RSS

9 Nisan 2010 Cuma

NATHALIE SARRAUTE / Tropismes / YÖNELİŞLER / III. BÖLÜM

Yönelişler'deki insanların göze çarpan bir başka niteliği de, çıkışsız bir yalnızlık içinde hapsedilmiş olmaları. Eserde, Kadın-Erkek, Aile-Hizmetçi, Çocuk-Anne Baba, Genç-İhtiyar ... gibi ilişkiler ele alınıyor. Kadın erkeğe karşı tedirgin, kuşkulu, uzak; hizmetçi kadın içinde yaşadığı aileye yabancı, hınç dolu; çocuk, anne babada sadece bencil duygular buluyor; genç bütün çabalarına rağmen yaşlı dosttan beklediğini bulamıyor ... İnsanlar umutsuz, karamsar, sevgisiz ve münzevi. Her an belirsiz ve adsız bir korku içindeler. Birbirlerinin önünde, utanç ve küçüklük duyguları içinde eziliyorlar. Kendilerinde küçük bir umut ışığı parlayan çocuklar ise, insan eli değer değmez, bebekliklerinden başlayarak bozuluyorlar, ve yavan, basmakalıp yetişkinlerin sırasında yerlerini alıyorlar.

Buna karşılık Yönelişler'de nesne, “sımsıcak”, “ışıltılı”, insana şefkat sunan “esrarlı” bir sığınak olarak tanıtılıyor (XXII. Bölüm); insan unutulmuş, tatlı yaşantılarını nesnede gizlenmiş buluyor (III. Bölüm); gücünü nesneden alıyor (VI. Bölüm).

İnsanların kendi kendilerini hapsettikleri “kurşuni” renkli, boğucu ve kuşku dolu dünyanın yanı başında, el değmemiş, taptaze, renkli ve zengin bir doğa duruyor. İnsanların görmeden geçip gittikleri, faydalanmasını bilemedikleri ve kendi varlıklarıyle güzelliklerini perdeledikleri bir doğa bu. (XVII. ve XVIII. Bölüm).

Yönelişler'in yoğrulduğu bu insan ve nesne anlayışının, eserin teknik niteliklerinin zaman zaman tartışma konusu olduğunu görmekteyiz. Eserin can sıkıcı, renksiz, neş'eden yoksun olduğu; şiirin istemli bir “sıradanlık”içinde yok edildiği ileri sürülüyor.



Burada sözedilen bölümleri aşağıya alıyorum… Yönelişler / Tropisme’in tümü. Yaşamın ve kişilerin kesitler halinde perde perde verildiği, 24 bölümden oluşuyor…



III. BÖLÜM

Panthéon'un arka tarafındaki durgun, sakin dar sokaklara gelip yerleşmişlerdi. Saint-Jacques ya da Gay-Lussac sokağında, karanlık avlulara bakan, bununla birlikte pek namuslu ve konforlu dairelerde oturuyorlardı.

Burada kendilerine bu hayat sağlanmıştı, ayrıca istediklerini yapma özgürlüğü, bu dar ve orta halli sokaklarda, ne denli alışılmamış ve gülünç giysilerle ve nasıl bir yüzle olurlarsa olsunlar rahatça dolaşabiliyorlardı.

Hiç bir giysi zorunluğu yoktu uyacakları, ne de başkalarıyla paylaştıkları bir uğraşı, ortaklaşa bir duygu veya anıları. Çıplak, fakat güvenli bir hayat buluyorlardı burada, tıpkı ıssız bir banliyö istasyonunun bekleme salonunu andıran bir yaşamaydı bu, ortasında kapkara bir soba, duvar kenarlarında tahta kanepeler dizili, kurşunî boyalı, çıplak, fakat ılıkça bir bekleme odası.

Memnundular, buradan hoşlanıyorlardı da, kendi ortamlarında gibiydiler, kapıcıyla, sütçü kadınla da iyiydi araları, temizlenecek giysilerini semtin en özenli, en ucuz temizleyicisine götürüyorlardı.

Bir zamanlar oynadıkları kırları hatırlamak geçmezdi içlerinden, ne de büyüdükleri o küçük şehrin rengini, kendine özgü kokusunu; hayat sinmiş bir duvar dibinin, bir avludaki derin ve okşayıcı döşeme taşlarının, ne de çocukluklarında oturmuş oldukları taş merdivenin basamaklarındaki tatlı bir yaşantının, birdenbire, anıların ta derinliklerinden yükseliverdiği olmazdı hiç, oturdukları semtin sokaklarında dolaşırken, vitrinleri seyrederken, kapıcı kadını nezaketle selamlarken, ya da kapıcı kulübesinin önünden geçiverirken, çocukluk anılarını bulmazlardı.

Bazen merdivenlerde, lise öğretmeni olan ve her zaman saat dörtte iki oğluyla birlikte dersten dönen "alt katın kiracısı" na rastlarlardı. Her üçü de soluk, açık renk gözlü, fildişinden bir yumurtayı andıran pırıl pırıl, dazlak, upuzun kafalıydı. Dairelerinin kapısı, sadece bir an için, onlar geçene kadar, aralık kalırdı. Girişteki döşemeyi örten dört köşe, küçük keçelere usulca bastıkları - ve, sessizce uzaklaşarak, koridorun sonunda, yarı karanlıkta kayıp gittikleri fark edilirdi.

Hiç yorum yok: