RSS

4 Temmuz 2010 Pazar

CAHİT SITKI TARANCI / ARKADAŞLARINDAN TARANCI ANILARI…

HALDUN TANER

1976 / MİLLİYET SANAT



Cahit Sıtkı, Galatasaray'da bizden dört beş sınıf yukardaydı. Rahmetli Vedat Dicleli akrabası oluyordu. Alt sınıflara onu görmeye gelirdi. Biz de o zaman kendisini görürdük. Okulun, Yaşar Nabi, Ziya Osman Saba ile birlikte dergilerde şiirleri basılan üç isminden biriydi. Ufacık tefecik, zarif, çok efendi bir hali vardı. Hani teneffüste ayağına bir top çarpsa, çamurlanmasın diye ayağının ucuyla dokunan tipler vardır ya, onlardandı.


Spor mipor yapmazdı. Tertemiz giyinirdi. Küçücük zarif ayakları ve hep boyalı iskarpinleri vardı. Gel zaman git zaman, Diyarbakırlı Cahit, Türkiye'nin en ünlü şairlerinden biri oldu. CHP'nin mi, başka resmi bir kuruluşun mu, şimdi hatırlamıyorum, açtığı bir şiir yarışmasında onun "Otuz Beş Yaş" şiiri birinciliği kazanmıştı. Yıl, sanırım, bin dokuzyüz kırklar hanesinde idi. Cahit Sıtkı o tarihten sonra dillerden düşmedi.

Hele "Otuz Beş Yaş" şiiri edebiyat dışı bir yaygınlığa bile erişti. Ankara'da oturduğu, yine o alçakgönüllü çelebi kişiliğini sürdürdüğü, kendini içkiye kaptırdığı duyuluyordu. Bu içki merakı, sanırım, onun aşırı duygululuğunu biraz frenlemek uyuşturmak için başvurduğu bir araç olacaktı. Rakı masası uzmanları, Cahit Sıtkı'nın çok içemediğini iki üç kadehten sonra bazen masanın kenarına yığıldığım anlatırlardı.


Kısa ömrü boyunca Türkçe’nin tadını çıkaran, akıllarda kalan güzel şiirler yazdı. Cumhuriyet gazetesinde hikayeleri de çıktı. Rainer Maria Rilke'yi anımsatan bir incelikte ve duygulukta idi bunlar. Hele çirkin, çok çirkin bir kızla flörtünü yansıtan, çirkinliğin şiirini çıkaran nefis bir hikayesi vardı ki, bakın aradan otuz yıl geçtiği ve arada hiç okumadığım halde, bugün bile net olarak hatırlıyorum. Müstesna incelikte, bütünüyle kendini şiire adamış bir insandı. İnsan onun hesap yaptığına, günlük alelade şeyler konuştuğuna inanamazdı. Belki de bunlardan çok uzaktı.


En yakın ruhdaşı ve kafadaşı, Ziya Osman Saba idi. Bir keresinde onunla bahse girip Galatasaray Lisesi'nin arkasındaki yardan mahalle çocukları gibi aşağı inip yukarı çıkmış, bu tehlikeli serüven sırasında zavallı Ziya Osman'ı heyecandan öldürecek durumlara sokmuştu. Yaşamının tek yaramazlığı belki de bu olmuştur. Yıllar sonra Cahit Sıtkı hastalandı, boğazına bir felç geldi. Her şeyi anlıyor ama konuşamıyordu. Türkiye'de uzun tedaviler fayda vermedi, o zaman DP'nin hatırlı şeflerinden ve galiba Çalışma Bakanı bulunan Samet Ağaoğlu hemen harekete geçti. Politika dağdağası içinde bile sanatçılığını, sanat adamları ile yakınlığını kaybetmeyen Ağaoğlu, talihsiz şaire elini uzattı. Onun devlet kanalıyla Viyana'ya tedaviye gönderilmesini sağladı. O yıllar Viyana'da bulunuyordum. Sefaret başkatibi şimdiki Pekin Büyükelçimiz Adnan Bulak'tı. Adnan Bulak'ın Cahit Sıtkı ile iki ortak yanı vardı. O da Galatasaraylı’ydı. O da şairdi. Bunun dışında da her Türk aydını gibi Cahit Sıtkı'nın şiirlerine hayrandı, saygısı vardı. Bu saygı, sevgi ve vefa ile Cahit Sıtkı klinikte kaldığı sürece bir kardeşi gibi onunla ilgilendi, ziyaretinde, saygısında kusur etmedi. Cahit Sıtkı başlangıçta ufak bir umut verdi ise de, orada da iyileşemedi. Viyana'da vefat etti. Cenazesini havaalanından Adnan Bulak'la birlikte uğurladık. Uçağı havalandı. O zaman Varlık'a yazdığım bir yazıyı, "Uçağın arkasından uzun uzun gözden kayboluncaya kadar baktık, o uçak hiç yere inmesin istiyorduk" diye bitirmiştim.

İşte, bugün bir çırpıda ansıyıp söyleyebileceklerim bu kadar.

Hiç yorum yok: