RSS

9 Nisan 2010 Cuma

NATHALIE SARRAUTE / Tropismes / YÖNELİŞLER / XXII. BÖLÜM

Nathalie Sarraute/ Yönelişler
Çeviri: Dr. MÜKERREM AKDENİZ
Bilgi Yayınları -1967




Kimi zaman, kendisini görmedikleri bir sırada, büfenin parmaklığı üzerinde elini yavaş yavaş gezdirebiliyordu, böylece etrafında, sımsıcak, canlı bir şey bulmaya çalışıyordu... Onu gören olmazdı herhalde, görseler de, tahtaya vurarak - pek yaygın, nihayet zararsız bir mani - "şeytan kulağına kurşun" diyor sanırlardı.

Eğer gizlice gözetlendiğini hissederse, bazı garip filmlerde olduğu gibi, ensesinde polisin bakışını sezen suçlunun yapmakta olduğu işe, hiç acele etmeden sallana sallana devam ederek, ona apaçık ve zararsızmış havası vermeye çalışması gibi, hafif hafif tahtaya dokunuyor, sağ elinin üç parmağıyle üçer kere vuruyordu ki, bu hareketin tam ve en etkili şekli böyleydi, gözetleyenleri inandırmak istiyordu böylece. Çünkü odasında İncil'i okurken yakaladıkları günden beri kendisini daha sıkı gözetler olmuşlardı.


Ona karşı eşyalar da oldukça çekingen davranıyorlardı, bu çoktan beri böyleydi, ta çocukluğunda, nesneleri kendisine çekip de varlığını varlıklarına bağlamaya, onlara dokunarak ısınmaya çalıştığından bu yana, “işletilmeyi”, onun kendilerini sokmak istediği durumu, yani “şairane çocukluk anıları” olmayı reddetmişlerdi nesneler. Çünkü insanlar onları yola getirmişler, terbiye etmişlerdi; iyi yetiştirilmiş uşakların renksiz ve kişiliği gizlenmiş anlamı vardı yüzlerinde; rollerinin ne olduğunu biliyorlardı ve işlerinden kovulmak korkusuyladır ki, onun gösterdiği ilgiye cevap vermekten kaçınıyorlardı.

Zaten onun, pek seyrek görülen, önemsiz, çekingen hareketi dışında, yapmağa kalkıştığı başkaca bir şey yok denilebilirdi. Budalaca manilerini frenlemeyi yavaş yavaş başarmıştı. Öyle ki, bunların sayısı, herkesçe normal görülen ve hoş karşılanan manilerden daha azdı artık. Posta pulu koleksiyonu - normal insanların hiç saklamadan yaptıkları şey - bile yapmıyordu. Hiç bir zaman, yolun ortasında duruverip,-eskiden dadısıyla birlikte çıktıklarında yapardı, bak şimdi! bak şimdi! diye kolundan çekerdi onu- etrafına bakınmıyordu, çabucak geçiyor, caddede trafiği aksatmıyordu; hatta en canlı ve çekici "nesneler"in önünden geçerken suç ortağı anlamı taşıyan şöyle bir bakışa bile yanaşmıyordu.

Kısacası, gerek anne ve babasının, gerekse dostlarının psikiyatri delisi olan yakınları bile, durumuna diyecek bir şey bulamıyorlardı, şu kadar ki, zararsız ve yorgunluk giderici bazı boş eğlencelere ilgisiz kalışını ve pek uysalca konformist oluşunu, belki de hafif bir bünye zayıflığı eğilimi olarak yorumlayabilirlerdi.

Bu halini ise hoşgörüyorlardı; çünkü yakından incelendiğinde, daha az tehlikeli bir durumdu bu, pek o kadar da edebe aykırı sayılmazdı.

Ancak, pek yorgun olduğu zamanlarda, başkalarının tavsiyelerine uyarak, tek başına şöyle bir geziye çıktığı olurdu. Ve, güneş batarken yaptığı gezintiler sırasında, kar altında, düşüncelerine gömülmüş ve tatlı bir anlayış dolu dar sokaklarda dolaşırken, evlerin kırmızı ve beyaz tuğlaları üzerinde ellerini gezdirir, duvara abanıp vücudunu hafifçe öne eğerek, ve daima hareketinin hoş kaçmayabileceği endişesi içinde, saydam camlardan bodrum katındaki bir odayı gözetlerdi. Yeşil bitkilerle dolu saksılar pencerenin önünde, porselen kaplara yerleştirilmişlerdi, oradan, sımsıcak, dopdolu bir hayatın sır dolu yoğunluğu içinde “nesne”ler, kendi ışıltılarından bir parçacık ona da verirlerdi -tanımasalar da, onlara yabancı olsa da- oradaki bir masa köşesi, bir büfe kapağı, patlak bir sandalyeden fırlamış hasır parçası, yarı karanlıkta belirlenir, orada öyle durup bekliyor diye, ona acıdıkları için, çocukluğundan bir parça olmaya razı olurdu.

Hiç yorum yok: