RSS

10 Nisan 2010 Cumartesi

NATHALIE SARRAUTE /

Nathalie Sarraute/ Yönelişler
Çeviri: Dr. MÜKERREM AKDENİZ
Bilgi Yayınları -1967





1902 yılında Rusya'da, Ivanovo-Veznessenk şehrinde doğdu. Babası Fen Fakültesini bitirdikten sonra İsviçre'de doktora yaptı. Annesi edebiyata meraklıydı. Wichrowski takma adıyle roman ve kısa hikayeleri yayımlanmıştır.

Nathalie 2 yaşındayken annesiyle babası ayrıldılar. Böylece, yazarın çocukluğu kimi zaman annesinden, kimi zaman babasından uzakta olmak üzere, Fransa ile Rusya arasında geçti. 8 yaşındayken babası ve üveyannesi ile Paris'e yerleşen Nathalie, İngilizce ve Almanca öğrendi; müziğe ilgi duydu. Sorbonne'da İngiliz filolojisini bitirdikten sonra 1920-21 yıllarında Oxford'da, kısa bir süre de Berlin'de sosyoloji öğrenimi yaptı. 1922 de Paris'e dönerek Hukuk Fakültesine devam etti, bu sırada 1923 yılında Raymond Sarraute ile evlendi.

Bir süre Baro'da çalışan Nathalie Sarraute, 1927-1932 yılları arasında kendisini evine ve çocuklarına vermiş görünüyor.

Daha 7 yaşındayken uyanan roman yazma hevesi, 1932 den başlayarak, yazarı kesin olarak edebiyat alanına itecektir. İlk eseri olan Tropismes'in II. ve IX. parçalarını bu yıllarda yazarak 1937'de bastırmaya karar veriyor.

Gallimard ve Grasset'nin reddettiği Tropismes'i Robert Denoel 1939 da yayımlıyor.



1949 de bunu, J. P. Sartre'ın bir önsözünü taşıyan Portrait d'un Inconnu adlı romanı izliyor.

1954 de Martereau adlı romanı,

1956 da, Yeni Roman konusunda yazdığı denemeleri bir araya getiren l'Ere du Soupçon adlı kitabı,

1957 de Tropismes'in ikinci baskısı,

1959 da Le Planetarium adlı romanı yayımlanır, ve

1963 te yayımlanan Les Fruits d'Or adlı romanıyle uluslararası edebiyat ödülünü kazanır.

Nesneci “chesiste”olarak tanıdığımız öbür Antiroman yazarlarından farklı olarak, Nathalie Sarraute, ilk eseri olan Tropismes'den başlıyarak, insan ve insan ilişkileri üzerine eğiliyor. Proust ve Joyce'u daima ilgiyle okuyan yazar, özellikle Dostoyevski'ye büyük bir hayranlık duyduğunu ve, eserine rengini veren hümanizmanın bu hayranlıktan beslendiğini bildiriyor.

N. Sarraute insanları, genelikle, aile havası içinde ve akrabalık bağları açısından ele alıyor.

Bu romanların her birinde konunun, şaşılacak derecede dümdüz, renksiz ve sade olduğunu görüyoruz. Hemen hemen, elle tutulur bir olay yok gibidir: Portrait d'Un Inconnu'de ihtiyar, cimri ve bencil bir baba ile, birlikte yaşadığı evde-kalmış kızının, dıştan dümdüz görünen hayatları anlatılır. Martereau'yu dolduran elle tutulan tek olay, bir ev satın alınmasıdır. İhtiyar amca, genç yeğeni ve Martereau, romanın öteki kişileriyle birlikte bu önemsiz olayın çevresinde toplanırlar; birbirlerine yaklaşırlar ya da birbirlerinden uzaklaşırlar. Le Planetarium'da olay biraz daha göze görünür bir hal alıyor: Alain adında bir genç adam, Üniversitede kariyer yapmakta iken, edebiyatçı olmak hevesine kapılıyor. Bu alanda şöhrete ulaşmış genç ve güzel bir kadının çevresine girmeye çalışıyor. Kayınbabası ve kayınanası, Alain'i, hazırlamakta olduğu, bir türlü tamamlanamayan tez çalışmalarına döndürmeye çalışıyorlar. Genç adamın halası ihtiyar ve manyak bir kadın, kendisine çok büyük gelen dairesini Alain ve karısının oturduğu katla değişmeye bir türlü karar veremiyor. Bir yandan da, oturduğu kata yeni bir meşe kapı taktırmak için uğraşıp duruyor.

Son esere gelince, bunda hiçbir olayın geçmediği söylenebilir: bu eserde, Les Fruits d'Or adıyla yayımlanan bir romanın, çeşitli edebiyat çevrelerinde ve kişilerde uyandırdığı yanlar örer konuyu.

İçinde hiçbir şey geçmeyen bu romanları ilginç kılan nedir? Bu sorunun cevabını, ilerde buraya eklamayi düşündüğüm Tropismes’den seçmelerde ve yazarın sanat görüşünü ortaya koyan L'Ere du Soupçon' un verilerinden faydalanarak bulmaya çalışacağız.

Gerçekten, Tropismes, Nathalie Sarraute'un eserinin başına konabilecek bir "üvertür" özelliğini taşır; sonraki eserlerin özünü, genel havasını, başlıca temalarını ve tekniğini haber verir.

Esere neden bu ad verilmiştir? “Tropisme” (yöneliş), bir biyoloji terimi olup, sözlükteki anlamı: “Bitki ve hayvan gibi bazı dirimli varlıkların, türlü uyarıcı sebeplerin (ışık, ısı, besin ihtiyacı) etkisi altında, bu uyarıcıların doğrusuna veya tersine yer değiştirmelerini, sağlayan olay” dır.

Nathalie Sarraute kitabının İngilizce baskısının önsözünde “tropisme”leri şöyle açıklıyor: “Bunlar bilincimizin sınırlarına birdenbire sızan ve, adlandırılmaları mümkün olmayan iç hareketlerimizdir; gün ışığına çıkan davranışlarımızın, sözlerimizin, hislerimizin derinliğinde bu tanımlanması güç, belli belirsiz hissettiğimiz “tropisme”ler bulunur ...” Yazar, bir çeşit iç refleksler olarak da tanımladığı bu kımıldayışlarda, insan özünün ve elle tutulmayan gerçeklerinin bulunduğunu ileri sürüyor ve eserinde “tropisme” ler üzerine ilgiyle eğiliyor.


Yönelişler'i okurken ilgimizi uyandıran ilk yenilik, iç hayatımızın bu görünmeyen akışları ile, duruk ve kalıplaşmış dış gerçeğin bir arada, aynı paragrafta, hatta aynı cümlede verilmiş olması; dıştan içe ya da içten dışa doğru yapılan bu birdenbire geçişlerdir. XXI. parçada, çevresindekilere karşı nazik olmak isteyen ve kendini buna zorlayan genç kızın kalıplaşmış söz ve davranışlarına paralel olarak, iç dünyasında yavaş yavaş büyüyen ve bilinçaltında hareket şeklini alan isyanı, sadece bir virgülle ayrılmış olarak, aynı cümlede yanyana ifade edilmiş bulunuyor:

“... en küçük çocukları kız olmuştu, onlarsa önce bir erkek çocukları olsun istemişlerdi, hayır, hayır kalkması uygunsuz kaçardı, çünkü pek erken görünebilirdi, onları bırakı.p gitmeyecekti elbette, orada, yanlarında oturacaktı, ta diplerinde, dizlerinin dibinde, ne kadar olabilirse o kadar yakın, elbette anlıyordu, ilk çocuğun ağabey olması hoş şeydi, başını sallıyordu, gülümsüyordu, oh, herhalde ille harekete geçen kendisi olmayacaktı, oh, hayır, bilsinlerdi ki kımıldamayacaktı yerinden, oh hayır, asla yapamayacaktı bunu: konuşmayı kesmek; susuvermek; onlara şöyle bir bakmak; ve tam büyükannenin hastalığı anlatılırken, konuşmanın ortasında ayağa fırlamak, ve oracıkta koskoca bir delik açarak yırtık çeperlere çarpıla çarpıla dışarı fırlamak, kurşuni renkli sokaklar boyunca büzülmüş, bekler halde duran evlerin arasından haykırarak koşmak, kapı eşiklerinde oturmuş serinleyen kapıcı kadınların ayakları üzerinden atlayarak, ağzı çarpılmış, sonu gelmeyen sözler yağdırarak alabildiğine kaçmak, ve bu sırada kapıcı kadınlar örgülerinden başlarını kaldırıp bakacaklardı, kocaları ise, gazetelerini dizlerine doğru indirerek, o köşeyi dönene kadar, bakışlarını boylu boyunca arkasına dikeceklerdi.”

N. Sarraute'da gördüğümüz bu “gerçek” ve “iç hayatı” arasındaki hızlı gidip gelişlerin anlatımında kimi zaman da parantezden faydalanılıyor: Bir resim sergisinde Picasso'nun bir tablosunu görmüş olduğunu kocasının öğrenmesinden korkan kadının, bunu saklamak için sıraladığı basmakalıp günlük sözlere paralel olarak, söylenmemiş düşüncelerinin anlatımını buluyoruz aşağıdaki satırlarda:

“… evet, evet, sergiye gitmişti tabii (tehlike yoktu, herhalde o pek dikkat etmiyordu, tehlike yoktu, bütün bunları elinin tersiyle uzaklaştırabilecekti), sergiye bir pazar öğleden sonra, yapacak bir şey olmadığı boş zamanlardan birinde gitmişti ...”

(VII.. Bölüm-Tropisme)



Bilincin derinliklerindeki gizli akışlarla, su yüzüne çıkan ve toplumsal hayat kalıplarına girerek tanınmaz hale gelen söz ve davranışları bir arada ve oluşum süreleri içinde vermekle, Nathalie Sarraute'un insan “bütünlüğü” nü anlatmaya doğru yeni bir adım atmış olduğu kanısındayız.

“Tropisme”lerle ilgili olarak, başka bir noktayı da aydınlatıyor N. Sarraute: bu iç hareketler ancak, insanların bir arada bulundukları, aralarında uzak ya da yakın bir ilişki kurulduğu zamanlarda ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle: insanların birbirlerine karşı toplumsal iç tepkileridir bunlar.
N. Sarraute bireyin öz kişiliği ile, toplum düzenine uymuş kişiliğini iki ayrı durum olarak, aynı varlıkta ve bir anda yaşar göstermektedir. İnsanlar arasındaki karşılıklı etkilenişi yazar şöyle canlandırıyor: “kana benzeyen, anonim ve isimsiz, şekillsiz bir çeşit magma” nın harekete geçmesiyle, düşünce ve sözlerimizin hiçbir zaman ifadesini bulamayacak nitelikteki ilkel şekilleri, aynı zamanda davranışlarımızın tam belirlenmemiş ve gizli başlangıçları, kısa bir an bilinç yüzeyinde belirirler ve, hemen silinerek yerlerini, alışılagelen, basmakalıp, beylik söz ve davranışlara bırakırlar. Tam ifadesini bulmadan, “günlük konuşma” tabakasına çarparak eriyen bu “alt-konuşma”ları, Nathalie Sarraute “henüz kurtçuk devresini tamamlamamış hayvanların çıkardığı “uğultu” diye tanımlıyor.


“Tropisme” ler konusunda söylediklerimizi birleştirirsek, şöyle bir sonuca ulaşırız:

1- N. Sarraute bitki ve hayvanların hayatıyla ilgili bir sözcüğü insana uyguluyor,
2- İnsanın özünü “tropisme” lerde, yani yarı bilinçli davranışlarda arıyor,
3- İnsan gerçeğini açığa vuran bu davranışları, gelişimini tamamlamamış hayvanınkiyle karşılaştırıyor.

Yönelişler'i okurken, insanları kişilikten yoksun, güçsüz, yarı bilinçli ve biraz da maddesel imişler gibi hissetmemiz, yukarıdaki nedenlere bağlı olsa gerek. Eserin ilk sayfasından başlayarak, insanlar bu ışık altında tanıtılıyor: büyük şehrin cadde ve bulvarlarına, kirli ve durgun bir sıvı gibi yayılıyorlar; vitrinlerin önünde gevşeyerek ve kendilerini unutarak bekleşiyorlar.

İnsana yeni bir açıdan bakmak isteyen bu eğilim, bazı eleştirmecilerin sert tepkileriyle karşılaşmaktadır. Paradoxe sur le Roman adlı kitabında Kleber Haedens, “insanın yokedilmiş olduğunu, evrendeki bütün yaratıkların tek benzer bir hamurdan yoğurulmuş bulunduklarını” savunur görünmesinden ötürü N. Sarraute’a çatıyor; Faulkner'in insana kişiliğini kazandırma yolundaki çabalarına karşılık, Yeni Roman'cıların, özellikle, nesneyi egemen kıldıklarını ve insanı, maddenin “anonimliği” içinde eritmek istediklerini ileri sürüyor.

Yeni Roman'ın geleceğine umutla bakanlar ise, N. Sarraute'un eserini insanın keşfinde ileri bir adım olarak görüyorlar ve, “roman, görünüşte varolandan gerçekten varolana, zevk için olandan gerekli olana, hayal edilenden algılarla elde edilene gitmektedir” diyorlar. ***

Yönelişler'deki insanların göze çarpan bir başka niteliği de, çıkışsız bir yalnızlık içinde hapsedilmiş olmaları. Eserde, Kadın-Erkek, Aile-Hizmetçi, Çocuk-Anne Baba, Genç-İhtiyar ... gibi ilişkiler ele alınıyor. Kadın erkeğe karşı tedirgin, kuşkulu, uzak; hizmetçi kadın içinde yaşadığı aileye yabancı, hınç dolu; çocuk, anne babada sadece bencil duygular buluyor; genç bütün çabalarına rağmen yaşlı dosttan beklediğini bulamıyor ... İnsanlar umutsuz, karamsar, sevgisiz ve münzevi. Her an belirsiz ve adsız bir korku içindeler. Birbirlerinin önünde, utanç ve küçüklük duyguları içinde eziliyorlar. Kendilerinde küçük bir umut ışığı parlayan çocuklar ise, insan eli değer değmez, bebekliklerinden başlayarak bozuluyorlar, ve yavan, basmakalıp yetişkinlerin sırasında yerlerini alıyorlar.

Buna karşılık Yönelişler'de nesne, “sımsıcak”, “ışıltılı”, insana şefkat sunan “esrarlı” bir sığınak olarak tanıtılıyor (XXII. Bölüm); insan unutulmuş, tatlı yaşantılarını nesnede gizlenmiş buluyor (III. Bölüm); gücünü nesneden alıyor (VI. Bölüm).

İnsanların kendi kendilerini hapsettikleri “kurşuni” renkli, boğucu ve kuşku dolu dünyanın yanı başında, el değmemiş, taptaze, renkli ve zengin bir doğa duruyor. İnsanların görmeden geçip gittikleri, faydalanmasını bilemedikleri ve kendi varlıklarıyle güzelliklerini perdeledikleri bir doğa bu. (XVII. ve XVIII. Bölüm).

Yönelişler'in yoğrulduğu bu insan ve nesne anlayışının, eserin teknik niteliklerinin zaman zaman tartışma konusu olduğunu görmekteyiz. Eserin can sıkıcı, renksiz, neş'eden yoksun olduğu; şiirin istemli bir “sıradanlık”içinde yok edildiği ileri sürülüyor.

Biz bu eleştirmelerin ötesinde, eserin güçlü bir yönü bulunduğu kanısındayız: yazarın, insan gerçeklerine derin bir gözlem yeteneği ve ince bir sezgiyle eğilmiş olması. Son sözü okura bırakıyoruz.



Notlar:

* A.Robbe-Grillet – Pour Un Nouveau Roman/ s.75
** La Bevue de Paris. Eylül 1961
*** M. Cranaki ve Y. Belaval, Nathalie Sarraute, s. 26


Hiç yorum yok: