RSS

12 Mart 2017 Pazar

MELİH CEVDET ANDAY IV



TEKNENİN ÖLÜMÜ
Melih Cevdet Anday
Sander Yayınları / 1975

UNUTMAK KUŞLARDIR


Böceklerin çerden çöpten kurduğu
Sabahı ne çabuk unuttuk
Eski zambağa yağmur yağıyordu,
Demin boyadığı buruşuk
Gökte ay gitmiş gitmiş gitmiş
Yeniden büyümeye günün adadığı
Yıkılmış taçkapı.


Sabahı ne çabuk unuttuk
Sabah ki okunmamış eski yazı,
Ya soldan sağa kelebekle,
Ya kamışla aşağıdan yukarı,
Siliniverirdi çarçabuk.
Uykusuz bir çiçeğin adıdır belki de
El değmezliğinde.


Eski damların tarlası üstünde
Sabahı ne çabuk unuttuk,
Unutmak kuşlardır ölümsüzlüğe
Ve yırtık paçalı korkuluk.
Her şey o kadar eski eski eski
Ve sabah, kuşları uyandıran evliya,
Döner tanrısına.

ATEŞ YAKARKEN


Ateş yakarken öğrendim taşları.
Gün görmüş beyleri dünyanın.
Buğdayı taşla kırıp kaçmış
Bize ekmeği esinleyen tanrı.
Soluğu safir gibi tüten
Verin sadeliği çileden çıkarıyor.
Göğe sığınmak zor.


Dereden altın akar güzün,
Deniz bırakır şaraplık yakutlar
Kızıl koylara sabah erken,
Bir taşın dönüp bana yol sorması
Boşaltırken vadileri gün,
Gökyüzü sonsuzluğun taşına çıkmıştır,
Elmas gibi sağır.

Büyük taşlar, ay eskitmiş onları,
Sormuş fosforlarını bütün.
Evrenin neresindeyim ben,
Taşları kaldırsalar bulurlar mı?
Dün şafakta bıraktığı yerden
Göğün arasında inci arayan gece
Bulmuştur kendince.

KAYIK


Güzü kuşlarla oyaladık,
Başka dünyaların ağaçlıkları,
Vakitsiz rüzgârıdır artık
Düşünceyi savunusuz bırakan.
Yağmurlu bayırlar unutulmuyor
Ve boşalmış parkın içindeki bakışma
Sorudan soruya.

Şaşkınlık, yalınız şaşkınlık,
Yüzlerde okunanların eşyaya
Vurması, saksılara ateş
Dikilmiş gibi gözlerle yansır da
Arkların uğultusunda güneş,
Kana döndürür taşın toprağın rengini
Kokuların zehri.

Çoktan ölmüş bir kadın bu çağ,
Eskimiş kıyıya vuran denizde
Çiçeksiz bir sevda kayığı,
Süslü bir at ıssız bir yerde,
Ve çan kulelerinin göğündeki kuşlar
Rüzgârsız durmuşlar.

Bir yıldız var gökte.
Ve kıyıya vuran deniz.

HÜZÜNLÜ
BİR AKŞAM BORUSUNUN
EZGİSİ İÇİN SÖZ



Av bitti, titreyen borular
Akşamı kovalıyor köpeklerle
ikimiz içinse yarına kadar
Topal Hephaistos'la nar ateşte
Dövülecek üzünç namluları var.

Kemikten yapışık kardeşler gibi
Vurgun yemiş tinimle kutsal tenim
Ah biri kanatsız ateş böceği
Siz boğumlu deyin, ben eklemli diyeyim
Toprak yutan arısıdır öteki.

İki dilli yazı bulundu alnımızda
Tapısını bire indiren Amenofis
Gizli gizli ağlar Güneş tanrıya
Hangimiz mutsuz kıral Hattusilis
Hangimiz ermiş mutluluğa.

Masallar dinlerdi sevdalı Cemşit,
Sindbad, balık gözlü Şîrin, Şehrazat,
Ey sevi. Afrodit benzeri dikit,
Kaç çeşit demir deldi Ferhat,
Hematitta, limonit, pirit.

Ufuk tüm ışıkları yedi bitirdi.
Harus'un kasrında ne aradığın?
Unutma, avutmaya geldik kendimizi
Ama tanrıları ölmüş Amaritler kırgın
Tahta idoller karşıladı bizi.

Kargışlı Şahinin başıdır deniz
Düştü mü kanlarla her akşam
Ormanlar içinde ikimiz,
Çıldırtan bir dumandır yaşam
Şeytanın kandilleri ve biz.

Kimi gün karıştırırım birbirimizi
Dirhemler gibi kurnaz tüccarın elinde,
Olur acıdan yoksarım kendimi,
Eski bir şatoda demir şövalye,
Ölmüş çoktan, boş kalmış içi.

Hem İskender'in talihli atıyım
Zaferden zafere koştum Küçük Asya'da,
Hem de Kıbrıs'ta satıldığım
Kıvırcık saçlı, mağrur Romalı'ya
Gün yüzü görmeden kömür çıkardım.

Olmuştu bahtımın Sultanı,
Zambaklar kraliçesi nice bir straliçe,
Kalbim ki menhirlerdir, suskun aşkı
Ansıtmak için dikilmiş yazıdan önce,
Unutansa ben gene, ben zavallı.

Hem Mesih'tim, hem Barabbas'tım,
Kim çarmıha gerildi o gün
Kimdi bağışlanan karıştırmışım,
Bugünse bağışlayan göğsün
Kollarını açınca ben çarmıhım.

Birdim iki oldum, iki iken bir
Ne yalnızken birim, ne de seninle iki,
Sevi de yalnızlık gibidir
Var yok eder durur kişiyi
Akşamları boru sesiyle gelir.

Bu sabahın konuştuğu dil
Ne dili?

BEN BAŞKA DÜNYADAN



Bu yaz ne de çok yağmur yağdı,
Ben başka dünyadan geldim, bilemem.
Bahçe ne kadar yanımızda,
Ne kadar yakın karanfil tarlası!
Bilgiyi arayan Gılgameş
Gibi kuşkumun kuyusunda gizlenecek
Ipıslak bir çiçek.

Şaşkın kuşların değil mi bu dünya,
Başka kimin olabilir ki!
Benim yabancılığım bitmeyecek.
Bu bakışmayı kim öğretti
Ağaçlara ki hep omuzlarında
Bilmediğimiz nice şeyi bilen suskun
Göğü sonsuzluğun.

Bu yaz ne de çok geyik geldi.
Yağmurda şebboy kokluyorlar.
Yalvacı birdir ateşin ve suyun,
Boş koyların yalnız denizi
Batan güneşin renginde taş arar,
Bana yeryüzünün gizini açıklayan
O köpürmüş orman.


ÇİÇEK SATAN KIZ


Boyalı yumurtalar evi sabah
Açtı salkımlar kepengini,
İçinde çıngırak başlı boynuzlar,
Dökük bir gökyüzü hevengi.
Bense tanrı gibi, değişmiyorum,
Donmuş kalmışım gözleri açık yontumda,
Benim nemsin doğa?

Duvarın üstüne çıkmış başaçık.
Dar gölgeye bakıp titriyor
Sokağın toplardamarı sarmaşık.
Acılar belki de boşuna,
Sanki biri konuşuyor usulca,
Arı ayağı gibi, tan yaprağı gibi,
Avutuyor beni.


Döndür beni katırtırnaklarına.
Omuzlarına güvercinin
(Uçları sivri çoban kepeneği)
Yağmurlara döndür öğleyin,
Sıcak yosuna, saatlı duvara,
Çiçek satan âmâ kızın eline döndür,
Böğürtlene döndür.


YEDİ DALGA


Sıvacı kuşu bekledi uykusuz
Sabahın çanak yaprağını,
Nisan gümüşünün kar sevincinde
Parıldar hüznümün bıçağı.
Parıldar o avutucu bilgelik,
Dante'nin soluklarını duyuyor musun?
Bekle, ağaç olsun.

Kıyıda bir titreyiştir başladı,
Kırmızı bir teldir çünkü su,
Gökyüzüne değen dişi bir çandır
Kanat yapıverir billûru,
Bağrımdaki kara gülü ay yapar.
Yüreğin çırpınışını duyuyor musun?
Duy da kuşlar olsun.

Altın tozundan mersinin dibinde
İki damla ateş böceği
Yakmış külden giysisini gecenin,
Ya da günün gerindiğini
Taşır yedi dalga ile periler.
Pan'ın çaldığı kavalı duyuyor musun?
Katıl da gün olsun.

ZİNCİR


Ormana karşı Aralık akşamı,
Dört yıldız var gökte, bir ki üç,
Pencereye dikmiş gözünü saksı,
Saksıları dikilmiş buhur,
Bu saatte yüksek sesle okunur
İlk sözcüklerin karanlığına dalmışız
Konuşmadığımız,

Susmuş denizi düşünmek güç,
Beklemek, ay çıkacaksa korudan,
Bir şey sona erecek gibi,
Kanat gerip sıkıntıyla bağıran
Kuşların sesinden de belli,
Ve soluk kesmesi ay çıkacağa yakın
Evdeki eşyanın.

Ufuk zincirlerle çekilir
Ardında ateşler kaynayan hörgüç,
Eskiden yaşamış gözsüz ozanlar
Ya da Zühre çıkana kadar
İlk yazıyı yazan kutsal el midir
Bilgi ve bilgisizlik denizini baştan
Saf ayla dolduran?


DUVARLAR


Döner batıdan doğuya duvarlar
Yüksek surlu Uruk'tan beri
Muskalar asılı boyunlarına.
Kalkıp açarsın pencereyi
Ayışıklarında yeminli çırak
Yüzyılların balığı, çansız kule,
Ayalı beş parmak.

Yıldız evinde gök gibi kaygılı,
Kokusuz büyük gülleriyle
Döner batıdan doğuya duvarlar
Atlas'ın durgun görkemiyle.
Kireçten beneklenmiş karanlıkta
Söyler ölümlülere sessiz ağıtını
Çamur karan mala.

Döner batıdan doğuya duvarlar
Gökle yıkanmış sabahleyin
Uygarlıkların gizemli çekülü
Tutuk dili çaresizliğin
Varoluşun uykusuz atı
Gözlerimi açınca ilk sözdür, ilk emek,
Bize dargın tanrı.

Bey arıya ağarken yol gösteren
Kafesi kör kırlangıçların
Döner batıdan doğuya duvarlar,
Dirilttiği ölü İsa'nın,
İsrafil'in tıkanmış suru,
İkiye bölünenleri ikiye bölen,
Toprağın egosu.

TEKNENİN ÖLÜMÜ


Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz ...
Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Denizleyin inip çıkan önümde
Bir tanrının atardamarı.

Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
Günlerce yekesiz, yelkensiz
Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,
Ne çok harman gördüm köpükten beyaz ...
Açtım, yorgundum ama uykum yoktu
Güneşler hâlâ sağımda solumda,
Sürer gibiydi açık deniz.

Deniz en ince hayvanı belleğin
Nerden kalktım, o rıhtım, o çan ..
Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!
Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.
Deniz en ince hayvanı belleğin
Bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
Görünür zamanı yaratan.

Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda
Öldüğüm gün de bilemedim.
Hep o sallantı, o devinim, o avcı
Bayrak, bir az aş tenceresi, bir az
Küfür, karı kız öyküleri, sonra
Dipteki ölülerin fısıl fısıl
Konuşmalarını dinledim.

Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik
Yeli kımıldadı, kan gibi.
Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat. katran,
Boya kutuları, sünger, tel ve gaz ...
Derken gün kokulu yüreğimdi ilk
Yapının boş gömütünde dikili
Sabırsız kaburgama çarpan.

Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Süt, kan olmak için devinir
Tohum bildi herkesten önce ekmeği
Gün, denizi salıvermeden batmaz.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
Denize inmesi nedendir?

Ah yalnızlığın gömük kapıları,
Aysız ayışığı gibiydim,
Geceleyin gece, gündüzleyin gün
Gibi suyun altına vuran yalaz.
Ah yalnızlığın gömük kapıları
Bir yağmuru dinlercesine bütün
Anları içiçe bilirim.

Bir tekne her zaman düşüncelidir.
Bizimle demirledi gece.
Karaya çıktı tayfalarım uykulu.
Pruvamda çok acaip bir yıldız
Konmak istercesine gider gelir,
Suları budanmış bir yolculuğu
Sürdürmek isterdi kendince.

Kara yakındı önce, ödağacı
Kokusu sarmıştı geceyi.
Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,
Fosforlu sesi kabarık ve ıssız.
Lale rengindeydi şimşeğin dalı,
Güney doğunun yangını pembe
Nakışlı bir kase gibiydi.

Unutmak istemiyorum bunları,
Göğün damarlarını gördüm,
Fırtına kırının yaban keçisini,
Koşar küpeşteme saçsız sakalsız...
Ağaç gibi yırtılan karanlığı,
Koca kulaklı lodosu, o fili,
Ah yay biçimindeydi ölüm.

Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Aşkın altın yasasıdır o.
Bir gün kum uyanır, ay gıcırdarsa
Çalınırsa bir gün gömük kapımız
Kalamazsın sabaha inen suda,
Kalk kürek, yola düşmenin sırası,
Aşkın altın yasasıdır o.

Kükürt rengindeki ağzı gecenin
Üfürdü huysuz karanlıkta
Sintineme düşçül bir ateş böceği,
Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,
O böcek oldu yangını teknemin.
Anladım kuşun, yıldızın gizini,
Başladım usuldan yanmaya.

Söndüremezdi kimse bu ateşi,
Kıyıdan kesilmiş sularda,
Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak,
Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.
Devirdim bütün yüklediklerimi
Ve demiri uykuda bırakarak
Bindirdim eskil kayalara.

Parçalanıyordum kimse bilmeden,
Ateştim cevizin içinde,
Ve bir gece içinde bilmeden öldüm.
Ey gece, nereden yol bulacağız,
Ey yaralı göğsüme düşen yelken,
Ya sen kürek, solmuş rüzgâr gülüm,
Ya sen ne diyeceksin, söyle!

Deniz durdu, mumyası yıldızların
Erir gün görmüş kayalıkta,
Ve yürüdü sabah, denizin ineği.
Ölünce ne yapsak sabah oluruz ...
Ah kara yakındı ve darma dağın.
Kuşları durmuş zaman kadar eski,
Taşları hüzün olan kara.

Kopmuş uykunun iskeletiyim ben,
Artık yelin göğsü olamam.
Gördün mü ölümün gözündeki rengi,
Söyle, ölüp dirilen tanrı, Tammuz,
Ay yapraklarının indiği bu dam,
Eski düşleri taşır mı yeniden,
Koca karınlı kuşlar gibi.

Bir yanda parçalanmış teknem durur,
Sert tütünüyle gün bir yanda.
Kara yakındı önce, hem çok yakındı,
Elimi uzatsam tutardı ama
Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Bütün ölüler unutulur,
Yaşayanlar kalır tek başlarına.

Akşamleyin kaptan, bir kaç gemici
Gelip dizildiler kıyıya.
Tutunacak bir tekne arar gibiydi
Ayağı kayan meltem ve cigara
İçerek konuştular gizli gizli.
Bense dalgın bakıyordum, boşuna
Koparılmış süsendim sanki.

Çalıştılar bir hafta, ağustosun
Altısında bütün iş bitti.
Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.
Tüter el ayak, tüter ıslak odun,
Denizin uzaklardan getirdiği
Yabancı, anlamsız bir şeyim.


ARAMA O AĞAÇLARI


Artık arama o ağaçları,
Yaz öğlesinde kırmızı dutlar gibi
Masaya yanıp sönerek dökülen
Işığın ve gölgenin anısını.

Artık arama o ağaçları
Altında kimse yok artık
Yalnız beyaz örtüde gölge ve ışık
Bir yanıp bir sönüyoruz.

Hiç yorum yok: