RSS

12 Mart 2017 Pazar

MELİH CEVDET ANDAY V



«TROYA ÖNÜNDE ATLAR» İÇİN BİRKAÇ SÖZ »
M. Cevdet Anday / Varlık Dergisi, Kasım1972



Bu derginin ekim sayısında çıkan «Troya Önünde Atlar» adlı şiirim için bir açıklamada bulunmak gereğini, önce orada kullandığım iki Hintçe ve bir Almanca söz dolayısiyle duydum. Fakat böyle bir işe girişince de, esin kaynaklarım, alıntılar ve konu üzerinde kısaca durmanın yararlı olacağı düşüncesine vardım.

Paris’in dağa atılması masalında, bana çelişkili görünen bir sorun bulagelmişimdir. Troya Kralı Priamos’un karısı Hekabe’nin, Paris’e gebe iken gördüğü korkulu düşü yorumlayan kâhin, doğacak çocuk yüzünden kente felâket geleceğini söylüyor; bu yoruma inandığı kesin olan baba, çocuk doğunca, yırtıcı hayvanlar paralayıp öldürsün diye onu İda’ya (Kazdağı) attırıyor. Çelişik durum şuradadır bence: Tanrılar istemlerini birtakım belirtilerle (bu arada düşlerle duyuruyorlardı, konumuzda tanrı sözcüsü kâhinin yorumuna inanılması, gerçekte tanrıların yargısına inanıldığını gösterdiği halde, nasıl oluyordu da ölümlü Priamos’un alacağı korunma tedbiri ile bu yazgıdan sıyrılınabileceğine güveniliyordu? Tanrıların saltık (mutlak) istemine inanç, savaşım yolu ile bu istemin alt edilebileceği görüşü ile birarada bulunabilir miydi?

Sorun, ilkçağlardan günümüze değin, değişik biçimlerde, tazeliğini korumaktadır. Tanrıları kurbanlar sunarak yatıştırma, tanrılardan kaçarak, gizlenerek korunma, zaman zaman da onlara karşı gelme, bir tanrıya karşı başka bir tanrının korunumuna girme umudu gibi çabalar ve eğilimlere mitolojilerde çokça rastlanıyor. Tek tanrılı dinlerde gene kurban, dua ve tövbe aynı işi görmektedir. Ayrıca. sözgelişi İslâmda irade-i külliye, irade-i cüz’iye biçiminde görünen bölünüm ise, kulun öteki dünyada cezalandırılabilmesi için bulunmuş gibi görünen bir sorumluluk töresini ortaya çıkarmaktadır; irade-i cüz’iye olmasaydı, kulun cezalandırılması olanağı ortadan kalkacaktı, bundan ötürü de kulun orantılı özgürlüğü kabul ediliyor. Demek konunun özü, insanüstü güçler isteminin saltık (mutlak) olup olmadığıdır. Doğa ve toplum yasalarına karşı bireyin durumu tartışmaları, konunun daha yeni biçimleri olarak görünür. Bireyin zorunluluk altında bulunduğu ya da özgür olduğu sorunu, Schelling’den Sartre’a değin çeşitli yorumlara yol açmıştır.

Paris’in dağa atılması konusunda ise, tanrıların istemi yerine geliyor sonunda. Demek çocuğun ölüme bırakılması, insan-üstü düzenin yenilmesini sonuçlandırmıyor; olsa olsa, sonuç belki geciktiriliyor denebilir, ama Paris dağa atılmasaydı da felâket gene zamanında ortaya çıkacaktı; çünkü Paris, dağ yerine kentte büyüyecek, gidip Helena’yı kaçıracak ve bu olay bir savaş nedeni olarak, biçilen süresi dolunca. belirecekti.

Bu konudan, tartışmağa katılmak için değil, şiirsel bir çalışmaya yön verebileceği umudu ile yararlanmayı kurdum. Gerçekte de bunların çoğunu. şiiri yazmadan önce değil, yazarken ve yazdıktan sonra düşündüm.

Çalışmalarım, başka sorunlarla da karşılaştırdı beni; geriye, gittikçe daha geriye baktıkça, tarihsel zaman başka bir biçime giriyor, hatta yok oluyor, ortaya anakronik bir geçmiş, giderek zamansız bir geçmiş bütünü çıkıyordu.

Bu geçmiş bir sıra olaylardan kurulu bir zincir değil, bütün bu olayların iç içe girdiği dural bir görünüm oluveriyordu artık. «Göçebe Denizin Üstünde» adlı kitabımdaki birtakım şiirlerde bu zaman sorununa takılmıştım, o zamanki düşüncelerimi daha da geliştirdim. Geçmişle gelecek birbirine karışıyordu ve şimdiki zaman şaşırtıcı bir kaypaklık içinde eriyordu. Sanki Paris’in doğması ile İlion’un yakılmasi arasındaki süre hiç geçmemişti ve bu bakımdan orakl (ona fal da diyebiliriz) tümden yitiririyordu anlamını, ya da zaman dışı bir saltığın kendi kendine konuşması oluyordu.

İlyada’nın XXIII. bölümünde. arkadaşı Patroklos’un ölümünden dolayı girdiği yastan çıkan Akhileus’un. Akhalı kahramanlar arasında düzenlediği yarışmalar yer alır. Şiirimin birinci bölümünde bu yarışmayı, anakronik bir yöntemle işlemeğe çalıştım. Homeros’un, «ölümsüz», «tanrısal» gibi sıfatlarla anlattığı atların arasına başka tanınmış atları da sokmakla geçmişi zaman bakımından arılaştırmayı denedim. Böylece uzaktan bakıldığında düş, düşün yorumu, önlem ve savaş tek bir parça durumuna giriyordu. Bu yolla, konudan, zaman sorununa geçmek olanağını elele etmeği düşündüm.

II. ve IV. bölümlerde geçen Almanca dize Goethe’nindir, «Bütün tepelerin üstü sessizdir» anlamına geliyor. Orada Almanca bir sesi gereksedim. Dize’yi bulmakta bana yardım eden Haldun Taner’e teşekkür ederim. Dizenin alındığı şiirin adı, «Wanderers Nachtlied»dir.

V. bölümdeki «Yat sat tat ksanikam» ve «Santana ksana dharmas» sözleri Hintçedir. İlki, «Her şeyin süresi göz kırpmak kadar kısadır» anlamına, ikincisi de, «Geçici varlıkların anlarının dizisi» anlamına geliyor. ikisi de Budizmin temel ilkeleri niteliğindedir.

TROYA ÖNÜNDE ATLAR


l. Koşu



Kör bir ozan anlattı bunları,
Atların da ruhu vardı Troya önünde,
Ta Hades’ten duyulurdu kişnemeleri,
Atsız bu kişneme ölüleri ürpertir,
Köpeği deliye çevirirdi.
Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,
Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı
İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.
Çünkü ölümsüz atları vardı,
Onları Poseidon vermişti babası Peleus’a,
Peleus da oğluna armağan etmişti.
Şimdi at!ar yas tutuyorlar Patroklos’a,
Yürekleri burkuk, toprağa değiyar yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına
O atları savaşta Aineias’tan almıştı.
Bir tanrı kurtarmıştı Aineias’ı.
Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,
Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,
Agamemnon’un kısrağı Aithe’yi, kendi atı Podargos’u.
Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.
Sonra Ruşen Ali kalktı, koştu Kır At’ı.

Her yanında çifte kanat
………………Bilmez yakını ırağı


Kendini beğenmiş Tahta At’ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed’in damadı Ali’ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,
Gözleri iyi görmüyordu.
Başını yana eğen İskender’in Bukephalus’u
Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı.
Güneyden yana bakıyordu ikide bir,
Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.
Eleid’in Babeica’sı, derken Rocinante çıktı
Ağlayarak.
………………Anlatma bana atları!

Bilirim ana rahminden gelir, gece, karanlık
Bir ahırda lâmba tutar biri, ışık titrer
Samanların üstünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu ...
Başını döndürür bakar, «Bana benziyor mu?»
«Sekili mi ayakları? »
………………Anlatma bana atları!

Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık
Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan
Kanatlı Pegasos! Gençliğim benim, oğlum!
Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öeü, gövdesiz kuş,
Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarası.
Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,
Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen
Koşu ... Atlar, atlar. Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hâlâ toynakları.
………………Anlatma bana atları!

Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup
Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,
Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.

TROYA ÖNÜNDE ATLAR


l. Koşu



Kör bir ozan anlattı bunları,
Atların da ruhu vardı Troya önünde,
Ta Hades’ten duyulurdu kişnemeleri,
Atsız bu kişneme ölüleri ürpertir,
Köpeği deliye çevirirdi.
Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,
Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı
İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.
Çünkü ölümsüz atları vardı,
Onları Poseidon vermişti babası Peleus’a,
Peleus da oğluna armağan etmişti.
Şimdi at!ar yas tutuyorlar Patroklos’a,
Yürekleri burkuk, toprağa değiyar yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına
O atları savaşta Aineias’tan almıştı.
Bir tanrı kurtarmıştı Aineias’ı.
Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,
Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,
Agamemnon’un kısrağı Aithe’yi, kendi atı Podargos’u.
Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.
Sonra Ruşen Ali kalktı, koştu Kır At’ı.

Her yanında çifte kanat
………………Bilmez yakını ırağı


Kendini beğenmiş Tahta At’ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed’in damadı Ali’ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,
Gözleri iyi görmüyordu.
Başını yana eğen İskender’in Bukephalus’u
Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı.
Güneyden yana bakıyordu ikide bir,
Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.
Eleid’in Babeica’sı, derken Rocinante çıktı
Ağlayarak.
………………Anlatma bana atları!

Bilirim ana rahminden gelir, gece, karanlık
Bir ahırda lâmba tutar biri, ışık titrer
Samanların üstünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu ...
Başını döndürür bakar, «Bana benziyor mu?»
«Sekili mi ayakları? »
………………Anlatma bana atları!

Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık
Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan
Kanatlı Pegasos! Gençliğim benim, oğlum!
Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öeü, gövdesiz kuş,
Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarası.
Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,
Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen
Koşu ... Atlar, atlar. Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hâlâ toynakları.
………………Anlatma bana atları!

Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup
Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,
Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.


III. Düş


......................................«Sabaha karşı,

gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren
Güvercin gibi sürekli aç bir saatta,
Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını,
Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını.»

Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın
«Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı.»


«Evet korktuk düşten, gereği buydu,
Elimizde değildi düşü yorumlamamak,
Yorumun gereğini yapmamak da öyle.
Çocuk büyüyünceye değin bekler yangın,
Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı,
Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna,
Şarap her zaman içilir ve bekletilir.
Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi,
Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi.
Bölmedik mi günü yediye, geceyi beşe?
Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi?
Biz atmadık ayı bunca uzağa doğumdan?
Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını?
Beklesin gizemli suda bekleyen kamış,
Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu,
Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak,
Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler.
Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler.
Sürer gider su, toprak, usun arsız otu.
Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven.
Sürer ölümsüz mutluluk, iç sıkıntısı.
Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak. »

………«Ah çok çekmiş yorumcu!

Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte
Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı?
Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk,
Gene bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk.
Umutsuzluğumuzun umudu.


………Git bul ormanda onu. »


IV. Dönü


Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü
Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın
Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını,
Tırmandıkça tırmanır çukur sularına
Göklerin.

………Aşağıda.

Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış
Surlarla yedi kez ıssız kalmış deniz arasında,
Düşle yangının iki kanadı arasında,
Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan
Ve acele söğütleri ölümün dilinden
Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile
Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında
Dönüyordu atlar ... Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hâlâ toynakları.
Bir yanda armağanlar bekliyordu: Bir kadın,
Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak,
Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap.
Bağırmalar, nal sesleri, toz duman ...
Über allen Gipfeln ist Ruh

………«Peki,

Dağa bırakılan çocuk ne oldu?»


V. Fal


«Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci
Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu.
Hem fal baktım. hem döğüşürdü yılmadan
Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş
Geçerken Fırat’ı. Aç bir köpektir fal.
Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.

Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin fall?
Macbeth’e kıral olacağını söyledim, olmadı.
Ama öldüreceğini söylemedim kıralı.
Zamanı uzatmak da elimde değil,
Kısaltmak da. Yat sat tat ksanikam.
Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti.
Yarın dündür, dünse daha gelmedi.
Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,
İniyor dağdan aşağı. .. Ne kadar zaman geçti?
Bilemem. O mu, değil mi, bilemem gene.
Bir lâmba yak, akşam başkadır ışığı,
Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.
Ama lâmba aynı lâmba.
Santana ksana dharmas. İnan, inanma. »

V. Fal


«Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci
Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu.
Hem fal baktım. hem döğüşürdü yılmadan
Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş
Geçerken Fırat’ı. Aç bir köpektir fal.
Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.

Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin fall?
Macbeth’e kıral olacağını söyledim, olmadı.
Ama öldüreceğini söylemedim kıralı.
Zamanı uzatmak da elimde değil,
Kısaltmak da. Yat sat tat ksanikam.
Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti.
Yarın dündür, dünse daha gelmedi.
Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,
İniyor dağdan aşağı. .. Ne kadar zaman geçti?
Bilemem. O mu, değil mi, bilemem gene.
Bir lâmba yak, akşam başkadır ışığı,
Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.
Ama lâmba aynı lâmba.
Santana ksana dharmas. İnan, inanma. »

Hiç yorum yok: