RSS

12 Mart 2017 Pazar

MELİH CEVDET ANDAY II



MELİH CEVDET ANDAY ŞİİRİNDE ZAMAN / TARİH


Füsun Akatlı
Cumhuriyet Dergi – 28 Eylül 1995



Melih Cevdet Anday'ın, "Garip" akımının diğer iki şairiyle birlikte yayımladığı "Garip"in yayım tarihi olan 1941'i bir kronolojik başlangıç olarak alırsak, 54* yıllık bir şiir geçmişiyle ve birikimiyle karşı karşıyayız bugün. 11 şiir kitabı! Şiiri üzerine birkaç söz söylemeye çalışacağım kişi; çok yönlü bir kültür adamı, bir "atlet komple". Şair, romancı, denemeci, oyun yazarı ve sözcüğün gerçek anlamıyla, bir düşünür. Çağdaşlık bilincine sahip bilimlerle, felsefeyle ve edebiyatın dışında kalan sanatlarla da hep canlı, diri tuttuğu bir ilişkisi var.

Melih Cevdet Anday'ın; hiçbirinde yüzeysel ya da "amatör" kalmadığı diğer etkinliklerinden, arkadaşlarım söz ettiler/edecekler. Bu etkinliklerin onun şair kimliği ile etkileşimleri üzerinde durmak, sözü şiirden uzağa çekmek olur. O itibarla, ben yalnıza şair Melih Cevdet Anday ile, ya da Melih Cevdet Anday'ın şiiri ile ilgili düşüncelerimi dile getireceğim, burada. Aslında, Melih Cevdet Anday ın şıiri, birinin çıkıp üzerinde konuşmasına, yerli-yersiz -mutlaka kimileri yersiz!- düşüncelerini dile getirmesine elverişli bir şiir değil pek. Bana sorarsanız, hiçbir has şiir, üzerinde gevezelik edilmeye elvermez. Ozellikle de Melih Cevdet Anday'ın şiiri; izlekleriyle, yapısıyla, dönemleriyle ve örnekleriyle, masaya yatırılacak bir şiirdir. Atölye (work-shop) çalışmalarına fevkalade malzeme olabilecek bir şiir. Onu yapamıyorsak (burada-şimdi yapamıyorsak) yapılacak en iyi şey, düpedüz şiirleri okumaktır. Ama madem ki bu iş bölümünde ben Anday'ın şiiri üzerine konuşmayı üstlendim, yine de söyleyecek birkaç sözüm olmalı.

Şöyle soğuktan, ya da kuru tarafından gireyim söze: Melih Cevdet Anday, yakın zamanda Yağmurun Altında'yı (1995) yayımladı. Geriye doğru gidersek; 1989' da Güneşte, 1984 'te Tanıdık Dünya, 1981'de Olümsüzlük Ardında Gılgamış, 1975'te Tekne’nin Olümü, 1970'te Göçebe Denizin Üstünde ve 1962'de Kolları Bağlı Odysseus çıktı. Garip'le, Kolları Bağlı Odysseus arasında ise, Rahatı Kaçan Ağaç (1946), Telgrafhane (1952) ve Yanyana (1956) yer alıyor.


Me1ih Cevdet'in 54 yıllık şiir birikimini barındıran 11 kitap, bunlar. Farkındasınızdır, bunları tuhaf bir sırayla andım. Önce geriye doğru ... Sonra, son üç kitabı (yani ilk üç kitabı) ise düz sırayla! Sözü Melih Cevdet'in zaman anlayışına getirmek için böyle yaptım.

Zaman kavramının önemli bir veri vardır Anday 'ın şiirinde. Ya da, Melih Cevdet Anday'ın şiiri üzerine konuşurken zaman kavramından söz etmenin bir önemi vardır. Zaman'ı hem süreç, hem tarih olarak düşünebilirsiniz.

"Akan Zaman, Duran Zaman" Anday'ın bir kitabına verdiği addır ve onu epeyce uğraştıran bir sorudur ... Ama "zaman"ı düşüncenin bir kategorisi olarak ele alacak olursak, şiiri oradan uzanıp kavramak şairin yönsemesine pek uygun düşmez. Şiirle felsefe ya da düşünce arasındaki bağlantıların Anday için taşıdığı anlama biraz sonra şu zaman meselesini bitirdikten sonra değineceğim. Zamanın art arda gelen anların bir sürekliliği olarak, yani soyut bir akış olarak tasarlanmasından Melih Cevdet fazla etkilenmez. Onunki; bir tarih kavrayışı, "eşzamanlıklar" tasarımı zemininde yayılan bir "zaman" dır. Gelecekten geçmişe doğru uzanan bir zaman. "Geleceği kavramak bizi geçmişe götürebilir. Böyle olunca doğayı, nesneleri, insan ilişkilerini başka türlü kavramak mümkün olur" diye düşünüyor şair. "Geçmişte öyle bir dönem olabilir ki, orada artık anakronik olaylar ve kişiler biraraya gelebilir" diyor ve birçok şiirinde bu izleği işlediğini görüyoruz. Kendisiyle yapılan bir konuşmadan şu sözlerini not etmiş ve üzerinde epeyice düşünmüştüm: "Zaman sorununa biraz da körükörüne inanıyoruz. Zaman diye bir şey var ki, geçiyor. Buna körükörüne inanıyoruz. Bundan şüphe ediyorum ben açıkçası." Bu düşünceyi sürdürerek şu sonuca varıyor Melih Cevdet Anday:

"Geçmişte kronoloji yoktur." Gerçekten de, bugüne ve geleceğe baktığımızda, öncelik, sonralık önemlidir. Çünkü biri yani önce gerçekken, (önce olan da, sonra olan da) aynı derecede gerçekliğe sahiptirler ve gözetmez. Melih Cevdet Anday'ın kendi şiirinden bu düşünceye verdiği örnek, “Troya Önünde Atlar” şiiridir. “Orada Homeros 'tan bir parça aldım, onunla başladım" diyor, "Dikkat ettim ki, Homeros atlardan insanlar gibi söz ediyor.Don Kişot’un atını da getirdim. Kısacası, değişik ve zamanlardan atlar alıp oraya koydum. Yani 'budur tarih' demek istedim. Ne diye sırayla okuyoruz tarihi?"


Bu çok ilginç zaman kavrayışının Melih Cevdet Anday şiirinde, tarih olarak, mitoloji olarak da, yer yer bir odak ya da bir eksen olarak algılanabileceği görülür. “Troya Önünde Atlar” şiiri, ya da “Ölümsüzlük Ardında Gılgamış” ın tümü ve “Teknenin Ölümü” nün büyük bir kısmı böyle okunabilir. Ama ben, Melih Cevdet Anday'da zaman konusunu bırakmadan önce, sizlere "zaman"ın şiirini başka iki örnekle duyurmayı yeğleyeceğim. 




ZAMANLAR

Hepsini gördüm ayrı ayrı.
Kuşların zamanı tunç rengindedir.
Tanrılardır taşın zamanı.
Denizin zamanı ölür dirilir.

Göğü tanıyamadım, yok ki,
Sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar,
Ama ordan iner o eski
Ölümsüz sevdaların zamanı kar.

Ve havlamayan dev köpekleriyle
İnsanın zamanı. .. Olmayan
Ama hayalet bir yasemin gibi kokan,
Toprağımız eşelendikçe.




ASMA


Denize bakıyorduk ikimiz de,
Çocukluğum ve ben. Kayık limanı
Şaşırttı düşüncemi zamanlardan.

Burda mutluluk bir kalıttır.
Alnının değdiği eski denizden,
Köpükten, geleceğin saklandığı,

Öpüşmeyi bilmezdin, bilmediğin
Gibi yedi renkli asmadan
Yapılmış burcu yok sevdayı.
Yanmış kömür yükünü düşüncemin
İndirdim yalısız kıyıya,
Bir midyeydi açtım zamanı.
İçindeydi zamanı ikimizin.



Melih Cevdet'in şiiri üzerine konuşurken ister istemez, düşünsel arka plan, felsefi temel gibi sorunlar geliyor gündeme. Bunları, şiirindeki kimi izlekler ve kavramsal malzeme çağırdığı kadar, Melih Cevdet Anday'ın, yazılarından tanınan düşünür kimliği de çağırıyor. İster istemez diyorum, çünkü felsefe, şiire girecekse çok yalıtkan bir kılıfın içine sığınarak girmelidir; yoksa kimyasal olarak şiiri bozar diye düşünürüm ben. Tarih de öyle, mitoloji de öyle ya, felsefe büsbütün öyle. Çünkü felsefe ağırdır -en ağırlarıdır- kolay kolay bileşime katılmaz, dibe çöker. Üstelik şiire zarar verdiği gibi, kendi de şiirden zarar görür. Oysa Melih Cevdet Anday'ın şiirinde bu karşılıklı bozuşmanın izlerini görmüyoruz. Nasıl girmiştir felsefe bu şiire, ya da girmiş midir?

Yine Melih Cevdet Anday'ın kendi sözlerine başvuracağım burada: Diyor ki: “Felsefi temalar bir şiir yazma olanağını tanıyor. Diyebilirim ki mistik bazı öğeler de şiiri çok daha kolay açıklayabiliyor…Bunlar şiire bir vesiledir benim için…

Burada önemli olan, şiirin bir düşünceye, bir ideale, kendinden başka herhangi bir şeye alet edilmemesidir. Şiir, şiir olacaksa, vesile mertebesinde durmaz. Oysa pek çok şey, bu arada düşünce öğeleri, felsefi temalar, şiire vesile olabiliyor. Türk şiirinde bunun en yetkin örneklerinden biri, Melih Cevdet Anday şiiridir. Daha da açıklıyor Anday tutumunu: "Her şiirin düşünsel bazı temelleri, bazı öğeleri vardır. Fakat bu temel öğeler, şiirin sesini buluncaya kadar işe yarar. Şiirin sesini buldunuz mu, temel öğeler kalkar ortadan. Şiir kendi kendine varolabilir. Şiir bir ses araştırmasıyla başlar. Düşünsel öğeler ancak belli bir teknikle, belli bir disiplinle birleşerek, belli bir yolda yürümesine yarar şairin" diyor.


Melih Cevdet Anday'ın şiirinde yapı ve ses; felsefi arka planın, ya da içerik çözümlemeleri sonucu elde edilecek "öz"ün önüne çıkar. Bu niçin ve nasıl böyledir? Kendisine sorarsam diyecektir ki, "Benim şiirlerimde düşünür gibi görünmem, aslında, düşünmeyi taklit etmekten ibarettir. Yani gerçek bir düşünce değil. Düşünceyi taklit etmek sözünde ısrar ediyorum. Çünkü şiir bir tavırdır."

Şimdi burada biraz duralım. Düşünmeyi taklid etmek sözünde, ya da sadece "taklid" sözünde bir değer eksilmesi, bir "asıl-suret" derecelenmesi sezinleyenler olabilir. Oysa tersine, şiir söz konusu olduğunda, düşünmenin ve düşüncenin yerine onların taklitlerini koymak; arıtma, yalınlaştırma, süzme, yoğunlaştırma, damıtma gibi bir dizi rafinman işlemi sonucunda gerçekleşir ve düşüncenin dilini yani kavram dilini şiirden dışlama sonucunu doğurur. Bu ise; şiirin özgürleşmesi ve kurtulmasıdır. Melih Cevdet Anday'ın aforizma gibi bir sözünü daha eklemeliyim hemen buraya:

O diyor ki
“şiir ayıklanmış bir yaşantıdır.”


Bunları söylemekle, şiiri yapıya ve sese indirgemek, içerik ya da "öz" denen öğeyi yadsımak istediğim sanılmasın. Bunu ben yapacak olsam, Melih Cevdet Anday'ın on kitap dolusu şiiri çıkarılır karşıma, beni yalanlayacakken yetkin örnekler olarak. Hayır, indirgeyicilik, biçimcilik vs. yapıyor değilim. Yalnızca, hazır önümüzde şiir üzerine çok düşünce üretmiş bir şair ve onun "corpus" u dururken, şiirde içerik ve biçim konusunda ileri sürülebilecek en tutarlı sözleri onun ağzından yinelemek istiyorum. Bakalım, ne diyor Melih Cevdet Anday?


"İçerikle biçimi ben bir türlü göremiyorum. İçerik demek, bence, sesle biçimin birleşmesi demektir. İkisi birleşince, içerik ortaya çıkıyor. Eğer yalnız içerik var da, ses ve biçim birliği yoksa, içerik de yoktur. Şiirde içerik, ancak böyle vardır.”


Bu sözleri değerlendirebilmek ve doğru anlayabilmek için, şiirle kesintisiz bir ilişki içinde olmak gerekebilir. Bunu en iyi yapabilecek olanlar da, belki şiir konularından çok, şiiri yazanlardır. Ancak onlar bu bilinçle yazdıktan sonradır ki, biz ürüne bakıp poetikalar üzerine tartışabiliyoruz. Melih Cevdet Anday'ın çok ünlü bir şiiri vardır, ta 1950'lerde yazılmış, ama hiç eskimeyen, eksilmeyen...

Belki çokları ona içerik olarak baka gelmişlerdir. Bakın okuyalım ve şairin ses-biçim birlikteliği olarak tanımladığı içeriği orada yakalamaya, duyumsamaya çalışalım:


ANI

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma


Nerdeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma.


Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma


Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken o dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma


Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur sade
Davranışınız geliyor geliyor aklıma


Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.


Yapı ve ses konusunda söylenecek daha başka şeyler de var kuşkusuz. Şiirin genel geçer doğruları yanında; her şair, özel olarak incelenmeyi gerektiren özgün yapı ve ses çözümleri ile gelir. Başta da söylediğim gibi, Melih Cevdet Anday şiiri için bu incelemeye girişmek bir atölye işi olurdu. Ben bu konuşmamda elden geldiğince ve kavrayabildiğimce, Anday'ın kendi diişüncelerine sadık kalma ve izini sürme yaklaşımını benimsedim ya, yine aynı yaklaşımla, şiirde yapı, biçim ve ses öğelerinde bağlantılı olarak Melih Cevdet Anday’ın ne düşündüğüne bakmak istiyorum: Bir defa o, Valery'nin şu pek hoş deyişine inanıyor:

Valery, “Sen kafesi yap, kuş gelir” demiş ya!

Ama o kafesi nasıl düşünüyor? .. Bitmişine, yani içine kuş gelmişine bakılacak olursa, nedir kafes, nasıl algılanır? Melih Cevdet, “Şöyle bir şiirsel savım var benim” diyor, “Biz bir görünüyü tam olarak algıladığımızı sanıyoruz; oysa bu görünü çeşitli öğelerden kurulmuştur. Bu öğelerden biri değişirse, bütün görüntü değişebilir. Satranç tahtası gibi. Herhangi bir hamle bile, oyunu değiştiriyor. Yağmur yağmadan önceki görünü ile, yağmur yağdıktan sonraki görünü bütün öğeleriyle değişmiştir”

Öyleyse kurulan yapı, şiirsel yapı, bir matematik işidir. Şiirle matematiği yanyana düşünmek, hiç de yadırgatıcı gelmemeli. Aslında yapı denen şey, her zaman bir matematik, bir geometridir. Ama isterseniz, biraz ürkütücü gelebilecek olan matematiği bırakalım da, müziği alalım. Aslında matematikten hiç de farklı olmayan müziği.

Melih Cevdet Anday'ın "ses", "ses" dediğinin matematikle olan ilgisi, müzikle olan ilgisi apaçıktır. Tek farkla ki, bu "ses"gönyeyle ya da diyapazonla bulunmuyor! Nasıl bulunduğunu ben size açıklayabilecek durumda değilim elbet. ama vezin konusunda birkaç söz söylemiş Anday. Onları aktarayım.

Belki bir ışık tutar bize.

"Aruz vezni çok güzel bir vezin. Çünkü uzun ve kısa hecelerle bir uyum sağlıyor. Fakat kendini çok gösteriyor. Böyle olmasa, aruzla yazardım. Hece veznindeyse, tekdüzelik beni rahatsız ediyor. Serbest vezne gelince, yaşlandıkça isyan ediyorum buna. Herkese şiir yazma hevesi veriyor. Ne desen olur sanki! Ben buna bir çare bulduğumu sanıyorum:

Tek heceli, değişen dizeler kullanıyorum. İki bağlar insanı, tek bağlamaz. Dolayısıyla tek heceli dizeler bir özgürlük verir okuyana, rahat nefes aldırır ve bunları değiştirerek kullanmak, özgürlük duygusunu daha bir uyandırabilir."


Veznin aritmetiğinden 'ses' e atlamak zor değil artık. İsterseniz, "ses" kavramının bir de şiircesini okuyalım Anday' dan. Belki kavramlardan imgelere dönmek, şiir üzerine düşünürken daha rahatlatıcı olacak.

SES

Uyandım ki ses içinde kalmışım
Yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim
Aralanan deniz kapısının sesi bu
Silkelenen güneş tavuğunun sesi
Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi
Ağaç biçimindeki ses borusunun,
Yarınki buğdayın, devinen kemiğin,
Tarihsel bileğin, direncin sesi bu
Oynaşan arabanın, kucaklaşan atların.
Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi
Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel
Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin
Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi esrik
Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi
Kıyıda öpülen dudak, yağmurda öpülen dudak gibi
Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi
Kutsal oyuncaklar gibi.


Şiirde ses, ne sadece vezindir, ne kafiye, ne tartım (yani ritim). Bunların hepsi ve hiçbiri olan bir duyum-algı birlikteliğidir. Ki okuduğum şiirin imgeleri, bunu bize öğretmiyor ama duyumsatıyor.


Melih Cevdet şiirinin haritasını taramaya girişmedim bu konuşmada. Girişsem üstesinden gelebilir miydim, o da ayrı konu.

Ama şairin, insan yetilerinin birkaçını birden şair yeteneğinin hizmetine koşarak, zahmetli bir üretim sürecinin meyveleri olarak ortaya koyduklarını, şiirin okuru olarak alımlarken bizim zihinsel sürecimizin izlediği yolu, burada hep birlikte irdelemek ve tartışmak çok anlamlı olmayacaktı. Nihai sonuç, bir zenginleşmedir. Zenginleşme olanağını, şiir üzerine ileri geri laf1arla tıkamaktan her zaman kaçınırım ben. Onun için sadece, bu şiir haritasındaki yükseltilerin, koyakların, kıvrımların kimilerine uğrayıp geçtim. Arada okuduğum bir-iki örnekle de o şiirin ikliminden esintiler aktarmaya çalıştım. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkürler…


*Yazının yayınlanış tarihine göre...

Hiç yorum yok: