RSS

2 Nisan 2010 Cuma

OSCAR WILDE / ESTETİK AKIM VE OSCAR WİLDE - 7

İNGİLİZ EDEBİYATI TARİHİ/ Mina URGAN
Cilt:5 / Onbirinci Bölüm



Oscar Wilde’ın tek romanı The Picture of Dorian Gray, 1890’ da Amerika’ da Lippincott dergisinde tefrika edildikten bir yıl sonra, bazı küçük değişikliklerle İngiltere’de yayınlandı:

Lord Henry Wotton, arkadaşı ressam Basil Hallward’ın atölyesinde, yirmi yaşında, çok güzel bir delikanlının portresini görür. «Fildişinden ve gül yapraklarından yapılmış» «made out of ivory and rose leaves» izlenimini veren Dorian Gray’i tanımak ister. Ama Lord Henry’nin Dorian üstüne kötü bir etkisi olacağından korkan ressam, buna razı değildir. Çünkü modeline, sevginin sınırlarını aşan derin bir tutkuyla bağlıdır. İleride göreceğimiz gibi, Oscar Wilde mahkemelere düşünce, bir erkeğin başka bir erkeğe böyle bir tutku duymasının normal olup olmadığını sorulmuştu ona. Oysa Basil Hallward, erdemli bir insandır; tutkusunda hiçbir sapıklık yoktur. Dorian Gray’in kişiliğinde güzellik kavramına tapar aslında.


Basil Hallward’ın korktuğu olur. Dorian, Lord Henry Wotton ile tanışır tanışmaz, kendinden on yaş büyük, çok pırıltılı bir kişiliği olan, ağzından çıkan nerdeyse her sözü nükteler ve çarpıcı özdeyişlerle süsleyen bu adamın hemen etkisine kapılır. Lord Henry, delikanlıyı ressamın sevdiği gibi sevmez; çünkü başkalarına bağlanan bir adam değil, yaşamı uzaktan seyreden, insanlar üzerine deneyler yapmaktan hoşlanan biridir. Henüz tertemiz ve saf olan Dorian’ın bilinçaltını kurcalar. Onun kendi kendisinden bile gizlediği tutkularını, düşüncelerini; anımsanması bile yüzünü utançla kızartan düşlerini ortaya çıkarmak ister. Lord Henry, gençliğin ve güzelliğin geçiciliği üstünde durarak, Dorian’ı zehirler. Aşırı bireyciliği savunan bu adama göre, kişiliğinin tüm olasılıklarından tam anlamıyla yararlanmak, insanın başlıca amacı olmalıdır. Doyasıya yaşamak için, Dorian’ın önünde ancak birkaç yıl vardır. İnsanlardan da, Tanrı’dan da hiç çekinmeden, yaşamdan elinden geldiğince haz almalıdır. Lord Henry, eşsiz güzelliği sayesinde, her isteğini gerçekleştirebileceği inancını da aşılar Dorian’a. Portresine bakınca, zamanla yaşlanacağını, çirkinleşeceğini; bu resmin ise her zaman genç ve güzel kalacağını düşünen delikanlı, bunun tam tersinin olmasını, portrenin yaşlanıp çirkinleşmesini, kendisinin genç ve güzel kalmasını ister. Böyle bir tansığın gerçekleşmesi uğruna, ruhunun cehennemlik olmasına bile razıdır.


Lord Henry Wotton, Dorian Gray’i zehirlemesine zehirlemiş; ama kendinden başka hiç kimseyi sevmemeyi ona öğretememiştir henüz. Delikanlı, üçüncü sınıf bir tiyatroda Shakespeare’in baş kadın kişilerini oynayan, olağanüstü yetenekli gencecik Sibyl Vane’e aşık olur. Mutluluktan uçan Sibyl, Dorian Gray ile evleneceği haberini ailesine verir. Ağabey gemici Jim Vane, yüksek sınıftan bu yakışıklı genç, kız kardeşine kötülük ederse, onu öldüreceğini söyler. Ne var ki, Dorian, bu genç kıza değil, ancak tiyatro sanatçısı Sibyl Vane’e aşıktır. Ona sarılınca, Rosalind’e sarıldığını sanır, onu öpünce Juliet’i öper.


Lord Henry, bu tiyatro oyuncusunun ne zaman Sibyl Vane olduğunu sorar Dorian’ a. Dorian da, onun hiçbir zaman Sibyl Vane olmadığını, her gece Shakespeare’in yarattığı değişik bir kadın olduğunu söyler. Gelgelelim, Dorian, bu harika sanatçıyı seyretmeleri için Basil Hallward ile Lord Henry’yi tiyatroya götürünce, bundan böyle Sibyl Vane’in kimi gece Ophelia, kimi gece Imogen, kimi gece Desdemona olmayıp, ancak Sibyl Vane olacağını ve her zaman Sibyl Vane kalacağını anlar. Çünkü genç kız, kendi açıkladığı gibi, gerçek aşkın ne olduğunu bildiğinden beri, aşk taklidi yapamıyordur ve artık hiçbir zaman yapamayacaktır. Sesinin bütün tınıları, bütün el kol devinimleri yapay olan berbat bir oyuncuya dönüşmüştür. O kadar ki, bu kenar mahallenin cahil seyircileri bile onu yuhalarlar. Dorian’ın gözünde Sibyl, bir hiç olmuştur. Aptalca yanılıp onu bir dahi sandığını kızın yüzüne karşı söyleyince, Sibyl, hemen o gece zehir içerek, tiyatronun kulisinde kendini öldürür.


Dorian, bu olaydan sonra, portresinde bir değişiklik görür. Dudaklarda acımasız kıvrımlar belirmiştir sanki. Dileğini anımsayan delikanlıya bu bir uyarı olur. Bu resim onun vicdanıdır. Yaptığı kötülük resme yansımıştır. Dorian, portresinin yüzündeki ifade görülmesin diye, önüne bir paravan çektikten sonra, iyi bir insan olmaya, Sibyl’ den özür dilemeye, onunla hemen evlenmeye, Lord Henry’yi de artık görmemeye karar verir. Ama gelip geçici bir pişmanlıktır bu. Sibyl’in intiharını sabah gazetelerinden öğrenip, onu görmeye gelen Lord Henry’ye, «I have murdered Sibyl Vane» (Sibyl Vane’i öldürdüm) demekle yetinir. Zaten Lord Henry’ye kalırsa, gerçekten yaşayanlar, Cordelia’lar Desdemona’lar ve Shakespeare’in öteki kadınlarıdır. Sibyl Vane gerçekten yaşamadığına göre, öldürülmüş de sayılamaz. Bu sözlere kanıp, genç kızı hemen unutan Dorian’ın bencilliği ve yaşamdan haz alma hırsı büsbütün artar. Ölüm haberini gazetelerden öğrenen Basil Hallward da o gün, büyük bir üzüntü içinde Dorian’a gelir. Onun vurdumduymazlığı karşısında şok geçirir. Yaptığı portreyi Paris’de sergilemeye niyetlendiği için, paravanı çekip kendi tablosuna bakmak isteyince, Dorian bunu öfkeyle engeller. Ressamı öldürmek düşüncesi, ilkin o zaman aklına gelir belki de.


Lord Henry, bunu mutlaka okuması gerektiğini söyleyerek, Dorian’a bir roman vermesi, delikanlının sapıklığını büsbütün azgınlaştırır. Wilde, bu Fransızca romanın adını vermez; ama bu kitabın Huysmans’ın A Rebours’u (Tersine) olduğunu içeriğinden anlarız. Dorian, «a poisonous book» (zehirli bir kitap) dediği o romanın etkisinden yıllarca kurtulamaz. Büyük servetinden yararlanarak, ince hazlara verir kendini. Kokular, mücevherle, müzik aletleri, duvar halıları koleksiyonları yapar. Ama bütün hazları böyle zararsız değildir. Geceleri kılık değiştirerek sürdürdüğü gizli bir yaşamı vardır. Çekiciliğine kapılan nice genç kadını ve erkeği mahveder. Bir yandan yüksek sosyetenin maskeli balolarında tam 560 inciyle süslenmiş bir giysiyle boy gösterirken; bir yandan da Londra’nın en sefil mahallelerinde, esrarkeşler ve katillerle düşüp kalktığı söylenir. Evinin tavanarasında sakladığı portreye her baktığında, korkunç değişiklikler görür. Artık otuz sekiz yaşına bastığı halde, kendisi gencecik, olağanüstü güzel ve bir çocuk gibi saf görünürken; asıl benliğini yansıtan portredeki yüz, yalnız yaşlanmakla kalmamış, gittikçe daha çirkin, daha hayvansı bir ifade almıştır.


Lord Henry Watton kötü meleği olmasına karşılık, Dorian’ın iyi meleği olan Basil Hallward, bir gece onu görmeye gelir. Korkunç söylentiler duymuş; bu söylentilere inanmadan önce; arkadaşının ruhunu görmek gerektiğini düşünmüştür. Dorian, ona ruhunu göstereceğini söyleyerek, ressamı zorla tavanarasına sürükler ve gözlerine inanamayan Basil’e portreyi gösterir. Modeline hâlâ büyük sevgi duyan ressam, birlikte diz çöküp, Dorian’ın ruhunu kurtarmak için dua etmelerini ister. Ama Dorian, o uğursuz portreyi yapana ansızın öyle yoğun bir kin duyar ki, onu hemen orada bıçaklayıp öldürür. Sonra, kimyasal deneyleriyle ünlü eski dostlarından bir bilim adamına şantaj yaparak, cesedin bir sıvıya dönüşüp yok edilmesini sağlar. Bu işi yaptıktan kısa bir süre sonra, bu bilim adamı, Dorian Gray’in suç ortağı durumuna düşmenin acısına dayanamayarak, kendini öldürür. Dorian, portresine bakınca, tablonun elinde iğrenç bir kan lekesi görür.


Bir gece kentin en sefil mahallerinde afyon arayan Dorian, Sibyl’in gemici ağabeyi Jim Vane ile karşılaşır. Jim, on sekiz yıl önce kardeşinin ölümüne neden olan adamı öldürmek üzereyken, Dorian onu bir sokak fenerinin ışığı altına çeker; ancak yirmi yaşında gösteren o güzel yüzünü adama göstererek onu kandırır. Ama biraz sonra, gemicinin yanına gelen bir kadın, Dorian’ın ruhunu şeytana sattığı için hep genç kaldığını anlatır ona. Dorian’ın peşine düşüp, kırsal bölgede konuk olduğu şatoya kadar gelen Jim, bir av sırasında kaza kurşunuyla vurulup ölür.

Dorian Gray’in artık kendini tam güvende hissetmesi gerekmektedir.

Ressamın cesedi ortadan yok olmuş, bu işi yapan ölmüş, Jim vurulmuştur. Dorian, bundan böyle hiç kötülük yapmamaya karar verir. Hatta yaptığı ilk iyiliği, Lord Henry’ye övüne övüne anlatır: Sibyl’e çok benzeyen, onun gibi saf ve yoksul olan bir genç kız kendisine aşık olmuştur. Ama Dorian onu baştan çıkarmamıştır. Ne var ki, Lord Henry, Dorian’ın bunu iyiliğinden değil, salt kendini beğenmek amacıyla yaptığını söyler. Bu arada Lord Henry garip bir hüzün içindedir. Çünkü karısı onu terk etmiş, piyanoda çok iyi Chopin çalan bir gence kaçmıştır. Gerçi Lord Henry karısını sevmiyordur ama, yaşlandığı, terk edildiği için bir eziklik duymaktadır.


O eziklik, o yenilgi duygusu, Dorian’ da çok daha yoğun olur: İyiliğe yönelmesi sayesinde portrede bir değişiklik göreceği, o tablodaki yüzün eskisi kadar iğrenç olmayacağı umuduyla, bir gece tavan arasına çıkar. Bir de bakar ki, yüz eskisi kadar iğrenç; hatta sinsi bir ifade aldığı için, eskisinden bile daha iğrençtir. Dorian, ressamı öldürdüğü bıçağı kapıp, tabloyu parçalamaya başlayınca, korkunç bir çığlık duyulur. Evde hizmet edenler, tavan arasına koşarlar. Hiçbir bıçak izi taşımayan portre, ilk yapıldığı gün gibi, genç ve güzel bir delikanlıyı göstermektedir. Yerde ölü yatan çirkin adamın yüzü ise kırış kırıştır. Evin adamları, ancak elindeki yüzüklere bakınca bu iğrenç ölünün efendileri Dorian Gray olduğunu anlarlar.


Oscar Wilde, The Picture of Dorian Gray’i tefrika ettikten sonra kitap halinde yayınlarken, ilk sayfaya bir çeşit önsöz olarak yirmi kadar özdeyiş ekledi. Bu özdeyişler, Wilde’ın savunduğu Estetik Akımın ilkelerine uygundur; ama romanında yazdıklarına genellikle ters düşer.

Örneğin, ahlâklı ya da ahlâksız kitap diye bir şey olmadığını, kitapların ya iyi ya da kötü yazıldıklarını söyler. Ama Lord Henry’nin Dorian’a verdiği Fransız romanı iyi yazıldığı halde, onu zehirli bir kitap diye niteler.

Edebiyatın , ahlâksal bir amaç gütmesini bağışlanmaz bir yanılgı sayar. Ama romanında kendi de bu yanılgıya düşerek bir ahlâk dersi verir.

Oysa ilk yayınlandığı sırada The Picture of Dorian Gray, akıllara sığmayacak kadar ahlâksız bulundu.

Davası sırasında yazara karşı bir kanıt olarak kullanıldı. Roman, yalnız ahlâka aykırı bulunmadı. «Stupid and vulgar» (aptal ve bayağı), «dull and nasty» (can sıkıcı ve pis), «disgusting» (tiksindirici) ve bunlara benzer başka sıfatlarla yerildi.

Stuart Mason, 1907’de yazdığı Oscar Wilde, Art and Morality, a Record of The Discussion which Followed The Publication of Dorian Gray (Oscar Wilde, Sanat ve Ahlâk, Dorian Gray’in Yayınlanmasından Sonra Çıkan Tartışmanın Bir Belgesi) adlı kitabında, o sıralarda gazetelerde çıkan yazıların bir derlemesini verir.

Wilde, St. James Gazette’e gönderdiği bir mektupta, kendini savunmak zahmetine bile girmeden bu saldırılara karşı parlak bir paradoksla karşı çıkar: “Ne yazık ki” der, “The Picture of Dorian Gray’de «korkunç bir ahlâk dersi vardır» (there is a terrible moral in the book).

Dorian Gray, kendini hazza adayarak yaşadıktan sonra, vicdanını öldürmeye kalkar; ama o sırada kendini öldürür. Bedensel güzelliğe fazlasıyla tapan Basil Hallward, taptığı kişi tarafından öldürülür. Lord Henry Wotton, “yaşamda seyirci” kalmak ister; ama yaşam onu da derinden yaralar.


Wilde’ın hocası konumunda olan Walter Pater’de The Picture of Dorian Gray üstüne bir yazısında, ruhsal çirkinliğin bedensel çirkinliğe neden olmasıyla, bu kitapta çok açık seçik bir ahlâk dersi verildiğini söyler.

Bu ahlâk dersi öyle açık seçiktir ki, The Picture of Dorian Gray bir romandan çok, Wilde’ın kimi masalları gibi, bir «parable» yani ahlâksal anlamı olan bir öykü sayılabilir. Bu öykünün yazınsal açıdan değerlendirilmesi, ilginç aşamalardan geçmiştir. Yüzyılımızın başlangıcında fazlasıyla beğenilmiş, son zamanlarda fazlasıyla küçümsenmiştir. İnsanın gençken çok hayranlık duyduğu, yaşlanınca biraz daha az hayran olduğu The Picture of Dorian Gray, kimilerinin eskiden sandıkları gibi büyük bir roman değildir; ama The Oxford Companion to English Literature’ün son baskısında denildiği gibi, bir «Gothie melodrama» da sayılamaz. Çok ilginç yanları olan Ve her zaman hazla okunan bir kitaptır.

Oscar Wilde, bu romanının başına eklediği özdeyişlerin birinde, tıpkı T.S. Eliot gibi düşünerek: «to reveal art and conceal the artist is art’s aim» (sanatı ortaya çıkarıp, sanatçıyı gizlemek sanatın amacıdır) demişti.


Ne var ki, Wilde bu ilkesine de ters düşerek, kendi kişiliğini ortaya koyar bu romanda.

Norbert Kohl, The Picture of Dorian Gray’de Wilde’ın o çok karmaşık kişiliğinin üç ayrı temsilcisini görür: Basil Hallward, Wilde’ ın ahlâksal yanıdır; Dorian Gray, bilinçaltı içgüdülerini temsil eder; Lord Henry Wotton da, başkalarının karşısına çıkarken taktığı maskedir. Wilde bir mektubunda, bu eleştirmenden çok daha önce, aynı düşünceyi dile getirmiştir zaten:

«It contains much of me in it. Basil Hallward is what I think I am; Lord Henry what the world thinks me; Dorian, what I would like to be.»

(Benden çok şey var burada. Kendimi Basil Hallward sanıyorum; dünya beni Lord Henry sanıyor; Dorian da olmak istediğim kişi.)

Hiç yorum yok: