emanet
Mahacirluk şimdi büker belumi







Trabzonlunun başı öteden beri (I) harfi ile hoş değildir. Trabzon yerlisinin dilinde «ı»ların hemen hemen hepsi incelir «i» kesilir. «Ü»1er de, çoğu zaman noktalarını unuturlar. Kelime başlarında gelen «G»ler: «C» kesilir. «B»ler de çoğu zaman: «P». «T»ler de: «D». Mektep, medrese, okul. Fakülte bunlardan çoğunu siler süpürür,ama günlerden bir gün bizim «i» yok mu hani şu Tirabzan; kalaylıyı kalayli yapan «i» o günlerden bir gün olmayacak bir yerde sipsivri dilini uzatır. Aynı oyun bozanlığı arasıra «u» da «ü»lerin noktalarını bir tarafa atmakla yapar.

«Sağdan fındık say» hikâyesi bu yüzden tadına doyum olmayan yerli fıkraların en başlarında gelenlerdendir. Hani fi tarihinde bir yüzbaşı, başıbozukları teslim alırken deniz komutanlığına ayrılacak olanları seçmek için bağırmış:

-Karadenizliler bir adım ileriye.

Başıbozuklarda hiçbir hareket yok. Yüzbaşı bir daha seslenmiş. Gene hiç kımıldayan yok. Halbuki başıbozukların çoğunun Karadenizli olduğu da meydanda.

Yalnız deniz hizmeti, ötekinin tam iki misli uzun sürüyor. Trabzon ağzını çok iyi bilen yüzbaşı, şeytanın bile aklına gelmeyen bir çareye başvuruyor:

- Sağdan fındık say!

Başıbozuklar başlıyorlar:
- Fındık!
- Fındik!
- Fındıh!
- Finduk!
- Funduk!...

Akıllı yüzbaşı hiç sıkıntıya girmeden «finduk»larla «funduk»ları bir adım ileri çıkartarak seçeceğini seçer.

Trabzon yerlisinin geliyorum yerine celirim, gidiyorum yerine cidirim, taş yerine daş dememesi için okul şarttır. Hele daşın taş kesilmesi için ilk, orta, lise de çoğu zaman yetmez!...


Bu bizim memleket ağzı, sözü tatlı ve uzun bir konu. Bir ara genç yazar ve eleştirmecilerimiz bu konuya kancayı takmışlardı.

- Yazı dilinde memleket ağzını kullanmalı mı? Kullanmamalı mı?

Doğrusu üzerinde uzun uzadıya durulacak bir mesele. Bir yandan tarihimiz, bir yandan coğrafyamız dilimizi öyle ince ince doğramış ki, mesela Trabzon ağzı deyip geçmek kolay, ama Trabzon'un bir ilçesindeki ağız çoğu zaman öteki ilçesinden bambaşkadır.
Geçenlerde Trabzon ağzı üzerine oldukça dokunaklı bir olay anlattılar. Bizim Karaköy. Balıkpazarında rastlamışlar. Çocukluğu Trabzon'da geçmiş bir Rum, Balıkpazarındaki meyhanelere uğradığı zaman yana yakıla Trabzonlu denizcileri aramış. Meyhanede konuşulanlara kulak kabartır, su katılmamış bir Trabzon ağzı ile konuşanlara rastladı mı, derhal yanaşır, kendini tanıtır, onlara bol bol izzeti ikram ederek mümkün olduğu kadar konuşmalarını sağlarmış. Onları dinlerken bazen müthiş keyiflenir, bazen de gözleri dolarmış.

Hele tam kendi köyünün dilini konuşan bir Trabzonluya rastladığı gün sevincinden bütün meyhaneyi ayağa kaldırmış. Neredeyse Trabzonluyu işinden gücünden edecekmiş. Trabzonlu Rum, memleket ağzına öylesine hasret kalmış ki, sonunda denizcilerden birini maaşa bağlamış. Denizci ara sıra meyhaneye uğrayacak, yolda başından geçenleri tatlı tatlı anlatacak, hasretlik de bir tek kelime söylemeden dinleyip efkârlanacak.

Bundan otuz, kırk sene önceki bazı Trabzon köylerini bilenler, bazı Rumca türkülerdeki kelimelerin yarısının Türkçe olduğunu, buna karşılık bizim bazı türkülerde de tek tük Rumca kelimelerin serpildiğini görenler, Trabzonlu Rumun niçin efkârlandığını kolayca anlarlar.

Trabzonlu Rum dedim de aklıma geldi. Ben memleketten çıkalı yirmi beş sene oldu. Şimdi memleketi gözümün önüne getiriyorum da o zaman gördüğüm yapıların en güzelleri, en rahatları, en genişleri hep Rum evleri idi. Kahyanidis'in köşkü, yahut Kostakin'in köşkü derlerdi. Tam manasıyla Avrupa yapılarını hatırlatırlardı. Trabzon'u düşündükçe bu yapıları hatırlar ve kendi kendime sorarım:

- Nasıl olmuş da, bizler bu toprağın bütün kahırlarını çekenler, kargacık burgacık evlerde oturmuşuz da Rumlar hep kendilerine böyle güzel güzel yapılar kurmuşlar.

Bu soruya iki cevap bulurum. Bunlardan birisinden kendimi sorumlu bulmam.

- Elbette kendilerine güzel evler yaptırdılar, çünkü senin dedelerin bugün şu cephede, yarın ötekinde savaşırken, aslan gibi gittikleri cephelerden bütün yaşama güçleri yıpranmış dönerlerken, kuşaklar boyunca şehitler birbiri arkasına dizilirken onlar bu toprağın en kârlı işlerini ele alıp büyük paralar kazandılar. Yemen neresi, Kalanıma deresi neresi?

Yalnız Trabzon'da mı? Anadolu'nun yüzü gülen bütün vilayetlerinde yapıların en beyazları ya Rumdur, ya Ermeni değil mi? Sıvas'ın eski adı Aziziye, şimdiki Pınarbaşı'nda dört sene oturmuştuk. En güzel yapılardan birisi İneciyan'ın evi idi. Bu bir tesadüf olabilir mi? Sanmıyorum. En önemli sebebi bizim ha bire bir savaştan ötekine yıpranmamız değil midir?

Kendimi sorumlu bulmadığım taraf bu. Ötekine gelince, bundan kendimi ve bütün benim gibileri sorumlu tutuyorum. O da şu:

- Biz, Anadolu çocukları, Trabzonlular, Erzurumlular, Sıvaslılar, Adanalılar. Bütün illerimizin okuma yazma, yüksek öğretim basamaklarına tırmanma fırsatı bulan aydın çocukları! ... Bizler memleketimizden bir çıktık mı bir daha: Ya kısmet! Eğer devlet baba bizi doğduğumuz yerlere, kaymakam, savcı, doktor, vali; mebus olarak yollamasa yok mu; doğup büyüdüğümüz toprakları arayıp sormak hak getire!...

Anadolu'nun yüzü gülen şehirlerinde o güzel yapıları kuran Rumlar Ermeniler var ya, onlar da çocuklarını Avrupalara, Amerikalara yüksek öğretime göndermişler. Ama bu çocukların hepsi İstanbul'dan transit geçip soluğu gene Anadolu'da almışlar. İstanbul'u küçük gördükleri için değil, doğup büyüdükleri yerlerde mükemmel bir hayat sürdükleri için...

Benim babam Trabzon mebusu idi. Bir ara piyanoya karşı dayanılmaz bir sevgi duymuştum. Piyanomuz yoktu. Masanın üstüne tuşları çizer, parmak eksersizleri yapardım. Komşumuz Rumun evinde küçük, büyük iki piyano vardı. Ve kendileri gübre üstüne çalışırlardı...

Diyeceğim şu ki dostlar, bizler memleketten bir çıktık mı pir çıkıyoruz. Peki memleketin aydın çocukları birbiri arkasından İstanbul'a, Ankara'ya yerleşirse o güzel yapıları kim kuracak? Trabzon'un Maçka ilçesinde doğmuş aydın, Maçka'ya ömrü billah uğramazsa piyanoyu Maçka'ya kim götürecek? Kim çalacak, kim oynayacak?

Kemençeye, horona can kurban ama, bütün bir ömür boyu da horon çekilmez ki...

Hiç yorum yok: