Bir gün, koşuk şiir yazacağımı hiç düşünmemiştim. Şimdi ise özgür şiiri hemen hemen anlamıyorum. Düşünüyorum da, yüzyıllar boyunca şiirin bir kuralı, ortak bir kalıbı olmuştur hep. Kimi ozanlar uyağı atmış, ölçüyü tutmuş, kimi salt uyağı, kimileri de bir ses uyumunu, prozodiyi öne almışlar. Diyeceğim, bir kurala uymuşlar. Özgür koşuğun bir kuralı yoktur. Kuralsız mıdır? Hayır. Ozanların kendilerine özgü kuralları vardır. Ortak bir kural olmaktan da, uzaktır bu. Şiirin ortak bir yönü olmasını anlamam, ama kuralları anlarım, hatta bir onu anlarım. Özgür koşuğun iki büyük ustası var: Walt Whitman, Paul Claudel. Öbürleri, özgür koşukla yazan ozanlar içinde, bir usta hâlâ yok, Koşuk şiirdeki gibi belli kurallar koymuş bir usta demek istiyorum. Öte yandan, Whitman’da, Claudel’de dış yapımlarını bir geleneğe bağlamışlardı. Bireyci değildirler bunda. «Verset» dedikleri, Kutsal Betik deyişidir o. Bizim âyetlemizin yapımını andırır. Özgür koşuğun bu iki ustasının dışında, böyle altın yok. Özgür koşuğun birçok büyük ozanı - Baudelaire’i, Hugo’yu düşünerek - Henri Michaux, Jacques Prévert, Saint-John Perse, hele ilk ikisi kendilerinin ozan olmadıklarını söylemek isterler. Bunda bir gerçek payı / bütün bütün yok değil. Saint John Perse, üstelik, Claudel’in kalıbına (moule) kaymışa benzer. Bununla beraber her üçünün yazdıklarına bir ad bulmak zordur. Bir şiirin kalıcılığında bireyci kuraldan çok, ortak bir kural buluyorum ben. Divan şiirinden bu yana dört başı mamur bir şiirimizin olmayışını buna bağlamalı mı, bilmem? Onca ölçülü uyaklı şiiri ne yapıyorsunuz?, derseniz, ‘onların salt ölçü- uyak düşünülerek yazıldığını, söylerim. Hatta uyaktan ölçüden bunca kaçışımızı bununla açıklarım.
Batı’da özgür koşukla yazanlar azaldı bugün. Pek az kitap yayımlanıyor şimdi özgür koşukla.
Deniz Gömütü’nü, bunun için severim her şeyden önce. Hemen hemen hiçbir dize / düz yazıyla anlatılmaya gelmez, yahut düz yazıda bir anlamı olamaz. Bir şiir, Deniz Gömütü’leyin, ancak bu kadar soyutlaştırılabilinir. Soyut bir güzelliktir boyuna Valéry’nin aradığı. Bu da hiçbir zaman raslantısal değildir, usa, hesaba sıkı sıkı bağlıdır.
Deniz Gömütü’nün okuduğum yorumcularının açıklamaları şuraya gelip dayanıyor hep: Ölüm duyusu. Şiire, açıklamaktan başka bir gözle bakanların hiçbiri bunu kolay kolay demez sanırım. Gömüt sözcüğü, onlara hep ölümü düşündürmüş. Ben, şiirden denizi, o boyuna uzayıp giden denizi anlıyorum. Bunu, bir bunu anlamalarını isterdim onların da.
«Yayınladıklarım hiçbir zaman yorumdan kurtulamadı.Kimi yazılarım biraz olsun gürültüye gitti diye yakmamam. Açıklanmaya, didiklenmeye, fakirleştirilmeye, zenginleştirilmeye, göklere çıkarılmaya, yerin dibine batırılmaya alıştım artık. Kim olduğumu, kimden söz edildiğini anlamaz oldum» diyor. (Variete III; Sayfa 57)
Şiire, Valéry’nin, Mallarmé’nin, Ezra Pound’ın, T. S. Eliot’un hele bu ozanların şiirine, Klee’nin bir resmine, ya da Henri Moore’un bir heykeline bakar gibi bakılmasını isterdim. Buna, Corbusier’nin bir yapısına bakar gibi de diyebilirim. Bütün açıklamalar salt şiirin yapısıyla olmalı, onu yorumlamalı ,onu büyütmeli, açmalı; anlamı değil.
Anlamı yorumlamanın şiiri anlamamıza, hiç mi hiç, bir yararlığı yoktur çünkü.
ELYAZILARINA VURUYOR GÜNEŞ’ ten…
Tan Yayınları / 1983 / Günlük / 1955-1982
5 Mayıs 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder