RSS

5 Nisan 2010 Pazartesi

VIRGINIA WOOLF / DALGALAR

Bu yazıyı DALGALAR'ın irdelenmesi ve yorumlanmasında gözardı edilemeyecek nitelikte bulduğum için buraya almayı uygun gördüm. Yazarına teşekkürlerimle...

Virginia Woolf 20. yüzyılın önemli yazarlarından biridir. 1882-1941 yılları arasında yaşamış. Babası Leslie Stephen editör ve eleştirmen. Woolf hem feminist hem de modernist bir yazardır. Eşi Leonard Woolf ile Hogarth press yayınevini kurdular. Woolf 1941’de intihar etti. Önemli eserleri arasında A Room of One’s Own, Three Guineas, Mrs Dalloway, To The Lighthouse, Jacob’s Room, Between The Acts sayılabilir. Mrs Dalloway ve To The Lighthouse bilinç akışı türünün örneklerindendir. Ama bence Woolf’un bilinç akışı tekniğiyle yazdığı en iyi eseri DALGALAR’dır.


Dalgalar geleneksel roman türünden oldukça farklı bir kitaptır. Olay örgüsü yoktur. Romana hakim olan dalga imgesi sayesinde Woolf hayat denizini sergiler bu düzyazı şeklinde yazılmış şiirinde. Tüm romanı kaplayan su imgesi sayesinde okur dalgaların ritmik hareketini hisseder. Roman tüm duyulara hitap etmektedir: dalgaları duyabilir, görebilir, hissedebilir, hatta tuzlu suyun kokusunu alabilirsiniz. İmgelerle roman birbirine bağımlıdır. Yani dalga imgeleri romanın ritmini oluştururken, bu ritim de aynı zamanda dalgaların sesini ve devinimini sağlar. Böylelikle döngüsel, akıcı, sürekli bir ritim elde edilmiştir. Bir romandan çok bir müzik parçasıdır âdeta. Woolf günlüğünde bu romandan “a playpoem” / “oyun-şiir” diye bahseder. Hermione Lee de eserin ritmindeki istikrara dikkat çekerken romanın düzyazı gibi değil de şiir okurmuş gibi okunması gerektiğini belirtir. Yani Woolf Dalgalar’ı, kendisinin de dediği gibi, bir ritim yaratmak için yazmıştır. Ben de size bunu nasıl başardığını anlatmak istiyorum.

Romanın ritmine katkıda bulunan en önemli unsur her bölümün başında yer alan “interlude” yani italikle yazılmış olan ara kısımlardır. Bu interlude’ların çok çeşitli işlevleri vardır. Öncelikle altı karakterin ömrünü gündoğumundan günbatımına dek süren tek bir güne indirgeyerek zamanın geçişini gözler önüne seriyorlar. Dolayısıyla bu oyun-şiir hayat denizini sembolize ederken, bir yandan da hayatı tek bir gün olarak sergilemektedir. Roman gündoğumundan hemen önce başlar:

“The sun had not yet risen” / “Güneş daha doğmamıştı” (5).

Ardından her bir interlude’da güneş giderek yükselir. En tepedeki noktaya ulaştıktan sonra ise batmaya başlar ve güneş battığında son bölüme ulaşmış oluruz. Artık geriye sadece dalgalar kalmıştır ve son interlude’da, romanın final cümlesi şöyle der: “The waves broke on the shore” / “Dalgalar kıyıda parçalandı”.


Böylelikle, hernekadar karakterlerin hayatları sona ermiş olsa da, o gün sona ermiş olsa da, bu doğal ritmin sürekliliği vurgulanmış olur. Güneş tepeye çıkarken karakterler büyür ve yaşlanır. Güneş en tepedeyken karakterler de hayatlarını yarılamışlardır. Günortasıdır artık. İşte tam bu merkezi noktada Percival ölür. Onun ölümünden sonra güneş batmaya başlar ve buna bağlı olarak karakterlerin çöküşü de başlar.


Güneş batmaktayken onlar da ölümlerine yaklaşmışlardır ve 9. interlude’da güneş battığında Bernard ölür. Gün bitmiştir, kişilerin hayatları bitmiştir, roman bitmiştir. Perde kapanmıştır. Ancak, daha önce belirttiğim gibi, son interlude tabiatın yoluna devam etmekte olduğunu ima eder. Dalgaların devinimi devam etmektedir.


Woolf dünyanın dairesel bir tabiatı olduğuna inandığından romanında da dairesel bir ritim kullanır. İşte mevsimlerin döngüsel değişimi de interlude’ların bir diğer işlevidir. İlk birkaç interlude’da güneş ağır ağır doğmaktayken kuşlar cıvıldar, çiçekler açar. Herşey canlı ve dinamiktir. Bahar ya da yaz gibi. Ancak güneş batmaya başladığında hava soğur, yapraklar dökülür. Dolayısıyla bir yıllık döngü, dört mevsimin döngüsü bu bir gün süren interlude’larda sembolize edilmiş olur.


Doğa imgelerinin kullanımı – örneğin dalgaların iniş-çıkışları, kuşlar, böcekler, bahçe- tüm bu imgeler okuru doğanın dengeli, uyumlu, huzurlu dünyasına çeker ve aynı zamanda doğanın bu döngüsel hareketini de akla getirir. Aslında roman bütün olarak bir büyük dairedir: karakterler çocukluktan yaşlılığa geçerken, güneş gökyüzünde şafaktan günbatımına doğru bir daire çizmekte, mevsimler değişmekte, dünya dönmekte, dalgalar bir ileri bir geri hareket etmektedir. İşte bütün bunlar romanın ritmini oluşturur. Hakim imge dalga olduğundan ortaya çıkan ritim bir bakıma dalgaların hareketinin bir taklididir. Okuru içine çekip sürükleyen işte bu ritimdir. Bu döngüsel hareket şunu ifade eder: hayat, tıpkı şafaktan günbatımına sonra tekrar şafağa dönen daire gibi, sonsuz bir yükselip alçalma düzenidir. Dolayısıyla bu romanı okumak tıpkı denizde yüzmek ya da kumsalda uzanıp dalgaların sesini dinlemek gibidir.

Interlude’ların bir diğer özelliği de her bölümden önce karakterlerin o bölümdeki durumlarına bir nevi giriş yapmalarıdır. Kısa ve öz biçimde karakterlerin öykülerini anlatırlar. Dalgalar kişileri temsil etmekte ve onların fiziksel ya da ruhsal durumlarına ilişkin ipucu vermektedirler. Güneş yaşam kaynağıdır.

Örneğin 4. interlude’da şöyle der: “The sun, risen, no longer on a green mattress darting a fitful glance through watery jewels, bared its face and looked straight over the waves” / “Güneş; yükselmiş olan, sudan yapılma değerli taşlar arasından kesik kesik bakış fırlatarak yeşil şiltede gizlenmeyi artık bir yana bırakmış olan güneş, yüzünü açtı, dümdüz baktı dalgalar üzerinden.” (81)


Burada gün doğmuştur. Yani dalgaların temsil ettiği karakterler henüz gençtirler. Hayatlarının baharındadırlar. Yaşam onların tam tepesinden bakmaktadır. Hayatın içine gerçek anlamda henüz girmişlerdir.

Daha sonra 6. interlude’da der ki: “the waves beneath were arrow-struck with fiery feathered darts that shot erratically across the quivering blue...the waves massed themselves, curved their backs and crashed” / “aşağıda dalgalar, titreşen maviden düzensiz fırlatılan ateş tüylü kargılarla delik deşikti...Dalgalar topladı kendilerini, sırtlarını kıvırdı, dağıldı.” (127-128) Percival çoktan ölmüştür ve diğer 6 karakter de ölüme yakındırlar: “Güneş artık tam tepede değildi”. Çöküş başlamıştır. Artık yaşlanmışlardır, kamburları çıkmıştır. Romanın sonuna doğru, 8. interlude’da şöyle der: “the waves, as they neared the shore, were robbed of light” / “kıyıya sokuldukça dalgaların ışığı çekilip alındı” (161). Karakterlerin yaşam yolculukları bitmek üzeredir, kıyıya varmak üzeredirler ve güneş, yani yaşam gücü, battığından, yaşamdan yoksun kalmışlardır.


Karakterlerin kişilik değişimleri de interlude’larda takdim edilmektedir. Örneğin 3. interlude’da karakterler ergenliğin son aşamasındadırlar ve kişiliklerindeki değişimler cıvıldayan sabah kuşlarının hareketleriyle sembolize edilmiştir: “In the garden the birds that had sung erratically and spasmodically in the dawn on that tree, on that bush, now sang together in chorus, shrill and sharp; now together, as if conscious of companionship, now alone as if to the pale blue sky. They swerved, all in one flight, when the black cat moved among the bushes, when the cook threw cinders on the ash heap and startled them” / “Bahçede tam ağarırken bir o ağaçta, bir bu çalıda darmadağınık, düzensiz aralıklarla ötüşen kuşlar, şimdi bir ağızdan şakımaya başladı, ince, keskin; şimdi artık, arkadaşlığı biliyorlarmış gibi hep birlikte; şimdiyse uçuk mavi gökyüzü içinmişçesine tek başlarına. Kara kedi çalıların arasında kımıldadığında, aşçı külleri kül yığınına savurup onları ürküttüğünde, hepsi bir tek uçuşla yönlerini değiştirdiler” (54). Böylelikle interlude’lardaki doğa olaylarıyla 6 konuşmacının yaşamları arasında bir köprü kurulmuştur. Bir bakıma interlude’lar okuru bir sonraki monoloğa hazırlamaktadırlar. Sonuçta yazar olay örgüsü olmayan bir romanda karakterlerin hayatlarına ilişkin detaylara giremeyeceğinden, üstelik de bu karakterlerin tüm hayatını ele alırken, ergenlikten orta yaşa geçiş gibi dramatik değişimler çok kısa sürede fakat aynı zamanda da adam akıllı işlenmelidir. İşte bu yüzden interlude’lar okuru aralarda ne olduğu konusunda bilgilendirir ve bir takım ciddi değişimler yadırganmaz. Bu tamamlayıcılık da romanın ritmine katkıda bulunmaktadır. Interlude’lar karakterlerin hayatlarının farklı dönemleri arasında bağ kurarlar ve böylece bir bütünlük oluştururlar. Monologlar ayrı ayrı ve ağır ağır akan nehirlerdir ve interlude’lar da bu nehirlerin hepsini birbirine bağlayıp daireyi oluşturan birer kanal. Bu büyük birliktelikten de engin hayat denizi ortaya çıkmaktadır. İşte interludeların kendi aralarındaki ve onlarla monologlar arasındaki bu uyumun romanın huzur dolu, çok sesli ve bütünlük oluşturan ritmini oluşturmada önemli rolü vardır.


Aynı tamamlayıcı ritim karakterlerin dramatik monologlarında da görülür. Interlude’lar ile monologların olduğu bölümler birbirini nasıl tamamlıyorsa, aynı şekilde monologlar da kendi aralarında bir bütün oluşturmaktadır. Altı karakter hem birbirinden ayrı hem de bir bütündür. Tıpkı dalgalar gibi. Hepsinin sesi kendine özgüdür. Farklı bakış açılarına sahip, farklı seslerdir bunlar. Örneğin 42-44 sayfalar arasında mezuniyete ilişkin farklı görüşler verilmektedir. Böylece okur aynı ânı birkaç kez yeniden yaşar, fakat her defasında yeni bir perspektiften:
‘Now we have received,’ said Louis, ‘for this is the last day of the last term- Neville’s and Bernard’s and my last day- whatever our masters have had to give us. The introduction has been made; the world presented. They stay, we depart....’

“Şimdi almış bulunuyoruz,” dedi Louis; “bu son dönemin son günü olduğu için – Neville’in, Bernard’ın ve benim son günümüz- öğretmenlerimizin bize vermeleri gereken neyse onları. Tanıtma yapılmış; yaşam önümüze serilmiş. Onlar kalıyor, biz ayrılıyoruz.” (42)

‘This is the final ceremony,’ said Bernard. ‘This is the last of all our ceremonies. We are overcome by strange feelings...One wants to say something, to feel something, absolutely appropriate to the occasion. One’s mind is primed; one’s lips are pursed...’

“Bu kapanış töreni,” dedi Bernard. “Bütün törenlerimizin sonuncusu bu. Garip duygular egemen oluyor bize... Kişi tam anlamıyla bu duruma uygun birşey söylemek, duymak istiyor. Bilinç harekete geçmeye hazır, dudaklar büzülmüş...”
(43)

‘We are about to part,’ said Neville. ‘Here are the boxes; here are the cabs. There is Percival in his billycock hat. He will forget me. He will leave my letters lying about among guns and dogs unanswered. I shall send him poems and he will perhaps reply with a picture post card...’

“Ayrılmak üzereyiz,” dedi Neville. “İşte bavullar, işte arabalar. Şurada melon şapkasıyla Percival. Unutacak beni. Köpeklerin ve tüfeklerin arasında, karşılıksız bırakacak mektuplarımı. Ona şiirler yollayacağım, o belki de bir kartpostalla karşılık verecek...”
(43)

Karakterlerin bu kendine özgülüğünde “leitmotif”lerin de (sürekli tekrar edilen özellikler) önemli rolü vardır. Bunlar hem konuşmacıları ayırt etmeye yardımcı olur hem de romanın ritmine katkıda bulunurlar. Bu letimotiflere birkaç örnek verelim:

Rhoda’nın “I have no face” / “yüzüm yok benim” cümlesi, Louis’in “my father a banker in Brisbane” / “Babam Brisbane’de bir banker” ve Bernard’ın “Tuesday follows Monday” / “Salı Pazartesiden sonra gelir” cümleleri. Bu cümleler sahiplerinin kişiliklerinin birer parçasıdır. Onların kimlikleri, saplantıları, çelişkileri hakkında önemli ipuçları verirler ve aynı zamanda da romanın o dairesel yapısına katkıda bulunurlar. Monologlar karakterlerin şarkılarıdır, bu leitmotifler de nakaratları.


Ancak tüm bu bireyselliğe rağmen karakterler bir bütün oluşturmaktadırlar. Birbirlerini tamamlayarak kendi ritimlerini yaratırlar. Bu ritim kimi zaman tekrarlarla sağlanır. Sürekli gündeme gelen hendekteki ölü adam imgesi ya da Jinny ve Louis’in öpüşme hikayesi gibi. Bu öpücük hikayesi 3 kez yinelenir Susan, Jinny ve Louis tarafından. Dolayısıyla aynı tema farklı enstrümanlar tarafından farklı sesler ve farklı tonlarla çalınmış olur. Öyküyü anlatırken Jinny heyecanlıdır, Susan öfkeli, Louis ise şaşkın. Joan Bennett bu kişilerin tabiatlarının da tamamlayıcı olduğunu söyler: “Jinny’nin yaşam aşkı Rhoda’nın tiksinti ve korkusunun tamamlayıcısıdır; Jinny’nin değişiklik merakı, hayatın tüm lezzetlerini tatma ama hiçbirine bağlanmama arzusu, Susan’ın kök salma ve sahiplenme ihtiyacının karşıtıdır.”


Karakterler de oluşturdukları bu bütünlüğün, “bir”liğin farkındadırlar. Bernard sorar: “Who am I? I have been talking of Bernard, Neville, Jinny, Susan, Rhoda and Louis. Am I all of them? Am I one and distinct? I do not know” / “Ben kimim? Bernard’dan, Neville’den, Jinny’den, Susan’dan, Rhoda’dan ve Louis’den söz edip durdum. Ben onların hepsi miyim? Bir tek ve ayrı mıyım? Bilmiyorum” (223). Bir başka bölümde ise şöyle der: “I am not one person; I am many people” / “Ben bir tek kişi değilim; bir sürü kişiyim” (214). Görünüşte Bernard bir kişidir ama içinde, daha derinlerde pekçok farklı ses vardır. Tıpkı başka herhangi bir insan gibi, tektir, kendidir ama aynı zamanda bilincinde pekçok başka benlik barındırır: “They do not understand that I have to effect different transitions; have to cover the entrances and exits of several different men who alternately act their parts as Bernard” / “işte onların anlamadıkları da bu; çünkü, kuşkusuz onlardan kaçtığımı, kaçamaklı karşılıklar verdiğimi söyleyerek şimdi benden söz ediyorlardır. Değişik geçişler yapmak zorunda olduğumu, sıraları geldikçe Bernard olarak paylarına düşen davranışları gösteren birçok değişik adamın shaneye giriş-çıkışlarını düzenlemek zorunda olduğumu anlamıyorlar.” (57-58)


Bernard diğer karakterlerin zihnine girerek romanda tek bir bilinç olduğu savını ispatlar. Örneğin Neville bir başkasının parçası olduğunun farkına varmıştır: “I become not myself but Neville mixed with somebody-with whom?-with Bernard? Yes, it is Bernard” / “O yaklaştıkça ben kendi değil, birisiyle karışmış Neville oluyorum- kiminle?- Bernard’la mı? Evet, Bernard.” (62) İşte bu şekilde Neville Bernard’la bir olur ve Bernard da ona der ki : “Let me then create you” / “ Bırak öyleyse yaratayım seni” (63). Bernard Neville ile kendini bütünleşmiş, tamamlanmış hisseder. Aralarındaki konuşma bir adamın kendi kendine konuştuğu izlenimini verir. Sanki bir kişinin iki zıt yönü gibidirler; aynı anda hem birbiriyle çatışan hem de birbirini tamamlayan iki zıt yön.


Bu “bir” olma fikri 6 konuşmacının aslında tek bir bilinci temsil ettiği savını akla getirir. Woolf’a göre bilinç çok sesli, akıcı, döngüsel ve tekrarlayıcıdır. Bu bilinçte sesler uyum içinde, ritmik bir biçimde ve tekrarlarla konuşurlar. Konuşmaları öyle ritmiktir ki bazen bir konuşmacının bıraktığı yerden hemen diğeri devam eder. Neville’in monoloğu şöyle biter: “Yaz tatilinin ilk günü bu” ve Susan’ın monoloğu başlar: “Yaz tatilinin ilk günü bu.” (44) Dolayısıyla bunların herbiri birbirinden ayrı ve farklı monologlar olmalarına rağmen, bu farklı sesler bir bilinçte biraraya gelir ve bir nevi koro oluştururlar. Böylece roman, dalgayı andıran ritmi ve 6 sesli korosuyla bir müzik eserine döner neredeyse. Aynı tema farklı enstrümanlarla uyum içinde çalınır. Her bir enstrüman aynı temayı izlemekte fakat aynı zamanda arasıra kendi varyasyonlarını da eklemektedir. Böylelikle eser daha da ritmik bir hal alır. Interlude’lar da bu müzikal temanın bir parçasıdırlar. Ana melodinin ilerlemesine katkıda bulunurlar.


Romanın ritmini zenginleştiren bir diğer unsur da ortak imgelerdir. Aynı imgeler bir yandan farklı karakterler tarafından kullanılırken, bir yandan da karakterler interlude’lardaki imgeleri ödünç alırlar. Böylesi göndermeler kişiliğin değişken, akışkan olması fikrini destekler niteliktedir. Edward Bishop der ki: “ortak bir imge havuzu fikri tek tip tonla da birleşince bu konuşmaların tek bir bilinçte biraraya geldiği izlenimini yaratmaktadır.” Kişilikteki bu akışkanlık sözsel bir akışkanlıkla sergilenir. Bu da olay örgüsü ya da mekan yerine, sembollerin ve metaforların kullanılmasıyla sağlanır. En çok tekrar edilen imge elbette ki dalgadır. Karakterler hislerini ifade etmek için dalga metaforlarını kullanırlar:

Let me pull myself out of these waters. But they heap themselves on me; they sweep me between their great shoulders; I am turned; I am tumbled; I am stretched, among these long lights, these long waves...

Çekip çıkarsam kendimi bu sulardan. Ama onlar üzerime yığılıyorlar; kocaman omuzları arasında sürüklüyorlar beni; tepetaklak oldum; düştüm; serildim bu uzun ışıkların arasına, bu uzun dalgaların...(20)

I cannot float gently, mixing with other people.
İncelikle salınamam, öbür insanlara karışıp. (72)
The wave breaks. I am the foam that sweeps and fills the uttermost rims of the rocks with whiteness.

Süpüren ve kayaların en son kıyılarını aklıkla dolduran köpüğüm ben (79).


Bu metaforlar interlude’lardaki dalga imgelemiyle mükemmel bir bütünlük oluştururlar.

Daireler de romanda çok tekrar edilen imgelerdir ve aynı zamanda romandaki tutarlılık, birlik ve tamamlanmışlık duygusuna katkıda bulunurlar. Altı karakter bahsettiğimiz tek bilinci oluşturan dairenin birer parçasıdırlar. Yapıları gereği daireler tamamlanmışlık, bütünlük sembolüdürler. Hem anlatıcı hem de karakterler sudaki dairelerden bahsederler: “Something irrevocable has happened. A circle has been cast on the waters; a chain is imposed. We shall never flow freely again” / “”Geri alınamaz birşeyler oldu. Sulara bir halka düşürüldü, bir zincir yüklendi. Artık, bir daha hiçbir zaman özgür akmayacağız.” (107)

Önemli her olay sudaki bir halkadır. Dahası, karakterler de bu dairelerin süreklilik, devamllık göstergesi olduğunun farkındadırlar: “Where then is the break in this continuity? What the fissure through which one sees disaster? The circle is unbroken; the harmony complete. Here is the central rhythm; here the common mainspring” / “Peki, öyleyse parçalanmışlık neresinde bu sürekliliğin? Hangi yarıktan kişi yıkımı görür? Halka kırılmamış, uyum tam. İşte merkezdeki ritim, işte ortak ana yay.” (69)

Bir diğer önemli ve sık tekrarlanan imge, ya da daha doğrusu sembol, Percival’dir. Altı karakteri birarada tutan odur. Onu referans alarak kendilerini değerlendirirler. Percival gençliğin, güzelliğin, saflığın sembolüdür. Tanrısal bir figürdür “a great master of the art of living” / “yaşama sanatının büyük ustasıydı” (119) onların gözünde. İşte bu nedenle Percival öldüğünde onlar da yavaş yavaş ölmeye başlarlar. Sanki Percival bu senfoninin ana melodisidir. Bunun dışında interlude’lardaki imgeler – deniz, kuşlar, bahçe, güneş, çiçekler- monologlarda da yer almaktadırlar.

Romanda bir de ileri-geri bir hareket vardır. Bu hareket dalgaların hareketine çok benzer ve böylece ritmi şekillendirir. Bir dalgayla geçmişe gideriz, bir diğeriyle şimdiye döner ya da geleceğe uzanırız. Örneğin Bernard akşam yemeğinden sonra yaptığı konuşmada dalgalara çok benzeyen bir özet geçer. Geçmişlerini hatırlarken dalgalar geri çekilir, konuşmanın sonunda gelecekle yüzleşirken ileri gider. Aynı şey Louis hendekteki ölü adamı düşündüğünde ya da Jinny küçük bir kızken Louis’i nasıl öptüğünü hatırladığında da olur. Böylelikle okur romanla birlikte ileri geri hareket ederken sanki kitap okumuyordur da denizde sürükleniyordur. Bu tıpkı bir senfoniyi dinlemeye benzer. Tüm o gelgitler bedendeki sıvıların akışını, dolaşımınıhızlandırır. İşte bu nedenle Dalgalar bir romandan çok daha fazlasıdır. Dalgaların kendisidir o.

Edward Bishop da romanla müzik arasındaki bu paralellikten bahseder: “Dalgalar metnin altından onun ritmini de oluştururlar. Bu ritim, geniş anlamda, hayatın ritmidir. Kitap şafaktan günbatımına, gençlikten olgunluğa ilerlerken, dalgalar da bir nevi kozmik metronom görevi üstlenir ve zamanın kaçınılmaz ve aldırmaz geçişini gösterirler.”

Yani dalgaların iki işlevi vardır: karakterlerin ritme uymalarını sağlamak ve onlara saatin işlemekte olduğunu hatırlatmak. Tıpkı bir metronom gibi, dalgalar bir kez başladı mı hiç durmaz. Sürekli hareket halindedir. Romanın öyle bir ritmi var ki onu başka herhangi bir sanat eserine uyarlayabilirsiniz: bale, müzik, drama, şiir. Okurun dikkatini çeken ve imgelerle semboller vasıtasıyla okuru sürükleyen bu ritimdir.

Anlatıcının sesi de önemli bir rol oynar. Şimdiki zaman kullanımı olaylara anlık bir hava, bir ivedilik duygusu katar.
Örneğin Jinny “Look, when I move my head I ripple all down my narrow body” / “Bak, başımı salladığım zaman ince gövdem bütünüyle dalgalanıyor” (31) dediğinde ya da “Now let us be quick. Now let me be the first to pull off these coarse clothes. Here are my clean white stockings” / “Şimdi çabuk olalım. Şimdi şu kalın giysileri ilk çıkaran ben olayım. İşte, temiz beyaz çoraplarım.” (32) dediğinde o sahneyi gözünüzde canlandırabilir, hatta tıpkı bir oyunu izliyormuşçasına yaşayabilirsiniz. O ânı hissedebilirsiniz. Louis “The bird flies; the flower dances; but I hear always the sullen thud of the waves” / “Kuş uçuyor; çiçek dans ediyor; ama ben her zaman huysuz dalgaların boğuk sesini duyuyorum” (42) dediğinde okur da dalgaları duyabilir çünkü o da Louis’le birlikte o ânı yaşamaktadır.

Dolayısıyla Bernard’ın son bölümde yaptığı zaman tasviri tüm romandaki zaman anlayışı için geçerlidir: “It is not age; it is that a drop has fallen; another drop. Time has given the arrangement another shake” / “Yaşlılık değil bu, bir damlanın düşmüş olması bu; bir damlanın daha. Zaman düzeni bir kez daha sarsmıştır.” (211). Hayat düz ya da sabit değildir. Sadece anlar vardır, şimdiki an. Su damlaları gibi ağır ağır hareket edip yaşamın her ânına yoğunluk katan şimdiki zaman.

Bu yoğunluğa karakterlerin duraksamaları da katkıda bulunur. Kimi zaman karakterler ya geçmişteki bir ânı daha net ve canlı hatırlayabilmek için veya tam o ânı derinlemesine yaşayabilmek için duraksarlar. Örneğin Neville boğazı kesilmiş halde bulunan adamı hatırladığında durur. O geçmiş ânı bir süre yaşar ve sonra şimdiye döner: “He was found with his throat cut. The apple-tree leaves became fixed in the sky; the moon glared; I was unable to lift my foot up the stair. He was found in the gutter. His blood gurgled down the gutter. His jowl was white as a dead codfish...” / “Boğazı kesik bulunmuştu adam. Elma yaprakları kaskatı kesildi gökyüzünde; ay gözlerimi kamaştırdı; basamağa kaldıramıyordum ayağımı. Hendeğin içinde bulunmuştu. Hendeğe gürül gürül aktı kanı. Çenesi ölü bir morina balığı kadar beyazdı...” (17). Böylelikle zaman yavaşlatılmış olur ve interlude’ların, tekrarların ve ortak imgelerin de etkisiyle bir gün hissi sağlanır.

En önemli karakter olan Bernard da romanın ritmine önemli ölçüde katkı sağlar. Bernard diğer tüm karakterleri bir kişinin farklı yanları olarak içinde barındıran o tek bilinçtir, romanın bilincidir. Monologlarından birinde o ritim duygusunu verir. Hiç duraksamadan konuşmakta ve açıkça bir yazının ritminden bahsetmektedir: “Now I am getting the hang of it. Now I am getting his beat into my brain (the rhythm is the main thing in writing). Now, without pausing I will begin, on the very lilt of the stroke-” / “Şimdi onun yapmış olduğunu kavrıyorum. Şimdi onun temposu beynimde çınlıyor (ritim, yazmada temel şeydir). Şimdi duraksamaksızın başlayacağım, vuruşun tüm kıvraklığıyla.” (59)

Monoloğun tamamı oldukça ritmiktir. Okurken sanki onun bilincini takip ediyormuş gibi hissederiz. Tıpkı sürekli bir dalga hareketi gibidir. Aslında Bernard’ın ritmi romanın ritmidir ve Bernard’ın bu ritimden açıkça bahsetmesi insana Woolf okura sesleniyormuş hissi verir. Bernard’ın kendisinin ve arkadaşlarının hayatları üzerine bir roman yazma planı da bunu ima etmektedir aslında. Bazen öyle hissederiz ki sanki zaten yazmaktadır hayatlarını ve kaderlerini aslında o şekillendirmektedir.

Neville’in dediği gibi: “We are all phrases in Bernard’s story, things he writes down in his notebook under A or under B. He tells our story with extraordinary understanding, except of what we most feel” / “Biz hepimiz Bernard’ın öyküsündeki tümceleriz, defterinde A’nın ya da B’nin altına yazdığı şeyleriz. Bizim en güçlü biçimde duyduklarımızı dışlayarak görülmemiş bir anlayışla anlatır öykümüzü” (50). Son interlude Bernard’ın ölümünden sonra gelir ve öncekilerden farklı olarak bu geçmiş zamanda yazılmıştır. Romanın bilinci ölmüştür. Dolayısıyla, zaman akmaya devam etse de, doğanın ritmi devam etse de, Bernard için artık anlar yoktur. Artık hepsi geçmişte kalmıştır.


Sonuç olarak, romandaki herşey dalga imgesi etrafında toplanır ve hep birlikte engin denizi, hayat denizini oluştururlar. Olay örgüsü yoktur. Yalnızca akış vardır. Karakterler sırayla sahne önüne gelir ve şarkıya benzer şiirlerini okurlar. Ardarda çıkarlar sahneye, sürekli. Daire dönemye devam eder. Arada bir duraksarlar o kadar.


Son bölümde Bernard şöyle der: “How fast the stream flows from January to December! We are swept on by the torrent of things grown so familiar that they cast no shadow. We float, we float...” / “Nasıl da hızlı akar ırmak ocaktan aralığa doğru! Bir tek gölge bile düşürmeyecek denli yakınımızda gelişen olayların seliyle sürüklenip götürülüyoruz. Yüzüyoruz, yüzüyoruz...” (201). İşte bu şekilde karakterler roman boyunca dalgalarla, birbirlerinin monologlarının içinde ve bir bakıma Woolf’un monologları olan interlude’lar içinde yüzerler. Romanın ritmiyle hafifçe sürüklenirler. Sürekli, uyumlu bir akış oluştururlar. Kendine ait bir ritmi olan bir akış. Bu ritim okuru romanın içine çeker ve onu dalgaların içinden taşıyıp sahile getirir. Bu yüzme, sürüklenme deneyiminden sonra insanın hayata bakışı, bilinç anlayışı, insana bakışı değişebilir. Çünkü artık resmin bütününü son derece sıradışı bir perspektiften görmüşsünüzdür. Böylelikle Woolf modern çağın ayrık, lime lime olmuş parçalarını bu uyumlu ritimde bir araya getirir. Doğaya bakın, dalgalara bakın, bu uyumu görecek, melodisini duyacaksınız.


http://www.google.com.tr/search?hl=tr&safe=off&q=virginia+woolf&as_q=dalgalar

Hiç yorum yok: