RSS

18 Şubat 2011 Cuma

ARTHUR RIMBAUD / SEMBOLİZM

SEMBOLİZM


Rimbaud'nun şiire başladığı yıllarda, adı henüz konmamıştı ama, yeni bir şiir akımı daha doğuyordu. Nerval ve Baudelaire Sembolizmin (simgecilik) ilk temellerini atmışlardı. Daha sonra Verlaine, Rimbaud ve Mallarme de sembolizmin öncülüğünü yaptılar. Öncülerden biri de Rimbaud olduğu için bu akımı da kısaca açıklamakta yarar var.

Sembolizmin kurucuları Romantizmin ve Parnasse Okulu'nun ozanları arasından çıktı.

Bu ozanlardan dördü ele avuca sığmıyordu. Baudelaire ölümsüz dizelerini bütün akımların dışında yazıyor ve gelecekteki bütün akımların kapılarını aralıyordu.

Verlaine, soğuk plastik güzelliğe başkaldırıyor, tül altından görünen, örtülü, duygulu, ince bir güzelliği yazıyor, geleneksel biçimin yanı sıra yeni biçimler araştırıyordu.

Fransız şiirinde durakları, çift sayılı heceler birliği sağlar. Verlaine "tekli dizeden şaşma" diyordu ve beş, yedi, dokuz, on bir, on üç heceli dizeler yazıyordu. Bazen aynı şiirinde; değişik sayıda heceden oluşan dizeleri birlikte kullanıyordu. Rimbaud Mayıs Sürgünü şiirini uyaksız dizelerle yazdı. Giderek, ölçüyü tümüyle atıp Marine (Gemicilik) ve Mouvement'da (Devinim) özgür dizeye yöneldi, sonunda dizeyi de atıp şiirin tanrısı dediği Baudelaire gibi, yapıtını düzyazılmış şiirle vurguladı. İlluminations ve Cehennemde Bir Mevsim'den önce yazdıklarının, ölçülü dizelerinin yakılmasını istedi.



Mallarmé "Düzyazı diye bir şey yoktur. Düzyazı birbirine geçmiş yan yana dizelerden oluşur" diyecek kadar ileri gitti önceleri. Ama sonradan, düşünceyi en iyi biçimde ölçülü dizenin yoğunlaştırdığını ileri sürdü ve geleneksel dizeyi savundu. Mallarmé, Parnasse Okulu'nu, biçimde değil, şiirin özünde yaptığı değişikliklerle yıkıyordu. Açık anlatıma, nesnelerin adlandırılmasına karşıydı: "Bir nesneyi adlandırmak, şiirin dörtte üçünü yok etmektir, nesneyi esinlemek, işte düş budur. Sembolü oluşturan bu gizem en yetkin biçimde şöyle kullanılabilir: Bir ruh halini göstermeliyiz, ya da, tersine, bir nesneyi seçip, bir dizi çözümlerle, bu ruh durumunu ortaya çıkarmak için, nesneyi azar azar çağrıştırmalıyız" diyordu.

Parnasse Okulu'nun egemen olduğu dönemlerde bu dört ozan, sembolizmin dört öncüsü, plastik güzelliğe, somut nesnelliğe karşı çıkıyor; insanın, nesnenin, doğanın gizemlerini, bilinçaltının seslerini araştırıyordu.

Sembolizm şöyle özetlenebilir:

Sembolistler soğuk plastik güzelliği, nesnelliği savunan, özdekçi (materialiste) ve olgucu (positiviste) Parnasse'çılara tepki olarak ortaya çıktılar; ülkücülüğü (idealisme) ve sezgiciliği (intuitionisme) savundular. Bütün ilkeler ve bütün dönemler için geçerli bir güzellik kavramının var olacağına inanmazlar. Durukun (statique) karşısında yer alır, oluşumu (devenir) kutsarlar. Klasisizme, şiir sesi söylevci olduğu ve akıl hocalığı yaptığı için; Romantizme, gözyaşı tecimiyle uğraştığı, anlatımı pek yalın olduğu için; Natüralizme (doğalcılık) ruhsuz olduğu için kızarlar.

Örtülü güzelliği severler. Doğaya, nesnelere, olaylara, buğulu bir camın ardından bakarlar. Anlamda da örtülüyü severler. Gerçeğin, yalın, çok açık biçimde değil, sembollerle sunulmasını; şiirin anlamına okurun, bilinciyle, bilinçaltıyla, sezgilerle yaklaşmasını isterler. Sembolist ozan konuya, bir sembolle ya da birden çok sembolden oluşan sözcükler topluluğuyla girer, düşünceyi geliştirir, açar ve ana düşün'ü ortaya kor.

Duyumlar (renk, koku, ses..) düşüncelerin işaretleridir. Düşünceye duyumlardan gidilir. Ozan, duyumlar arasındaki iletişim ağını sembollerle, sözcükler ve imgelerle kurar ve ruhsal gerçeğe ulaşır.

Baudelaire, İletişimler (Correspondances) şiirinin iki dörtlüğünde, gelecekte doğacak bir akımı da özetler gibidir:

"Bir tapınaktır doğa, direklerinden akan
Anlaşılması güç, karışık sesler duyulur
Ve kişi, tanıdık gözleriyle ona bakan
Simge ormanlarından geçip yola koyulur...

Geniş aydınlık gibi ve gece gibi kara
O derin birlik içinde, sesler, kokular, renk
Uzaktan uzağa karışan yankılara denk
Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta."

Sembolistler Avrupa tinselciliğinin, gizemciliğinin, metafiziğinin son halkalarını oluştururlar. Gerçeğin içindeki gizi ararlar. Bir benzetmeyle, Parnasse'çı ozan, ormanı; sembolist ozan, ormanın ruhunu yazar. Evrenin ve olayların gizemini ele geçirmeye çalışırlar.

Şiir yüreğin bir şarkısıdır, Parnasse'çılarınki gibi nesnelliği değil, bireysel bir öznelliği yansıtır. Anlatım büsbütün kapalı değil, ama örtülüdür. Nesneler açıkça anlatılmaz, ustaca çağrıştırılır. Dil, gerçekdışının, bilinçaltının, düşün kapılarını açmaya yarayan bir anahtar. Önemli olan sözcüklerin tınısı ve çağrışımı. En iğrenç bir sözcük bile çağrışım ve ezgi gücü varsa şiirde yerini alır. Sembolistler dilbilgisi kurallarına, cümle kurgusuna (syntaxe) sıkı sıkıya bağlanmaz.
Ezgiye büyük önem verir, şiiri ve müziği, iki sanatı birleştirirler: "Müzik, her şeyden önce müzik." (Paul Verlaine)

Efsaneler, masallar, düş, ruhsallık başlıca konuları. Büyüyle, dinsel törenlerle, falcılıkla (occultisme) ilgilenir, ilkel insanın bilgeliğine saygı duyarlar. Parnasse'çılar gibi onların şiirlerinde de sık sık Yunan mitolojisinin tanrıları, yarı-tanrıları, Alman mitolojisinin perileri, masal kahramanları yer alır.

Sembolistler en büyük devrimi şiirin özünden çok biçiminde yaptılar. Özgür dizenin, giderek serbest şiirin kurucusu onlardır. "Dizelerin düzeni, söyleşi ve biçim yapısı, geleneksel formül, yeni uyum için yeterli değildi. Ayrıntıları çoğaltmaya elveren, klavyeleri daha yumuşak, yeni bir çalgı gerekiyordu." (R. Sabatier.) Verlaine ve Rimbaud gibi öncüler, bu konuda da kapıları araladılar.

Parnasse Okulu'nun sanat görüşü, geleneksel biçime, dizeye ağırlık veriyordu. Sembolistler dörtlüğü, üçlüğü aşan bağlama öncelik tanıdılar. Şiirde, artık dize değil, bağlam önemli. "Bağlam (kıta) şiir gereçlerinin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı, zenginleştirilmiş seslerle çağrışımlardan oluşan düşünce saptar. Bu sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az sayıdaysa kısadır." (R. Sabatier.)

Sembolizm'de bağlam ve özgür dize önem kazanır. Albert-Marie Schmidt bu konuda özetle şunları söyler: "Sembolistler ölçünün özgürleştirilmesi adı altında özgür dizeyi savundular, ama bunun açık bir tanımını yapamadılar. Ghil kendisini izleyenlere 'gözden geçirilmiş ve buyruk altına alınmış eski alexandrini' (on iki heceli dize) önerdi, ama öneriye pek aldıran olmadı.

1886'da herkes, aşırı disiplinli Parnasse'cı dizenin yerini yeni bir biçimin almasını istiyordu. Geleneksel eski dize sayılarının yerini, bir tür öznel ezginin alması bekleniyordu. Bu özlemi zaman zaman yansıtan ozanlara raslanmadı değil. Ama yeni ritimleri hangi kurallara dayanıyordu, bu ritimler neden gerekli, açıklamıyorlardı.

Veremli Laforgue, birbirlerine eşit olmayan dizelerden oluşmuş uzun destanların göğüs ağrılarını dindirdiğini söylüyordu, o kadar. Rimbaud'nun Marine (Gemicilik) ve Mouvement (Devinim) şiirleri düzyazı değil. Peki, onlara dize denebilir miydi?

Verlaine Art Poetique'inde (Şiir Sanatı) bazı kurallar ileri sürüyordu, ama benimsenmemişti. Neden?

Çünkü sembolistlerde dize değil, bağlam egemen hale gelir. Sembolistlerin özgür dizeli şiiri bir grup ritim dizisini içerir. Üstünlük bağlamındır. Bağlam ise esinden önce var olan bir biçim değil, şiirsel gerçeklerin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı türdeş kılan, zenginleştirilmiş, bazen de ana sese katılan seslerle çağrışımların yer aldığı tek bir düşüncenin açıklanmasıdır. Eğer bu sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az sayıdaysa kısadır. Bağlam içindeki tinsel (spirituel) öğelerden her biri görece bir özerkliğe sahiptir.

Biçim için bir terim bulamadıklarından, ona bazen ölçü, bazen söz topluluğu (groupe verbal) derler. Bağlamda tam uyaklardan ve çok özgün yarım uyaklardan (assonance) kaçınılmasını önerir, aksi taktirde bağlam akışının kesilebileceğini söylerler. Ölçülerden hiçbiri için özel bir tonlama koşulu ileri sürmezler. Deyiş, düşünce bilinçaltından bilince nasıl çıkıyorsa şiir de ona göre yazılacaktır.

Şiir Sanatı'nda Verlaine de buna benzer şeyler söylüyor, ama söylediklerini kendi de pek uygulamıyordu. Ayrıca sembolistlerin özgür dizesi söyleyiş, deyiş ülküsüne uygun olarak bir düşüncenin eğilimlerini yansıtır. Bunun doğal sonucu olarak da; sembolistlere göre eleştirmenlerin, bir şiirin yapısını dizelere göre eleştirmeye hakkı yok.

Özgür dizeyi iyi kullananlar okurda derin ve coşkun duygular uyandırır; bu dizeler, okurun kendisiyle konuşmasını, iç dialogue'u sağlar, geliştirir ve iç çatışmaları yatıştırır. Ne var ki, okurların çoğunun bellekleri eski şiirin, geleneksel şiirin anılarıyla doluydu. Ayrıca uyakların, geleneksel şiirin dinlendirici bir yanı vardı. Sembolizm, değişik ölçü ve dizeleriyle, zamanın okurunun elinden bu dinlenme hakkını aldı; okurlar şiiri sıkıcı bulup günce okumaya yöneldi.

On dokuzuncu yüzyıl sonlarında ortaya çıkan sembolizm, giderek büyük etkinliğini yitirdi. Ruhsalla ilgilenen bu sanatçıların elinde henüz psikanalizmin silahları yoktu. Ölçü ve uyaklarıyla geleneksel şiirin dinlendirici yanına alışkın okur düşünmekten hoşlanmıyordu. Aşırı çaba isteyen akım sonunda sanatçılarının bazılarını da yedi. Yükselişten sonra düşüş başladı. Yirminci yüzyılın başlarında da ozanlar onun kalıtından yararlandılar. Ve tüm ataklıklara açık bu şiir kendi bağrından bir başka şiir akımını, gerçeküstücülüğü çıkardı.

Nerval, Baudelaire (1821-1867), Verlaine (1844-1896), Rimbaud (1854-1891) ve özellikle Mallarmé sembolizmin öncüleridir.

Rimbaud'nun ilk şiirleri olan Özlem ve Güneş ve Ten'de sembolizmin gizemli mırıltılarına raslanır. Aylaklığım (Fantezi) sembolik şiir türüdür. Bilindiği gibi sembolizmde masal öğeleri sık sık yer alır.

Aylaklığım'daki Rimbaud kırlar içindeki Parmak Çocuk'tur. Kargalar korkunç bürokratları ve Baudelaire'in Baykuşlar'ı gibi devinimsizliği simgeler.

1871'de Verlaine'in çağrısı üzerine Paris'e giderken yanında Fransız dilinin ve yazınının en güzel şiirlerinden biri, Esrik Gemi vardı. Sembolik biçimde yazılan bu şiir ozanın düşlerini yansıtır. Bu yenilik dolu güzel şiir aynı zamanda çocuksu bir anlatımı da içerir: "Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım."

Esrik Gemi derin özlemlerle çelişkilerin bir bileşimidir. Rimbaud çocukken okuduğu renkli dergilerdeki öyküleri, betimlemeleri, resimleri ve çocuk imgelemini denizcilik terimlerinden yararlanarak metafizik sembollere dönüştürür. Şiirde kendi yaşamını anlatır. O içinde kaybolduğu dalgalara kapılmış esrik bir gemidir. Gemi Rimbaud'nun simgesidir.

Sesliler'de sesli harfleri renklere dönüştürür. İlerde yazacağı Sözün Simyası'nda sesli harflerin rengini ve bütün duyularla algılanabilecek yeni bir şiir dili bulduğunu söyleyecektir. Sembolist Rene Ghil daha sonra, harflerle renkler arasındaki ilişkiyi geliştirmeye çalışacak.

Yıldız pembe ağladı sözcükleriyle başlayan, bağımsız mı, yoksa bir şiirin bölümü mü olduğu bilinmeyen bir dörtlükte sembolizmin bir diğer öğesi olan iletişim, duyular arasındaki iletişim yer alır.

Doğa önünde hep düş içindedir. Genç Oise'a, ırmağa bakıp düşlere dalar. Su, kaçışı, kurtuluşu simgeler. Sabah Düşüncesi'nde dülgerlerden söz ederken "Taşı onlara bengisu" der. Anı şiirinde de aynı şekilde su öğesi işlenir. Devinimsiz kayık tutsak Rimbaud'nun sembolüdür. Annesinin zorbaca tutumunu, Charleville'deki tekdüze ve sıkıcı yaşamını ve evden kaçışını bu şiirde anlatır. Mayıs Sürgünü'nde biçim ve dize yeniliklerine yöneldiğini görüyoruz. Uyaklar atılmıştır ama son hecelerde ince bir ezgi vardır. On dokuzuncu yüzyıl şiiri böylece, Verlaine ve Rimbaud ile özgür dizenin adımlarını atar. En yüksek Kulenin Şarkısı'nda ozan alabildiğine mutsuz. Onu bu karamsarlığa iten belki de Komün ayaklanmasının bastırılması.

Karamsarlığı "Yaşamımı yitirdim" diyecek kadar ileri götürür. Altın Çağ saf, temiz çocukluğa çağrıdır. Çocukken dinlediği halk türkülerinin ezgilerini yansıtır bu şiirinde: "Yaşamın ne güzel / Ey güzel şato." Yeni Evliler'deki fare belki karı-koca Verlaine'lerin evlilik yaşamına Rimbaud'nun sokuluşu, belki de Rimbaud-Verlaine eşcinsel yaşamına Verlaine'nin karısı Mathilde'in katılmasını simgeler. Mişel ve Kristin şiirinde Mişel Almanya'nın, Kristin ise Fransa'nın sembolü. İki ülke arasındaki savaş ve barışa özlem dile getirilir. Anlamsızlığın da yer aldığı Açlık Töreni imge yönünden çok zengindir. Çan biçimindeki kahkaha çiçekleri, çınlama, açlığın sağır vuruşları, kokular, sesler ve renkler birbiriyle kaynaşır. Mutluluk ozan ve insan Rimbaud'ya en yakın şiirlerden biridir. Antoine Adam "Mutluluk yatağından taşıp yayılmak isteyen Rimbaud'nun en güzel şarkısı" diyor. Rolland de Reneville'e göre bu şiirde Hindistan'ın yüce bilgeliğine özlem anlatılır. Henry Miller ise "Tanrı'yı bulmanın kıvancı var" diyor. Kimileri sözü edilen horozun İncil'den türediğini söylüyor. Robert Goffin kıvançlı bir yorum yapıyor: "Mutlulukta, birbirlerinden bir süre ayrı kalan Rimbaud-Verlaine çiftinin buluşmaları dile getiriliyor. 'Şato' birlikte kurdukları düşleri (İspanya'da şatolar kurmak gibi) ya da güçsüzlüklerini (iskambilden şatolar gibi) simgeliyor."

Hiç yorum yok: