YAZ şafağını kucakladım.
Sarayların ön yüzlerinde hiç bir kımıltı yoktu daha. Ölüydü sular. Gölge yığınları orman yolundan ayrılmıyordu. Yürüdüm, ılık ve canlı solumalar uyandırarak, değerli taşlar bakışıp kaldı, sessizce kımıldandı kanatlar.
Daha şimdiden o serin, soluk parıltılarla dolu patikada ilk kımıltı bir çiçeğin bana tutup adını söyleyivermesi oldu.
Çamların arasında saçlarını çözen şelâleye güldüm: gümüş rengi tepede tanrıçayı tanıdım.
Tülleri birer birer tutup kaldırdım o zaman. O ağaçlıklı yolda, kollarımı salladım durdum. Ovalarda horoza haber verdim. Bütün kentte, çan kuleleri, kubbeler arasından kaçıyordu; mermer rıhtımların üstünde bir dilencileyin koşarak onu kovalıyordum.
Yolun ta üst yakasında, bir defne ormanının yanında, o top top olmuş tüyleriyle çevirdim, onu, o koca vücudunun ağırlığını birazcık duyar gibi oldum. Şafakla çocuk ormanın alt yakasında devriliverdiler.
Uyandığımda öğle olmuştu.
ÇEV: İLHAN BERK
23 Mart 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder